Türkiye'li bir entelektüel daima bir yol sapağındadır. Demokrasi gelmediği için her daim demokrasiye meftundur. Özlemini duyduğu şeyin yakınlaştığını hissettiğinde oyunbozanlık etmekten kaçınır. Çünkü demokrasi iyi birşeydir ve en azından demokrasi güçlerinin inandığı bir meselede rüzgara karşı durmak doğru değildir. Türkiye'nin demokratik kamuoyu her şeyin yolunda gittiği bir anda aralarından çatlak seslerin çıkmasından hoşlanmaz. Aslında bu demokratik kamuoyunun neliğinin de tartışılması gereklidir. Sivil toplumcu ve liberal özgürlükçü değerlerle donanmış olduğu için bu paradigmanın dışındaki uyarılara kulaklarını tıkar. Yine de bu çevreyi etkilemek istediğiniz ve arayüzler bulmaya ihtiyaç hissettiğinizden fikirlerinizi esnetmeniz gerektiğine inanırsınız. Bu kamuoyu bir yanıyla da kimlikçidir. En önemli bileşenlerini Kürtler ve Aleviler oluşturur. Bu iki kesim Türkiye'nin en önemli demokratik bileşenlerini oluşturur. Yüzlerce, onlarca yılın demokratik özlemlerini taşırlar. Her zaman devletin gadrine uğramışlar ve öteki muamelesi görmüşlerdir. Onların demokratik özlemlerini hissetmemek ve mücadelelerine destek olmamak eşyanın tabiatına aykırıdır.
Normal bir Türk demokratı için demokrasi sorunun çözümü bu iki başlıkta adım atılmasına bağlıdır. Dolayısıyla bu perspektiften bakıldığında ufkumuzun sınırını çizen şey en fazla radikal demokrasidir. Bir siyasal strateji olarak radikal demokrasi demokrasinin bizatihi kendinin amaçsallaştırılmasıdır. Demokrasinin biçimsel eksiklerinin telafisi bu işin başlangıcında yer alır. Böylesi peyder pey kazanımlarla demokrasi derinleşecek, demokratik bir kamusallık oluşacak ve iletişimsel aklın devreye girmesiyle beraber toplum sağlıklı bir müzakere ortamına ulaşılacak ve konuşulamayan birşey kalmayacaktır. Sosyalizmin bir ufuk çizgisi olarak ortalıktan çekildiği andan bu yana demokratların siyasal stratejisi bu bağlam içinde düşünülür.
Türkiye'nin demokratik kamuoyu seçimlere bu ruh hali içinde hazırlandı. Karşısındaki rejimin ne olduğunun derinlemesine bir analizini yapmaktan yoksun biçimde seçimlerin kazanılacağına ve demokrasi için yeni bir başlangıç yapılabileceğine inandı. Rejimin tanımında otoriterlik vasfı ön plana çıkartıldı. Bu açıklamaya en fazla yarışmacı bir otoriterlik olduğu eklendi. Akşener bir tarihçi olduğunun sürekli altını çizerek istibdat nitelemesini de kullandı. Tek adam gibi istibdat da popüler bir nitelemeydi. Neleri içerdiği ve bir istibdada karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği hususları üzerinde uzun boylu düşünülmedi.
İstibdattan kurtulmak gerektiği konusunda muhalefetin tüm bileşenleri arasında tam bir mutabakat vardı. Ana halka bu olmakla birlikte herkes bunun içerisine kendi önceliklerini boca etmeye başladı. Tek tek gidecek olursak: CHP'liler bu işin lokomotifi kendileri olduğundan adayın içlerinden çıkması gerektiğini düşünüyordu. Yaklaşık üç yıl önce kazanabileceğine inandırılan ve kendi de buna inanan Kılıçdaroğlu tüm taktik hamlelerini bu öncelikle planladı. Masanın genişletilmesinin nedeni Erdoğan'a karşı tüm kuvvetleri birleştirmek kaygısından ziyade Kılıçdaroğlu'nun masadaki elini güçlendirmek içinmiş. Seçim sonuçları bunu bütün sarihliğiyle orta yere serdi. CHP çatısı altında seçimlere giren dört parti rüyalarında görmeyecekleri kadar vekillik kazandılar. Kılıçdaroğlu'nun cömertliği sayesinde bir süre daha siyasetin içinde pozisyon elde etmiş oldular. Mart başındaki Akşener çıkışında bu partiler tam tekmil Kılıçdaroğlu'na destek verdiler. Bu partilerin tabanları Kılıçdaroğlu'nun adaylığına motive olamadılar. Davutoğlu daha üç ay önce ömrünün CHP zihniyetiyle mücadeleyle geçmiş olduğunu söylemişti. Babacan'da bu söylemin çok uzağında değildi. Siyasetteki çıkışları beklenen heyecanı yaratamamış, Erdoğan'dan kopan seçmeni kendilerine çekememişler, seçmeni ikna etmek için samimi bir söylem geliştirememiş olsalarda Kılıçdaroğlu'nun aday olma heyecanını iyi gözlemişlerdi. Kazanacağına inanmış bir Kılıçdaroğlu'nun kendilerine karşı lütufkar davranacağını erken fark etmişler. Beklentilerin fazlasıyla karşılandığını görüyoruz.
