Siyaseti Kim Yapacak?

Hacı Hüseyin Kılınç

Bu sorunun doğrudan cevabı elbette herkes olmalıdır. Siyaset hiçbir sınıfın, zümrenin, tabakanın tekelinde olmamalıdır. Aristoteles Politika’sında insan bir zoonpolitikondur diyordu. Yani insanı diğer canlılardan ayıran en özelliği toplumsal bir varoluşa sahip olması ve bu özelliğinin doğal bir sonucu olarakta hakkında verilen kararlar üzerinde söz sahibi olmasıydı. Bu özellik sitenin yönetimine katılmayı, alınan kararlar üzerinde etkili olmayı gerektiriyordu. Aristotelesçi politika yapmanın en önemli veçhesi buydu. Politika herhangi bir kesimin tasarrufunda bulunan bir düzlem değil toplumsal varoluşa sahip her insan tekinin dahil olması gerekli bir sürecin adıydı. Bu yaklaşımı esas alırsak ki en klasik yaklaşımlardan biridir politika kişinin kendi ve başkalarıyla yaşadığı ortak varoluşu üzerinde söz ve karar sahibi olmasıdır. Katılımcılık bu yaklaşımın nirengi noktasıdır. 

Aristoteles’in tanımı sitenin bütün yurttaşlarını içermiş olsa da kapsayıcılığı çok dardı. Çünkü yurttaş olmak için yeterli mal mülke sahip olmak , belagat sanatında ustalaşmak ve erkek cinsinden olmak zorunluydu. Yurttaş zorunlu emek kategorisinin dışına çıkabilme imtiyazına sahip olanları kapsıyordu. Edindiği mal mülk ile toplum dediğimiz kurmacanın ancak sınırlı bir bölümü bu hakka sahipti. Mecburi emekleri ile üretim yapan köleler, siteye sığınmak zorunda kalan yabancılar ve bir cins olarak kadınların politika yapma hakları yoktu. Maldan mülkten dışlananlar, yoksun bırakılanlar Aristoteles’e göre toplumsal varoluşun en yüce etkinlik alanı sayılan politikanın dışında kalıyordu. Çoğunluğu oluşturanların karar verme, söz sahibi olma, birlikte yaşamın kurallarını düzenleme hakları ellerinden alınıyordu. 

Türkiye tarihi bir seçime doğru gidiyor. Eğer Erdoğanizm sandıkta yenilirse ülkemiz yeni bir ufka yüzünü çevirmiş olacak. İçine girilecek süreç ya demokratik bir cumhuriyete evrilecek ya da devletçi bir restorasyona uğrayarak yerimizde saymaya devam edeceğiz. Seçim sathı mailine girilmiş olması nedeniyle değişim beklentileri had safhaya ulaşmış durumda. Partiler çok kısa bir süre sonra milletvekilliği listelerini Yüksek Seçim Kuruluna teslim edecek. Milletvekilliği listeleri karşımıza geldiğinde siyasi partilerin bu değişim beklentisine kulak verip vermediklerini de göreceğiz. 

Siyaset her zaman profesyonel bir meslek oldu. Modernliğin yarattığı işbölümü siyaseti bir meslek haline getirdi. Sitede siyaset yurttaşa tanınmış bir imtiyaz iken modernlikte siyaset profesyonel meslek sahiplerinin bir uğraşı haline dönüştü. Siyaset zorunlu emek kategorisinde işgücünü hergün iş piyasasına çıkarmak mecburiyetindeki birisi için yapılabilir olmaktan çıktı. Siyaset bu imtiyaza sahip profesyonel meslek erbabının, iş insanı olarak sunulan sermaye sınıfının, çalışmadan yaşayabilecek imkanlara sahip rantiye zümrelerin, finans piyasalarında oyuncu olup paradan para kazanmayı meslek edinmişlerin bir faaliyetine dönüştü. Bunlar hobileri, alışkanlıkları ve siyasete bakış açıları ile giderek bir kast görünümü edindiler. 

Siyasi partilerin birçoğu kitle partisi hüviyetine sahip olsalar bile bu kimlikleri herkesten oy almaya dönük yüzlerinin bir yansıması. İş seçilme, temsil edilme imkanı yakalamaya geldiği anda siyasi partilerin bu özellliklerinden uzaklaştıklarını görüyoruz. Kitle partisi hüviyetine sahip siyasi partilerde dahi siyaset yapma hakkı sayıları çok fazla olmayan profesyonel siyasetçi denilen bir zümreye ait bulunuyor. Kurdukları klientalist ağlar, sağladıkları patronaj ile bu kesim partilerdeki karar mekanizmalarına yön veriyorlar. İstediklerini seçtirip istemediklerini seçtirmeme hakkını ellerinde bulunduruyorlar. Kastik bir işleyiş söz konusu olduğundan seçenler ve seçilenler arasındaki ilişkiler kapalı devre çalışıyor. Kitle tabanını oluşturan geniş yığınlar siyasetin bir öznesi değiller. Öznellikleri mekanizmanın hayata geçirilmesiyle sınırlı. Karar süreçlerinden tümüyle dışlanmış vaziyetteler. Siyasetle kurdukları ilişki biraz daha yukarıya çıkıldığında klientalist ağlara dahil olmak ve siyasetin yarattığı imkanlardan istifade etmekle sınırlı. Kendilerine biçtikleri faillik daha ötesine gitmiyor.

