La Mancha’lı Don Quıjote şövalyeliğin parodisi olmakla beraber ardından yakılan bir ağıttı aynı zamanda. Peki, Batı Ortaçağ’ının en kalıcı kurumlarından biri sayabileceğimiz şövalyelik nasıl bir şeydi, hangi ihtiyaçlar sonucunda doğdu, nasıl bir rol üstlendi ve hangi şartlar neticesinde ortadan kalktı. Alanın otoriteleri şövalyeliğin 11.yüzyılda doğmaya başladığını, en olgun haline 12.yüzyılda ulaştığını, 15.yüzyıla gelindiğinde ise artık etkisini kaybetmeye başladığını söylüyor.
İngilizcede Knight, Fransızcada chevalier, Almancada ritter ve İspanyolcada cabellora sözcükleri ile karşılanan şövalye kelimesi, Latince at anlamına gelen caballus sözcüğünden türetilmiş. Şövalyelik kurumu etkili olduğu bu 400 yıllık süre içinde sıklıkla değişim yaşamış ve farklı evrelerden geçmiştir. Ancak sözcüğe yüklenilen ilk anlam o günden bu yana değişmeden kalmıştır; şövalye doğrunun, iyinin, erdemin sözcüdür; zayıfların, yoksulların, haksızlığa uğrayanların adalet dağıtıcısıdır ve özellikle savunmasız kadın ve çocukların koruyucusudur.
Fransızların Charlemagne, Almanların 1.Karl, Latinlerin Carolus Magnus dedikleri Karolenj krallığının kurucusu olan kişi, 9.yüzyılın başlarında öldüğünde krallığı hızla dağılmaya ve parçalanmaya başladı. Roma’nın kuzeyden gelen barbar saldırıları ile yıkılmasından sonra Avrupa’nın büyük bölümünde Karolenjler zamanında ilk defa düzen, istikrar kurulabilmişti. Endülüs ve Sicilya üzerinden gelen Müslüman fetihleri durdurulmuş, kuzeyden gelen barbar saldırıları da kontrol altına alınmıştı. Bu kısacık dönem neredeyse 1000 yıl sürmüş Avrupa Ortaçağında düzen ve istikrarın sağlandığı istisnai anlardan birini oluşturuyordu.
Charlemagne ve onun yanında bulunup bu savaşlara katılmış olan on iki Paladin’in yani savaşçının ilk şövalye örnekleri oldukları söylenilir. Bu nedenle on iki şövalyenin başındaki kral olarak Charlemagne ’ye tarihsel bir anlam yüklenilir ve şövalye tarihinde ikonik bir değer atfedilen dokuz şahsiyetten biri olduğu kabul edilir; diğerleri ise Kral Arthur, Bouillonlu Godfrey, Caesar, Hektor, Büyük İskender, David, Joshua ve Judas Maccabeus’dur. Bunlardan Charlemagne dâhil ilk üçü Hıristiyandır, sonraki üçü Pagan olup geri kalanlar Musevi’dir.
Charlemagne’nin başarısı geçmişin birikimini yeni bir potada eritebilmesinden kaynaklanıyordu. Hem Roma’nın askeri ve siyasi birikimini hem de barbar halkların savaşçılığını bir sentezde bir araya getirmeyi başarmıştı. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tarih tezinde tüm ayrıntılarıyla anlattığı gibi Roma’yı kuzeyden inen barbarlar yıkmıştı. Başta Germenler, Normanlar, Vikingler ve başka barbar kavimler çökme aşamasına gelmiş olan Roma’yı savaşçılıkları, cesaretleri, onun kullanmayı çok sevdiği bir kavram olan kolektif aksiyonları ile tarihe havale etmişti.
