Solun ontolojik ilkesi eşitlik idealidir. Eşitlik arayışını gündeminin başat unsuru olmaktan çıkaran bir anlayışa sol vasfı yakıştırılamaz. Özgürlük, kardeşlik, adalet gibi değerler eşitlik gibi kuruculuk vasfı bulunan bir temel değerle bütünleştiği taktirde, ancak gerçek anlamına bürünebilir. Dolayısıyla eşitliği gözetmeyen, dert etmeyen, ideal olarak ona sürekli yaklaşma çabasında bulunmayan bir siyasetin sol olarak tanımlanabilmesi zordur.
Sol herşeyden önce insanların eşitliğine ve eşdeğerliğine inanır. Sol insanları sırf insan sıfatına haiz oldukları için böyle değerlendirir. Doğuştan veya sonradan edinilen özelliklerin en temeldeki bu kabulü gölgelemesine, gözden düşürmesine izin vermez. Bir kısım insanın ister soy bağı nedeniyle olsun isterse de “ üstün yeteneklerle “ olsun insanların üzerinde kalıcı hiyerarşiler üretmesine sol iyi nazarla bakmaz. Bu özelliklerin doğallaştırılmasına, bir imtiyaza dönüşmesine izin vermez. Her insanda doğuştan varolan ve toplumsal yaşamın daha da zenginleştireceği gizil potansiyeller olduğuna inanır.
İnsan fıtratına ilişkin iyimser bir dünya görüşüne sahiptir sol. İnsanların eşit imkanlar sunulduğunda kardeşliğe, dayanışmaya ve diğergamlığa yatkın olduklarına inanır.
Sol ezeli ve ebedi kategorilere kuşkuyla yaklaşır. Bu anlamda iyiliğe yatkın bir insan fıtratı tahayyül etmekle birlikte bunu bir töz düzeyine yükseltmez. Daha çok toplumsal yaşamın hangi ilkeler etrafında örgütlendiğini mesele edinir. Onbin yıllık mülkiyetli toplum tarihinin oluşturduğu alışkanlıklar nedeniyle insan fıtratına dair dinlerin, mitlerin ve geleneklerin oluşturduğu olumsuz açıklama çerçevelerini mutlaklaştırmaz. Tarihsel ve toplumsal koşullar değiştiği taktirde insan doğası denilen şeyin de değişeceğini düşünür.
Sol her türlü toplumsal hiyerarşiyi reddeder. Hiyerarşik açıklama tarzının sağın alameti farikası olduğunu söyler. Cinsler, milliyetler, bölgeler, ırklar üzerinden üretilmiş ve kültürel alışkanlıklara dönüşmüş hiyerarşilerin insanlığın medenileşme sürecinin önündeki engeller olduğunu savunur. Mülkiyet edinmeden başlayarak en örgütlü hallerine sınıf ve devlet egemenlikleri ile ulaşan hiyerarşik toplum tahayyüllerinin doğal ve zorunlu olmadığını kabul etmek sol düşünmenin en ayırıcı özelliklerindendir.
Sol insanlığın ürettiği zenginliklerin emek gücünün ürünü olduğunu kabul eder. Emek sömürüsü başta olmak üzere her türlü sömürüye itiraz eder. Emek gücünün sömürülmesinin en önemli ezme ezilme ilişkisi olduğunu var saymakla birlikte doğrudan bu ilişkiden kaynaklanmayan, ancak bu ilişki biçimi ile eklemlenen başka biçimleri olduğunu da kabul eder. Cinsler, milliyetler, ırklar arasındaki hiyerarşiler ve bundan kaynaklı ezilme pratikleri bunun örnekleridir.
Sol insanın yaratıcı yeteneklerine inanır. Uygun koşullar, imkanlar sunulduğunda her insanın içinde sanatçı, yazar, şair kısacası yaratıcı ve üretici potansiyeller olduğunu düşünür. Toplumsal eşitsizlik halinin ürettiği sonuçların bir kısım insana bu sıfatları kazandırırken çoğunluğu mekanik, tek düze, her türlü yeteneği körelten bir yaşama mecbur kıldığını söyler. Geçmiş medeniyet birikimine, uygarlıklara, görkemli sanatsal ve kültürel başarılara hep bir imrenme ile bakarken şu anlattığımız temel gerçekleri de hiç yoksaymaz. Mısır’ın mükemmel piramitlerinin, Eski Yunan’ın sanatsal ve felsefi mirasını bu gerçeklerin ışığında değerlendirir.
