“Başka başka gıdalar, başka başka fikirler çıkarır: Pirinç, Buda dinini yaparken, Alman metafiziği, biranın mahsulüdür.” Mithat Cemal KUNTAY
Özellikle son on yıldır, Adana’ya dair eleştirilerimde şırdanı bir metafor olarak sıkça kullandığıma; yakın arkadaşlarım, gazeteciler, birlikte kültür-sanat tartışmaları yaptığım insanlar, STK muhiti, program yaptığım ahbaplarım yakinen şahittir. Çok yakın bir tarihte yaptığımız canlı yayında, yine şırdanı bir simge ve metafor olarak kullanmam üzerine, program arkadaşım neşeli bir çehreyle uyarmak zorunda kalmıştı.
Adana’nın son yıllarda teslim olduğu banalite ve lümpenliğin bariz göstergesi olan kimi Adanalı sosyal medya hesaplarının sıklıkla şırdan üzerinden yaptıkları basitlikler ve bayağılıklar mı desem, ya da şeklen hilkat garibesi görünümünde olan, pişirim ve sunumundaki basitliğiyle, anti estetik tasarımıyla bizatihi şırdanın tahrikiyle mi desem, Adana’nın şanlı kültürel geçmişine sünger çekip, karabasan gibi çökmesi, sıklıkla olmasa da yemekten imtina etmediğim bu şekilsiz varlığa karşı beni teyakkuza sevk edip, şerh koymak zorunda kaldığım bir süreci başlattı. Aynı duygu ve düşünceyi nargile için de düşünüyorum.
İlk kıpırdanışı 1980 sonrası, esas patlayışı ise 2000 sonrasına denk gelen şırdan tüketiminin, ifade ettiğim yıllarda yeşermesinin kültürel nedenlere dayandığını, sebep ve sonuç olarak saiklerinin bulunduğunu, en nihayetinde, lümpen kültürün mücavir alanında boy attığını bugün daha rahat söyleyebilirim. Yemek-içmek meselesinin, kültür dediğimiz medeniyet deryasında bir şube olduğu gerçeğini, ilerde yazacaklarıma ışık olması dileğiyle de ayrıca not etmek isterim.
Geçen hafta Adana’da “Şırdancı Bedo” ismiyle matuf, şöhretli bir mekânın, korona tedbirleri çerçevesinde, kuralları ihlal iddiasıyla yaptırıma maruz kalması, ardından işyeri sahibinin işyerindeki tüm masa ve sandalyeleri yol ortasında, onlarca polis aracı ve personeli önünde parçalayarak orantısız tepki göstermesi, sıradan bir yiyeceğin boy attığı kültürel ortam ve sonuçları; devlet-toplum ilişkisi, kamu otoritesi, Demokrasi, güvenlik bürokrasisi, mevcut idari ve siyasi kadroların popülizmle münasebeti ve ahalinin lümpenlikle ilişkisinin boyutlarını göstermesi açısından hayli ciddi malzeme ve gözlem imkânı sunması yanıyla benim açımdan şaşırtıcı olmuştur. Hazin boyutunu kenarda tutuyorum.
Abartayım; Şırdancı Bedo bizlere, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı paradigma değişikliğini aracısız, saf ve rafine bir şekilde göstermiştir.
İş yeri sahibi boyutuyla;
Pandemi sürecinde bir yılı geride bırakırken hiç şüphesiz bu durumdan en fazla zarar gören sektör servis hizmeti veren lokanta, kafe, restoran tarzı işyerleri olmuştur. Bu süre içerisinde ilk defa bu denli bir tepki ekranlara yansımıştır. Taşkınlığın olması daha muhtemel bar ve meyhanelerde dahi, geçen yaz aylarında böyle bir duruma rast gelmedik.
İlgili işletmenin sahibi ve talimatları doğrultusunda hareket eden çalışanlarının ortaya koyduğu tavır, yeni Türkiye’nin sivil itaatsizlik eylem biçimidir.
Bir yönüyle, bugünkü zemin itibariyle gösterilen tepki “Demokratiktir”. Zira herhangi bir kişinin burnu kanamamış, her hangi bir memur ya da sivil zarar görmemiştir. Türk/Doğulu/Asyalı demokrasi örneği olarak kaydedilebilir. Çok ciddi cirolarla faaliyet gösteren işletmenin bu tavrının politik/siyasi/ekonomik bir özgüveni yansıttığına inanmakla beraber, kültürel bir meşruiyetinin hem ahali, hem devlet nezdinde olduğunu ilerleyen günlerde de görmüş olduk. Dört başı mamur bir meşruiyetten söz ediyorum. Kültürel naiflikten mahrum bir kültür, bundan beslenen siyaset, devamında bu siyasete amade idare ve bu durumun tribündeki alkışlayıcısı ahali.
Emniyet bürokrasisi açısından;
Kadın göstericilere dahi müsamahasız davranan, LGBT aktivistlerine karşı hayli celalli olan, Baro başkanlarını tartaklamaktan imtina etmeyen, özellikle son yıllarda almış olduğu pozisyonla AK Partili yetkililerin dahi tepkisine neden olan emniyet güçlerinin, şırdan esnafına olan müsamahası İsveç ve Norveç Demokrasilerinin çok üzerindeydi. İyi ki de öyle davrandılar, esnafa şiddet uygulansın anlamına gelmemesi açısından bu notu düşüyorum. Burada kanunu uygulayan kamu otoritesine pervasızca meydan okuyan esnafa karşı gösterilen hümanizma, neden siyasete, hukuksuzluğa, her türlü kirliliğe tepki gösteren çok çok daha medeni eylemlere gösterilmez?
Yukarda ifade ettiğim yeni paradigma, şırdan eylemini kutsal ve masum görecek kadar maalesef banaliteye/popülizme teslim olmuş durumda. Bunun tipik yansımasını o gece gördük. Kamu otoritesi şırdana, o gece “Hindistan’da İnek” muamelesi yapmış, şırdan garibesini hassas davranılması gereken kültürel bir objeye dönüştürmüştür. Sonraki gelişmeler bu tavır ve tarzın halkta makes bulduğunu göstermiştir.
Vatandaş açısından;
Olayın akabinde Adana halkı sosyal medyada seferber olmuş, şırdancı esnafının kabul edilmesi asla mümkün olmayan eylemini sahiplenmiştir. Bir gün sonra Twitter Türkiye gündeminde önce 2 daha sonra 1 numara TT (Trend Topic) olmuştur. Bu gösterge, şırdanın artık sıradan bir yiyecek olmaktan çıkıp, bir yaşam şeklinin tezahürüne dönüştüğünü göstermiştir. Yaşamım boyunca gıda ve kültür, gıda ve siyaset ilişkisini bariz bu kadar net anlatan başka bir veri şu ana kadar görmedim. Bizim coğrafyamızda bu başlıklarla alakalı ciddi entelektüel metinlere vesile olması yanıyla, züğürt tesellisini de ayrıca değerli görüyorum.
Siyasetin, her türlü araç ve gereci kullanarak yarattığı yeni halk tipolojisinin maalesef; sanatın, sinemanın, edebiyatın başkentinde yaşadığı şehri çoraklaştırmaktan başka bir işlevi olmayacaktır. Onca kötülüğüne rağmen siyaset kurumunun aktörlerine “aynı bize benziyor” diyerek meşruiyet sağlayan tipoloji budur.
O gece; şırdancı esnafı, emniyet özelinde idare ve halk el ele vererek, yeni Türkiye’nin/yeni Adana’nın tablosunu çizmiştir.
Hal ve gidiş iyi değildir