Seçimlerle ilgili daha kesin sonuçlar alınmadan bazı değerlendirmeler yapmış ve bazı eğilimlere değinmiştik. Seçimden sonraki ilk gün katıldığımız bir programda ise hiç kimsenin beklemediği böyle bir sonuçla karşılaşmanın felsefi anlamda ‘olay’ denilen kavram ile değerlendirilebileceğine dair bir önerme ortaya atmıştık. Hiç kimsenin tahmin edemediği, ipuçlarını dahi öngöremediği ve hepimizi şaşkınlığa çeviren bir sonucun ortaya çıkmasını ancak ‘olay’ olarak değerlendirmek gerektiğini söylemiştik. İstanbul ve Ankara’da seçimlerin CHP’nin adayları tarafından kazanılabileceğine ilişkin anket firmalarınca tespitler yapılmıştı. Ama aradaki farkın bu kadar açılacağı ve Türkiye çapında CHP’nin böylesi büyük bir sürpriz yapabileceği kimse tarafından öngörülememişti. Seçimler CHP’nin tarihi zaferi ile sonuçlandı. Ancak yine de bu zaferin CHP tarafından gerçekten hak edilip edilmediği konusunda bir tartışma da devam ediyor. CHP’nin kıdemli yöneticileri belki bir sürpriz bekliyorlardı, ama ‘olay’ın onların beklentilerini bile çok aştığını söyleyebiliriz. Felsefi anlamda ‘olay’ dediğimiz şey de bundan başka bir şey değil zaten. Mevcudun, durumun içinde yaşanılan, ansızın karşımıza dikiliveren ve bizi sonuçlarıyla baş başa bırakan şeye biz ‘olay’ diyoruz.
Bir durum vardır ve her şey olduğu gibi akıp gitmeye devam etmektedir. Durumu herkes kanıksamış ve durumun içinde düşünme ve davranmaya kendini kaptırmıştır. Ama durumun içinde hep bir boşluk, eksiklik dediğimiz şeyde mevcuttur. Demek durum her şeyi kapsayan, içerebilen eksiksiz bir doluluk değildir. Duruma yapısallık veya nesnellik de diyebiliriz. Durumun kalıcılığını ve gücünü ifade etmek için yapısallık daha doğru ifade tarzı. ‘Olay’ durumun içindeki eksiğin harekete geçmesi ile başlıyor. Önceden öngörülebilmesi, tahmin edilebilmesi ve ortaya çıkışının fark edilebilmesi mümkün olmayan şeye biz ‘olay’ adını veriyoruz. ‘Olay’ gerçekleştiği anda artık yeni bir durumun içinde yaşamaya başlıyoruz. Olay kendi duyuş, düşünüş ve davranış tarzını ortaya çıkarıyor. Durumun, çokluğun içinden bir özne ortaya çıkmaya başlıyor. Daha önce böyle bir özneleşmeden söz edebilmek mümkün değil iken ‘olay’ kendi öznesini ortaya çıkarıyor.
‘Olay’ bu anlamda hem yeni bir uzam hem de yeni bir zaman telakkisi doğuruyor. ‘Olay’ ile birlikte yeni uzamlar boy veriyor. Alışılmış uzam anlayışları ‘olay’ ile birlikte derin bir sarsıntı yaşamaya başlıyor. Bunu yerel seçimlerde gördük. Muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin uzamı olarak bilinen yerler Cumhuriyetçiliğin uzamına dönüşmeye başladı. İç Ege, Orta Anadolu, Batı ve Doğu Karadeniz ile Kürt siyasetinin AKP karşısında ikincil dereceden bir aktör olduğu yerler CHP tarafından kazanıldı. Tarihsel milli görüş coğrafyası olarak bilinen yerlerde bu geleneğin temsilcisi olduğunu söyleyen Yeniden Refah Partisi AKP’yi sıkıştıran parti haline geldi. Türkiye genelinde oyları %6’ların üzerine tırmanan bu parti aldığı oyların neredeyse tamamına yakınını bu coğrafyadan aldı. Bu parti de temsil edilen muhafazakârlık AKP’den kaçan seçmen için yeni bir adrese dönüştü. Yeniden Refah büyük şehirlerde yaşayan kent yoksullarının, iktisadi olarak artık tutunamayan esnafların ve küçük ticaret erbabının partisi haline gelebilmiş değil. Bu saydığımız katmanlar metropollerde AKP’den desteğini azaltmış ve bunu da sandığı protesto ederek göstermiş gözüküyor.
