nsanın yaşama içgüdüsü sonucu avcılık ile başlayan ve geleceği kurma mücadelesinin bir sonucu olarak gelişen/oluşan iş ve mesleklerin bazılarının zaman içinde işlevini yitirerek ortadan kalkıp, günümüzde var olan bilinen bütün mesleklerin ortaya çıkmasında birer katalizör olduğunu unutmadan konuşacak olursak; siyasetin, her insana, her canlıya, her damla suya, her dikili ağaca, bitkiye, soluduğumuz havaya, kısacası yaşamımıza etki eden en temel uğraş olduğunu iddia edebiliriz.
Günlük yaşamda hastalandığımızda mümkünse en iyi doktoru, ihtiyacımız olduğunda işinde başarılı bir mühendisi, evimizin bir sorunla karşılaştığımızda en iyi ustayı, içeceğimiz suyun en iyisini, yiyeceğimiz bir elmanın, marulun, narın ilaçsızını, domatesin hormonsuzunu ister, tercih etmeye çalışırken, tüm bunları da kapsayan toplumsal yaşamın kurulması ve yönetilmesi sürecinde, içeceğimiz suya, soluyacağımız havaya, yiyeceğimiz yemeğe, giyeceğimiz giysiye, oturacağımız konuta, okuyacağımız kitaba, öğreneceğimiz mesleğe, çalışacağımız işe ve dolayısıyla tüm bunlara bağlı olarak da ne kadar yaşayabileceğimizin tamamına en fazla etki eden süreç siyaset, en büyük söz sahibi olan da siyasetçilerin ta kendisi.
Hal böyleyken, Platon'dan beri siyasetçilerin toplumun en seçkin, en rafine, en bilgili insanlarından oluşması gerektiği söylene gelirken, sadece bizim ülkemizde değil, neredeyse dünyanın her köşesinde, genellikle, toplumun en asalak bireylerinden oluşması neden acaba?
Siyasetin görevi bir şeyleri gerçekleştirmek, yapmak, oldurmak; yani aktif olarak toplumsal yaşamın ve devlet ile vatandaşın ilişkilerinin düzenlenmesiyken; siyasetçilerin yaptığı insanları iyi bir konutta oturabilirsiniz, iyi bir eğitim alabilirsiniz, sağlığınız bozulduğunda en iyi doktorlara en iyi hastanelerde tedavi olabilir, en iyi ve sağlıklı yiyeceklerden yiyebilir ve en şık giysileri giyebilirsiniz, en pahalı otomobile sahip olabilirsiniz vaazları vermekten fazlası olamıyor.
Lafın özü, Türkiye'de ve dünyada, siyaset kurumu aktif olarak bir şeyleri inşa etmekten tamamen uzaklaşmış, insanların hayat şartlarını geliştirmek için gerekli aksiyonları alma görevini tamamen terk etmiş durumda. Sanki insanların önünde sınırsız bir özgürlük alanı ve hayatlarını kurabilmek ve istedikleri doğrultuda yönetebilmek imkanları varmış gibi, siyaset kurumunun tek yaptığı şey insanlara iyi bir hayat için ne yapmaları, nasıl yaşamaları ve nasıl davranmaları gerektiği konularında vaaz vermekten fazlası değil. Bu verilen vaazların alt metni ise her zaman aynı: "Elimizdeki şartlar bunlar, dünyanın düzeni böyle, buna adapte/razı olmak zorundayız."
Bunun en güncel örneklerinden bir tanesi, kadın cinayetleri, tecavüz, istismar gibi kadını ya da cinsiyeti objeleştirerek merkeze koyan şikayet, serzeniş, örgütlenme ya da mücadele yöntemleri.
Ortadaki problem, yüzyıllardır, kadının toplumsal rolünü ve dolayısıyla ekonomiye katkısını bir iş gücü üretim merkezi olarak annelik üzerinden şekillendiren, bunun dışında ise bir metadan fazlası olarak değerlendirmeyen bir üretim ve tüketim zincirinin varlığından kaynaklanıyor. Kadınların toplumdaki rolünün (ya da rolsüzlüğünün) sebeplerini açığa çıkartıp düzeltmesi, sorunu kökünden çözmesi gereken siyaset kurumunun derdi ise biriken haklı enerjinin kurulu düzende gedik açmasını önleyecek şekilde boşalabilmesi için festivaller düzenleyip en başarılı kadın hakları savunucularını seçmek, kadın dernekleri kurdurup sınırlarını sermayenin çizdiği bir toplumsal rol dağılımı içerisinde kota talebi mücadelesi verdirmekten fazlası değil.
Düzen siyaseti renkli yürüyüşler, şarkılar, sosyal medya paylaşımları, pahalı dernek etkinlikleriyle 'kadın' 'sorunu'yla mücadele ededursun; şiddet, baskı ve cinayete giden bir kapan içerisinde çaresizce yaşayanların düzen siyaseti içerisindeki seçenekleri ise, susup kabullenerek, aklını, bedenini, ruhunu teslim etmek, veya ölmek ya da öldürmekten fazlası değil.
Bu kirli düzene de, ona meşruiyet sağlayan asalak siyasetçilere de, onların dayattığı prezantabl 'sorun'lara da, bunların renkli 'çözümlerine' de mahkum değiliz.
Topluma ve insana dair tüm problemlerin kaynağının aynı noktaya çıktığını, kadınların problemlerinin çiftçilerin veya asgari ücretlilerin problemlerinden bağımsız olmadığını, tüm bunların kaynağının insanı metalaştıran bu ekonomik düzende yattığını büyük bir dirayetle öğrenmeden ve öğretmeden çözüme ulaşabilmemiz mümkün değil.
TURGAY DEVELİ
24. Dönem Adana Milletvekili.