Sol sürekli toplumsal eşitlik halini gözetir. Bunun üniform, tek düze, totaliter bir toplum ortaya çıkartacağı sağın kadim iddialarından biridir. Sağ bu halin yani eşitlik üzerine bir toplum kurgulamanın sonuçta Sparta tarzı bir topluma varacağını söyler. Hatta mutlak eşitliğin totaliter toplum teorilerine bunun da sonuçta komünizme ve faşizme varacağını Popper’den Arend’e kadar iddia etmiştir. Bu yaklaşım aradaki köklü ayrımları yok saymış ve yeni sağ düşüncelere kaynaklık etmiştir. Bunlar sağı ve solu aşan görüşler olmayıp bilindik sağ görüşlerdir. Faşizm kapitalizmin iflah olmaz krizinden çıkış stratejilerinden biriyken komünizm kapitalizm dahil tüm mülkiyetli toplum hallerini aşılmasıdır.
Bir de eşitliğin insanlığın girişimciliğini, dinamizmini körelterek tembelliği teşvik edeceği, insanları aylaklığa sürükleyeceği ve ilerlemeyi köstekleyeceği gibi iddialar vardır. Aylaklık bir defa kötü birşey değildir. Sir Bertrand Russel “ Aylaklığa Övgü “ adında şahane bir kitap yazmıştır. Pek çok buluşun, yaratıcı atılımın, sanatsal başarının, bilimsel buluşun bu küçümsenen davranış ile mümkün olduğunu uzun uzun anlatmış ve aylaklığa övgüler düzmüştür. Dinamizmi, yaratıcılığı öldüren sağın toplumsal hiyerarşik modelidir. Çünkü bu durumda ancak bir avuç insan bu yetilere sahiptir ve bu yeteneklerini de önce doğayı sonra türlerini sömürmek için kullanırlar. Halbuki sol yaratıcı insan atılımını teşvik eder, doğaya sonra türüne ve en sonunda ürettiği ürüne yabancılaşan insani duruma son vermeyi ve gerçek bir özdeşliği yüceltmeyi amaç edinir.
Sol kavramsal ifadesine Fransız Devrimi ile kavuşmuş olsa da anlattığımız özellikleri ile tarihi insanlıkla başlamıştır. İnsanların büyük çoğunluğu kendilerini üstün, farklı, Tanrının seçilmiş temsilcileri olarak gören, gücü ve serveti elinde toplayan, yönetme hakkını uhdesine almış daha dar bir azınlığa karşı daima eşitlik özlemi ile isyan etmiş, başkaldırmıştır. İşte bütün bu umutlar, özlemler ve ütopyalar Fransız Devrimi’nin o herşeyi yerinden sarsan devrimci ikliminde sol olarak nitelendirilmiştir. Buradan hem modern zamanlara hem de öncesine ilişkin bir kurucu değer ve kerteriz üretilmiştir. İnsanlığın önceki tarihi de bundan sonra bu kavramsal tutumla yargılanmış ve değerlendirilmiştir.
İnsanlık önemli kopuşlar gerçekleştirmekle birlikte hala kapitalizm dediğimiz 500 yıllık sistemin egemenliğinde yaşamaktadır. Bu meta anlatının ürettiği sağ ve sol kavramları açıklayıcılıklarını bugünde devam ettirmektedir. Felsefi tutumlar, ideolojik tercihler ve siyasal tavır alışlar hala buradan kaynaklanmaktadır. Modernitenin kurucu nosyonu hala bu dikotomik yaklaşımdır. Bunu yok saymak, geçersizliğini ilan etmek ve başka dikotomiler üretmek sadece bunu yapanların şaşkınlığını ve körlüğünü ele verir.
Not: Buradaki yaklaşım kavramın kendi içindeki ayrım ve kopuşları dikkate almamaktadır.