Aydın toplumsal sorumlulukları olan insandır. Aydın angajedir ve kendini toplumsal gelişimden soyutlayamaz. Tavır ve duruş sahibidir. Yaşadığı toplumla arasında içsel bağlar kurulduğuna inanmıştır. Aydın iktidarın yardakçısı ve yaltakçısı değildir. Onun varoluşu iktidarlara rağmendir. Herkesin sindiği, sustuğu ve sesini çıkarmadığı yerde söz alır. Gücünü erdeminden, doğruluğundan alır. Muktedirler varlığından hoşnut değil rahatsız olurlar. Aydın toplumun vicdanını temsil eder. Vicdanların sessiz kaldığı yerde onun vicdanı harekete geçer. İktidar sahipleri aydının varlığına tahammül edemez. Kara çalma, iftira ile onu itibarsızlaştırmaya çalışır. Aydın kendi bildiği yolda gerektiğinde tek başına yürür. Kitle insanı değildir ve sıradanlığa prim vermez. Çoğunluğun beğenilerine, ön yargılarına teslim olmaz. Tüm bunlara rağmen içinde yaşadığı topluma büyük bir tutkuyla bağlanmıştır. Toplumunu yüceltmek ve insanlık ailesinin onurlu bir üyesi yapmak ister. Bu bağlanış gücünü değerlerden, ideallerden kısaca iyi olandan alır. Aydın yaşadığı toplumu hep bu değerlerle donatmak ister.
Sartre 20.yüzyılın en büyük aydınlarındandır. Her türde kalem oynatmış ve geriye ölümsüz eserler bırakmıştır. Felsefeden romana, tiyatrodan denemeye, biyografiden öyküye her dalda kusursuz bir üretkenliğe sahiptir. Sartre hiçbir zaman sırça köşküne çekilmiş bir entelektüel olarak yaşamadı. Kendini çağına ve yaşadığı topluma karşı hep sorumlu hissetti. Angaje olmak kavramını o üretti. Angaje olmak yani bağlı, yanlı olmak demekti. Angajman güçlülere karşı zayıf olanları savunmak, sesi çıkmayanlar adına konuşmak, söz almaktı. Fransız sömürgeciliğinin yürüttüğü Cezayir Savaşı karşısında Cezayirli gerillalardan yana tavır aldı. Fransız ırkçılığı ve şovenizmine karşı mücadele etti. Fransız sağı bu durumu içine sindiremiyor ve Sartre'ı linç etmek istiyordu. Onların karşısına De Gaulle dikildi ve 'Sartre'ın Fransa olduğunu' söyledi. Sartre'ın doğruluğu ve dürüstlüne o kadar inanılmıştı ki 'Raymond Aron ile haklı çıkmaktansa Sartre ile yanılmayı tercih ederim' deniliyordu. Sartre ulusun vicdanı haline gelmişti ve bunu muktedirler bile kabullenmek zorunda kalmıştı.
Aydın aydınlanmanın ürettiği bir kategori olsa da Sokrates aydın olmanın birçok özelliklerine sahipti. Sokrates'te Atina'ya çok bağlıydı. En zor anlarında dahi terk etmek hiç aklından geçmedi. Arkadaşlarının, dostlarının kaçma tekliflerini hep reddetti. Atina'yı çok seviyordu, ancak sevgisi soyut değildi. Sokrates Atina'daki izonomiyi yani tahakkümsüzlüğü seviyordu. İzonomi tahakkümsüzlük, hiyerarşiden uzaklık ve eşitlik demekti. Felsefenin pratikte yaşanabileceği ortam bir izonomia idi. Tanrıların yokluğu felsefe ile ikame edilmişti. Felsefe pratikte tam bir eşitlik ve dostluktu. Eşitlik, ancak otonom, özgür ve özerk bireyler arasında kurulabilirdi. Dostluk ise çok geniş bir kavramdı. Yabancılaşmanın araya girmediği bir ilişki biçimiydi. Bir kişinin dünyadaki yaşamının anlamı kurduğu dostluklarla ölçülüyordu. Yaşama sanatında bilgeleşenlerin dostları olurdu. Kamusal yaşamın sıhhati de dostlukların sağlamlığına bağlıydı. Kamusal alan daha çatışmadan, gerilimden uzak tasavvur ediliyordu. Doğrudan demokrasinin olduğu yerde çatışma sınırlıydı. Ancak başkalarıyla savaş kamusal alanı sınırlıyor, daraltıyordu.