5. yüzyıl ile 9.yüzyıl arasında Avrupa can, mal ve seyahat güvenliğinin bulunmadığı bir yere dönüşmüştü. Küçük prenslikler, krallıklar pıtrak gibi çoğalmış ve her yere kargaşa hâkim olmuştu. Bu kaos içerisinde ayakta kalmayı başarabilmiş yegâne kurum kiliseydi. Devlet örgütlenmesinin yerine getiremediği işlevlerin bazılarını kilise üstlenmişti. Doğum ve ölüm kayıtlarını tutmak, devlet hukukunun olmadığı yerde sosyal hayatı düzenlemek için kilise hukukunu yaratmak gibi fonksiyonları da yerine getiriyordu. Müslümanların yayılmasını durdurduğu için büyük üne kavuşmuş olan Charlemagne işte bu şartlar altında yeni bir düzenin temellerini atmıştı.
Şövalyeliğin askeri temelinde Roma süvarisi ile barbar savaşçıların cesaretinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Roma’nın çok kısa sürede büyük topraklara hükmetmesinin gerisinde askeri alanda yaptığı yenilikler ile yönetim alanında sağladığı başarılar vardı. Süvari sınıfı yaya olan piyadenin çok önüne geçmişti. Süvari olmanın çok ciddi bir maliyeti vardı ve herkesin bu maliyeti karşılayabilmesi mümkün değildi. Başta safkan bir at olmak üzere herkesin sahip olamadığı silahlara sahip olmak gerekliydi. Dolayısıyla süvari sınıfı çoğunluktan ayrılarak giderek seçkinlerin toplandığı bir yer haline dönüştü. Yine Kıvılcımlı’nın dediği gibi eğer barbar, barbarlığın yüksek konağında bulunmuyorsa sadece yıkar ve yeni bir düzen kuramaz. Yıktıkları tarafından içeriden fethedilir. Roma’yı yıkan barbar kavimler de zaten devlet dini haline gelmiş olan Hıristiyanlık tarafından yeniden fethedilerek eski inançları olan paganlığı bıraktılar.
Bu barbarların önemli bölümü sayısız krallığa ve prensliğe bölünmüş olan Avrupa’da bir süre sonra paralı askerler haline geldiler. Üretim bitme noktasına gelmişti, ticari hayat durmuştu ve ekonomi çökmüştü. Bu karışıklık içerisinde toprağa sahip soylu sınıflar için güvenlik en temel ihtiyaç haline gelmişti. Güvenlik ihtiyacını sağlamak içinde yeni bir toplumsal katmana ihtiyaç vardı. Bu kişiler kendileri zaten bir güvenlik sorunu olan haydutlar, hırsızlar, serseriler arasından seçilemezdi. Soylu sınıf bu ihtiyacı kendi bünyesi içinden sağlayacaktı. İşte şövalyelik dediğimiz kurum böylesi bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı.
Ekonomik çöküş, feodal parçalanma, merkeziyetçi idarenin bulunmaması, barbar kavimlerin yaptığı barbar aşısının doğurduğu askeri ve kültürel sonuçlar bu kurumun oluşumunda etkili oldular.
Böylece klasik feodalite denilen evreye girilmiş oldu. Toplum katı bir hiyerarşi içinde bulunuyordu. Köylüler üretiyor, soylular savaşıyor, papaz ve rahipler ise onlar için dua ediyordu. Herkesin toplumsal hiyerarşideki yeri belliydi. Bunun dışına çıkabilmek mümkün değildi. En üstte prensler, krallar bulunuyor, onların altında onlara bağlı olan lordlar, dükler, senyörlerden oluşan soylular yer alıyor hemen altlarında daha düşük bir hiyerarşide şövalyeler ve en altta ise çoğunluğu oluşturan köylü sınıfları. Kilise ise toplumsal, siyasal meşruiyetin asıl kaynağıydı. Bu hiyerarşi asıl olarak onun sayesinde ayakta kalıyordu. Ayrıca soylularla birlikte geniş arazilere hükmediyor, soyluların cömertliklerinden aslan payını alıyor ve son tahlilde köylü sınıfları düzene bağlayacak araçları tedarik ediyordu. Batı feodalitesi bu hiyerarşi içinde yüzyıllarca yaşadı. Şövalyelik kurumunun neredeyse dört yüzyıl ayakta kalabilmesi de bu piramit sayesinde oldu. Çünkü o da büyük bir fonksiyonu yerine getiriyordu. Ne olduğunu konuşmaya devam edelim.