Çinliler beş bin yılın verdiği bilgelikle kriz dönemleri için ' gökyüzünün altında kaos var, ama her şey mükemmel görünüyor ' demişti. Orta krallık pek çok kez dağılmış, sonradan tekrar toparlanmış ve ayağa kalkmasını bu bilgeliği sayesinde becermişti. Sadece içeriden gelen krizler değil, dışarıdan gelenler, 'barbar' dedikleri de uzun Çin tarihinde Orta Krallığı büyük krizlere süreklemişti. İşte bu bilgelikle krizlerin aynı zamanda fırsatlar sunduğunu deneyimleyerek öğrenmişlerdi. Çinliler diyalektik düşünüşü Batıda olduğu gibi 'ratio' üzerinden değil kadim düşünüşleri aracılığıyla öğrendi. Bu nedenle 20.yüzyıl Marksizminin en önemli temsilcilerinden Althusser Mao'nun ' Teori ve Pratiği ' karşısında büyülenmişti.
Bir diğer konjonktür ustası Lenin, siyasal iktidar krizini ' yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerinse eskisi gibi yönetilmek istemediği ' bir istikrarsızlık, dengesizlik ve karmaşa hali olarak görüyordu. Lenin'e göre yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi tek başına yeterli değildi. Normal, olağan dönemlerde buna benzer durumlar sıklıkla yaşanabilirdi. Bir krizi gerçek anlamda ‘ kriz ‘ olarak nitelendirebilmek için her iki koşulun birlikte, bir arada bulunması gerekiyordu. Yönetenlerin eskisi gibi yönetebilmek için denediği tüm yöntemlerin krizin büyüklüğü karşısında kısa sürede ıskartaya çıkması gerekiyordu. Denenen formüller sonuçsuz kaldıkça krizde kar topu gibi giderek büyüyecekti. Yönetenlerin krizi yönetememesi, başvurdukları yöntemlerin sonuç vermemesi, yönetilenlerin tepkilerini düzenin çizdiği çerçevenin dışına doğru sürükleyecekti. Krizin kontrolden çıkması radikal düzen arayışlarını gündeme getirecekti.
Lenin siyasal yaşamı boyunca gözünü bu fırsatlara dikti. Zayıf halka olarak nitelendirdiği Çarlık ülkesinin krizlere açık doğasını herkesten daha iyi kavramıştı. Ancak kavramak yeterli değildi. Dengesizlik halini aşabilmek için öznenin müdahalesine ihtiyaç vardı. Böyle bir özne sadece kriz döneminde ortaya çıkamazdı. Kriz, özneye krizi fırsata çevirmesi için imkanlar sunardı. Böyle bir özne uzun hazırlıklar içinde, zamanın sınavlarından geçerek tarihin kendisinden beklediği rolü yerine getirebilirdi. Yönetememe düğümünü kılıcını atarak çözebilmesi için öznenin gözünü ve kulağını dört açması gerekiyordu. En yakın arkadaşı Krupskaya'nın anılarına göre siyasal yaşamının büyük bölümünü sürgünde geçiren bu adam gözüyle, kulağıyla aslında Rus yoksullarının arasında yaşıyordu. Gövdesi sürgündeydi, ancak tüm zihni ile iktidar düğümünü yoksullar lehine çözmenin yol ve yöntemleri üzerine düşünüyordu.
Türkiye bugün büyük krizlerle karşı karşıya. Yukarıda yaptığımız açıklamalar belki gerçekçi bulunmayabilir. Hayalperest olduğumuz dahi ileri sürülebilir. Ancak ülkemiz bir yeniden kuruluş dönemine doğru hızla ilerliyor. İktidar değişse de değişmese de yeni bir kuruluş sürecinin içinden geçeceğiz. İktidarın kazanması halinde koyu bir karanlık bizleri bekliyor olacak. Rejimi ' diktatörlük ' olarak nitelendirmek aşırılık olmayacak. Geri dönüş eşiği çoktan aşılmış olacak. Siyasal sistem tam anlamıyla mefluç hale gelecek. Partilerin büyük bölümü ya kapanacak yada yoğun iç kavgalara sürüklenip etkisizleşecek. Siyasal İslam kazanımlarını tescilleyecek ve daha büyük bir kararlılıkla yoluna devam edecek. Muhalif olmanın, muhalefet etmenin şartları eskiye kıyasla misliyle zorlaşacak.