Sokrates savunmasında Atinalılara yokluğuna en çok onların üzülmesi gerektiğini söylüyordu. Tanrının bir lütfu olduğunu belirtiyordu. Yokluğunun büyük bir kayıp olacağı konusunda uyarıyordu. Sivri dili ile kendini bir at sineğine benzetmişti ve şunları söylüyordu; ' Kesmeyin sözümü Atinalılar; dileğimi anımsayın, ne dersem diyeyim kesmeyin, dinleyin, kulak verin sözlerime; dinlemeniz sizin yararınıza olacaktır sanırım. ... Benim gibi bir adama aldırmayıp öldürtürseniz, bana değil kendinize kötülük etmiş olacaksınız. ... Gerçekten öldürtürseniz beni, ne denli gülünç de olsa bir benzetmeye izin verin, büyük ve yiğit ama büyüklüğünden dolayı ağır, yavaş olan ve dürtülmesi gereken bir atı andıran devleti yerinden oynatmak için tanrının tebelleş ettiği benim gibi bir at sineğini kolay bulamazsınız. Ben tanrının devletin başına tebelleş ettiği bir at sineğiyim; her gün her yerde dürtüyor uyarıyor, azarlıyorum, ardınızı bırakmıyorum. Benim gibi birini kolay bulamayacaksınız, yargıçlar, onun için beni esirgemenizi, kendinizi benden yoksun bırakmamanızı salık veririm.'
Sokrates'in savunmasına tümüyle Sokratik bir ironi hakimdir. İronik diliyle adeta bir at sineği gibi Atinalıları ısırmaktadır. Onları rehavete dalmakla, uyuşukluğa kendini bırakmakla ve uykuya dalmakla suçlamaktadır. Atinalılar bu halleriyle polislerine hakim olan erdemleri çiğnemekte ve uzağına düşmektedir. Sokrates'in tüm yaptığı Atina'yı farklı, özgün, başka yapan değerleri korumaktır. O doğrucu bir Davut olduğunu bildiğinden ve kamu yaşamına katıldığında bu özelliliğinin başına açacağı işleri hesap ettiğinden politikaya bulaşmamıştır. Sokrates Atinalıların yenilgisi ile sonuçlanan bir deniz savaşı sonrasında kurulan komisyonun üyesi olmuştu. Sokrates komutanların yargılanmasına izin vermeyen tek üyeydi. Atinalılar yasaya aykırı olmasına rağmen komutanları cezalandırmak istiyordu. Öfkeden burunlarından soluyorlardı. Bu işe tek karşı çıkan o olmuştu. Bu defa okları ona çevirmişler ve faturayı ona çıkartmak istemişlerdi. Çok geçmeden yanlışlık anlaşıldı ve Sokrates'in haklı olduğu ortaya çıktı. Herkesi karşısına almak pahasına Sokrates bildiği yoldan taviz vermemişti. Şimdi Atinalılara bunları hatırlatıyordu. Kendini öldürdükleri taktirde pişman olacaklarını, ancak bu işin telafisinin olmayacağını söylüyordu.
Sokrates'in bu tavrı aynı zamanda bir demokrasi eleştirisiydi. Çoğunluğun dediği her zaman doğru olmazdı. Ancak demokrasi çoğunluğun dediğiydi. Kendini kaybetmiş kitleler, suçlu arayan kalabalıklar öfkelerini yöneltecekleri hedef ararlar. Çok düşünmeden, muhakeme yürütmeden suçlayacak birilerini bulurlar. Çokluğun kararı adalet, doğruluk anlamına gelmez. Çoğunluk çokça eğri olanı tercih eder. Politikacılar, Sokrates' e göre söylevciler yani retorikçiler çoğunlukla ters düşmek istemezler. Hatta belagatları ile çoğunluğu galeyana getiren onlardır. Sokratik kişilik çoğunluğun söylediğini değil doğruyu kerteriz alır. Sokrates'in doğru dediği adil olandan başka bir şey değildir. Aydının temel özelliği de aynı değil midir? Her zaman ve her yerde doğrunun savunucusu olmak. Sartre yasaklanan Mao'cu gazeteyi Paris sokaklarında işte bu yüzden elinde tutmuş ve dağıtmıştı.