HDP'deki kurmaylık aklının da bir kurmaylık zekasından yoksun olduğu görülüyor. Ortadoğu gibi bir sahada elli yıldır ayakta kalmasını bilen ve arkasında milyonlar olan bir hareketin bu seçimdeki davranışlarının akıl tutulması ile anlaşılacağına inanıyoruz. Devleti en nesnel biçimde okuma kabiliyetine sahip bu hareket dahi kendini serazat bir demokrasi rüzgarına kaptırmaktan alıkoyamadı. Erdoğan zaten kaybediyordu ve en uygun adayda Kılıçdaroğlu'ydu. Kaybeden biri karşısında demokrasi çıtasını en yükseğe taşıyacak adaya destek vermek eşyanın doğasına uygundu. Bu nedenle çok erken bir evrede Kılıçdaroğlu'ndan yana çubuk büküldü. Mahalli seçimlerdeki cömert desteğin karşılığı bile alınamamış iken böylesi bir bonkörlük çok fazlaydı.
CHP ile aradaki sınırlar kayboldukça Kürt hareketi irtifa kaybetti. Hareketin önemli mevkileri giderek orta sınıfların istilasına uğradı. Bir köylü hareketi olarak doğan ve bağrında kent yoksullarını en fazla barındıran harekete yer yer konformizm musallat oldu. Cari siyaset alanında bir yığın makam ve mevkii vardı. Hendek savaşları ile kitle mobilizasyonu kan kaybedip mücadelenin ağırlık merkezi Suriye sahasına kaymaya başlayınca particiliğin bilindik usul ve yolları da bir kurtçuk gibi bünyeyi sarmaya başladı. Kitle mobilizasyonu azalmışken bir de halkın yerel tercihlerinin gözetilmemesi işin tuzu biberi oldu. En politik hareket olmakla övünen hareket altındaki zeminin çekildiğinin farkında bile değildi. Öcalan ile iletişim kuramamanın Kürt hareketinde ciddi zaaflar ürettiği anlaşılıyor. Devletin doğrudan muhatabı olarak onun yol göstericiliği büyük bir boşluk doğuruyor. Devletin tecridi ısrarla dayatmasının sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor. Demirtaş ise vitrin süsü olmanın dışında bir değere sahip olmadığını kendi söylüyor. HDP üçüncü yolu kurmak için kurulmuş bir partiydi. Mevcut istibdat rejimi ile onun karşısındaki devletçi restorasyon karşısında radikal demokrasiyi temsil edecekti. Üçüncü yol giderek flulaştı ve parti iki kutuplu siyasetin bir eklentisi haline geldi. 14 Mayıs'dan sonra yaşanılanlar dramatiktir.
Kısaca şunu söylüyoruz üst üste yapılan hatalar seçimin kaybını getirdi. Öncelik Erdoğan rejiminin yıkılması iken, seçimlerin kazanılacağına dair oluşan aşırı iyimserlik yakalanması gerekli halkanın gözden kaybolmasına ve giderek muhalefet bileşenlerinin kendi önceliklerini gözetmeye kaydı. Yola çıkarken belirlenen stratejiye sadık kalmaktan uzaklaşmak tarihsel bir kayba yol açtı. Herkes demokrasi beklentisine yoğunlaşmış iken asıl yakalanması gerekli halka gözden kaybolmaya başlamıştı. Bugün yaşanılan travmanın ağırlığının asıl sebebi de budur. Çok az insan buna dikkat çekti ve bunların sesleri kuru gürültü içinde işitilmeli bile. Büyük bir aculluk içinde herkes birbirini motive ederek kazanılacağına inandırıyordu. Bizde işin bu tarafına vakti zamanında çok kuvvetli bir vurgu yapmadığımızdan bir öz eleştiri veriyoruz. Demekki çoğunluğa ayak uydurmak değil bildiğin yolda tek başına dahi olsa gitmekten imtina etmemek gerekiyormuş. Ama motivasyonu bozmamak, ama en temel demokratik özlemlerin karşısına dikilmemek adına akıntıya yeterince karşı koyamamışız. Koysaydık bir sonuç alır mıydık derdinde değilim. Ama yine de doğru yöne işaret etmekten en küçük bir sapma göstermemek gerekliymiş. Bu da bizim özeleştirimiz olsun. Nasıl olduğunun detaylarıyla devam ederiz.