Muhalefetin kazanması halinde ise yeni bir dönemin perdesi açılacak. İktidara sandık marifetiyle son verilmesi değişim ve yenilenme beklentilerini arttıracak. Bu değişim yolunu bulmak için bekleyen suların baraj kapaklarının açılmasıyla çağlayarak akmasına benzeyecek. Değişimin derinliği ise bu isteği daha ileriye taşımak isteyecek aktörlerin müdahalesine bağlı. Geleceği okumasını bilen, hazırlıklarını buna göre yapan aktörler kriz karşısında daha donanımlı olacaklar.
Resmi muhalefetin sözcülerinin diline baktığımızda dahi değişim beklentisinin yoğunluğunu gözlemleyebilmek mümkün. Bu dili sadece bir aldatmaca olarak görenlerle işimizin olmadığını peşinen söyleyelim. Değişim baskısının, krizin yoğunluğunun siyasi aktörleri böyle konuşmak zorunda bıraktığını düşünüyoruz. Örneğin Davutoğlu yaşanılan krizin ' tek başlıklı değil çok katmanlı ' olduğunu söylüyor. Kılıçdaroğlu henüz bir programa dönüştürmese de ' neoliberalizmin iflasından ' bahsediyor. Akşener ise neredeyse dağa çıkmış bir İttihatçı gibi ' kahrolsun istibdat yaşasın özgürlük ' sloganı atıyor. Resmi muhalefetin vaatlerinin sonuna kadar gideceğini iddia etmiyoruz. Aşağıdan bir tazyik gelmediği taktirde bu açıklamaların bir ' hoş sada ' olarak kalma ihtimali olduğunu da yabana atmıyoruz.
Krizin gerçek anlamda bir fırsata dönüşmesi, ' her şeyin mükemmel görünüyor olması ' memleket solunun göstereceği ferasete bağlı. Eğer sol üzerindeki ürkekliği atabilirse, çok uzun süredir içine sürüklendiği ataletten kurtulabilirse bunu başarabilir. Solun savunmacı pozisyondan artık çıkması gerekiyor. Uzun gericilik yılları soldaki savunmacılığı bir alışkanlığa, konformizme dönüştürdü. Baskıları göğüslemek, ideolojik karışıklığa son verebilmek için belki buna ihtiyaç da vardı. Ancak bu dönemin olması gerekenden çok uzun sürdüğünü düşünüyoruz.
Memleket solunun hızla kendisini gözden geçirmesi gerekiyor. Sol kendisini krizden sonra değil krizin içinde kuracak. Krize kendi çözümleriyle, alternatifiyle cevap verecek. Solun devre dışı kaldığı uzun yıllarda oluşmuş renksiz statükoyu hamleleriyle ters yüz edecek. Devleti ve dolayısıyla iktidarı yeniden düşünecek. Ülkeyi yönetme iddiasını tekrar kuşanacak. Solsuz bir memleketin iktidar değişse dahi eskisinden esasta çok farklı olmayacağını halka gösterecek. Tüm bunların olabilmesi için herkesin bulunduğu yerden kafasını kaldırıp birbirine ne yaptığını sorması gerekiyor. Ülkelerin tarihinde çok sık rastlanmayan bir yeniden kuruluşun eşliğinde sol olmanın hakkını verebiliyor muyuz sorusuyla cesaretle yüzleşmek gerekiyor.
Kendinden memnuniyetin adı sol olamaz. Sol arayıştır, çaredir ve çözüm umudu olmanın adresidir. Sol tarihinin hiç bir döneminde memleket siyasetinde bu kadar etkisiz olmamıştı. Bu hem kendi tarihine hem de uğrunda onlarca bedeller ödediği bu halka haksızlıktır. Sol potansiyelinin çok gerisinde bir yere çekilmiştir. Şimdi bu potansiyel başka çözüm vaatlerine eklemlenerek alanı boşaltmaktadır. Zaman kendini koruma, yan yana gelmekten kaçınma, kadro biriktirme dönemi değildir. Memleket yeniden kurulurken iddialı biçimde bu kuruluşun içinde yer alma dönemidir. Solun bu sorumluluk ve dürtüyle davranması gereken bir eşikte bulunuyoruz. Tren kaçırıldığında, fırsatlar değerlendirilemediğinde, demokrasimiz güdük kaldığında, krizin faturası yoksullara çıkartıldığında bu defa kimseye kızma hakkımız olmayacak.