Bu sistem bilinçli bir tasarımın ürünü olarak hayata geçirildi. Amaç halkı siyasetten uzaklaştırmaktı. Siyasal Partiler Kanunu siyaseti tamamıyla dikey bir mimari üzerinden kurguladı. Genel merkezlere olağanüstü yetkiler verildi. Bu yetkiler siyasi partilerde lider etrafında kümelenmiş oligarşileri  doğurdu. 12 Eylül ürünü bu düzenek bir çivisi dahi sökülmeden bugünlere geldi. Siyaset erbabı memlekette her şeyin değişmesini vaat etti, ancak kendi konfor alanını bunun dışında tuttu. Bundan dolayı tüm partilerin örgütlenmesi dikey ve alabildiğine bürokratik. Hareket tarzında örgütlenmiş bir siyasal modelleme söz konusu değil.

Bu model siyasetin toplumsallaşabileceği kaynakları kurutmak üzerine düzenlendi. Halkın siyasete katılım kanalları kasıtlı olarak tıkandı. Zorunlu emek kategorisindeki biri siyasetle uğraşabilecek ne boş zamana ne de bu uğraşının gerektirdiği asgari sermaye birikimine sahip. Siyaset üretildiği yapısallık nedeniyle aşağıdan gelen isteklere kapalı. O nedenle çalışan halk sınıflarının siyaset yapabilmesinin önü tıkalı. Ne bir emeklinin ne bir işçinin ne de bir ev kadının siyaset yapma hakkı bulunmuyor. Sitedeki dışlayıcılık resmi ve kurumsaldı. Hiyerarşik olarak örgütlenmiş bir toplumun doğal sonucuydu. Köleler, yabancılar ve kadınlar bunu doğal sayıyordu. Demokratik olduğunu iddia eden siyasi partilerde ise bu durum aksi yazılmasına karşılık sessizce kabul ediliyor. Sessiz mutabakatlar, aleni çıkar örgütlenmeleri, kastik yapılar siyaseti bir avuç profesyonelin işi haline getiriyor. 

Bir yeniden kuruluşta siyaseti kimin, kimlerin yapacağı sorusu can alıcı bir önem taşıyor. Memleket belki de bir devrim anlamına gelebilecek bir yeniden inşaya soyunacaksa siyaset profesyonel meslek erbabının işi olmaktan çıkarılmalı. Siyaset halk sınıflarına sonuna kadar açılmalı ve en başta da siyasi partiler kanunu ve parti tüzükleri baştan aşağı yenilenmeli. Bunu en başta da değişim umudunu arkasına almaya niyetli partiler yapmalı. Hiç birinin seçme ve seçilmeye ilişkin hükümleri demokratik değil. Mekanizma parti oligarşilerinin konumlarını muhafaza etme yönelik olarak işliyor. Aşağıdan yukarıya doğru bir işleyiş hiç birinde bulunmuyor. Toplumsal işbölümüyle yapısallık kazanmış ve hukuki düzenlemeler ile de tahkim edilmiş sistem demokratik dönüşümün önündeki en büyük ayak bağlarından birini oluşturuyor.

Aristotelesçi bir politika tahayyülünü hep diri tutmaya kendini vermiş bir filozof olan Hannah Arendt’e göre politika insana yücelme hissi veren en önemli praksisti. Kantçı bir içerikle yüklü ‘yüce’ kişiye aşkın bir içerikle  bütünleşme hissi veren şeydi. Yücelme sonsuzluğun, sınırsızlığın içinde olma hissi bırakıyordu. Kant bu duyguyu önce dinin ürettiğini düşünüyordu. ‘Yargı Yetisinin Eleştirisinde’ estetiğinde aynı kaynaktan beslendiğini söyledi. Estetiğini dini ikame olarak kurgulayan filozofa göre has sanat eserinin insanda bıraktığı etki de tıpkı aynıydı.   

Bu çizgiye göre politika ile estetik arasında bir ayrım yoktu. Politika yapmak ile bir sanat icra etmek arasında aşılmaz duvarlar bulunmuyordu. İkiside insani yaratıcılığı harekete geçiriyordu. Usta politikacılar işte bu yüzden politikayı bir sanat olarak görüyorlardı. Yaratıcı politikada zanaatçılık ile sanat bir aradaydı. Zanaatçılık emeği, ince işçiliği ve titizliği yansıtırken sanat atılıma, yaratıcılığa ve cürete karşılık geliyordu. Hepsinin kaynağında insanı nesneleştiren süreçlere bir meydan okuma vardı. İnsan ancak politika yaptığı taktirde toplumsal varoluşunun farkına varabilir ve içinde yaşadığı toplumsal formasyona bütünlüklü bir yerden bakabilirdi. Bunu sanat gibi gördüğü taktirde insani bir yücelmeyi fark edebilir. Bu hak bazılarına değil herkese açık olmalıdır.