Biz ‘olay’ dediğimiz şeyle ilk defa karşılaşmıyoruz. Gezi’de bir ‘olay’dı ve belki de kavrama en uygun şey oydu. Biz burada ‘olay’ kavramını biraz esneterek kullandığımızı belirtelim. Kavramın mucidi ve bu kavramı ontolojisinin merkezi bir teması haline getiren Badiou için ‘olay’ı bir seçim düzeneği ile yanyana getirmek belki de imkânsızdı. Seçim denilen mekanizmayı ‘durumu’ tahkim etmeye yönelik bir prosedür olarak değerlendiren filozof için yerel seçimlerde ortaya çıkan tabloyu ‘olay’ diye açıklamak kavrama haksızlık olacaktı. Ancak her şeyin başlangıcına Gezi’yi yerleştirdiğimiz ve bu hareketi ‘olay’ın ta kendisi olarak değerlendirdiğimizde, tıpkı 2015 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 2024 31 Mart yerel seçimlerini de Gezi’de başlayan ‘olay’ın bir parçası, o ‘olay’a sadakatin devamı olarak düşünebiliriz.
Çünkü gezi AKP’nin otoriterleşmesine karşı ortaya çıkan ilk kalkışma, ilk büyük itirazdı. Türkiye’nin 81 ilinin 80’in de Gezi eylemlerine katılım olmuştu. Polis kayıtlarına göre Gezi eylemliliklerine 10 milyondan fazla insan katılmıştı. Eylemlerin ilk günleri katılımcılar sadece Cumhuriyetçi güçlerden de ibaret değildi. O günlerde AKP ile daha ittifak yapmamış olan milliyetçilerde çok yoğun bir biçimde katılım göstermişti. Gezi olayları biçimsel olarak AKP’nin kentsel mekâna yönelik dayatmalarına itiraz olarak başlamış olsa da bir süre sonra başlangıç niyetlerinin çok ötesindeki arzuları da harekete geçirdi. Durumun içindeki çokluk olarak düşünmemiz gereken çoklu unsurların her biri kendi arzuları, hevesleri ve hedefleri ile sahneye çıktı. Ancak çokluk özneleşme imkânlarından yoksun kaldığı gibi kalıcı bir siyasallığa da yönelemedi. Eski usul siyasetler çokluktan bir siyaset çıkarmaya çalıştılar ise de daha ‘olay’ı kavramaktan yoksun oldukları için treni kaçırdılar.
Biz yerel seçim sonuçlarını Gezi’nin bir izdüşümü, orada harekete geçen ‘olay’ın bir parçası ve sürdürücüsü olarak görüyoruz. ‘Olay’ da diyebiliriz , ‘olay’ın momentlerinden, uğraklarından biri olarak da adlandırabiliriz. Aslında Gezi dediğimiz ‘olay’ çok güçlü bir bakiye bırakmıştı geride. Zaten ‘olay’ dediğimiz şeyin kendisi böyledir. Geride bir özne ve o öznenin sadakat üreteceği bir bakiye kalır. ‘Olay’ geri çekildiğinde tümüyle duruma teslim olmaz. Durumun içinde daima bir boşluk, eksiklik kalır. ‘Olay’ bu boşluktan kaynaklanır. Gezi ‘olay’ının aktörleri kentliydi ve ağırlıklı olarak büyük şehirlerde yaşıyorlardı. Ancak Gezi sadece buralarla sınırlı kalmadı, Anadolu’nun kentlerine de inmeyi başarmıştı. Kürtler devlet ile bir çözüm süreci yürüttükleri için uzak durmuşlardı. Çözüm sürecinin kanla bastırılması ve 10 yıldır Kürtler üzerinde devam eden ağır baskılar Kürtleri hem kendi bölgelerinde hem de Batı’da ‘olay’ın bir parçası haline getirdi. Eğer onların katılımı olmasa ve stratejik işçilikleri söz konusu olmasaydı yeni ‘olay’ımız böylesine kapsayıcı olmazdı. Batı’da AKP’nin elindeki belediyelerin CHP’nin eline geçmesinde en büyük rolü onlar oynadılar.
En nihayet Akşener’in başka bir istikamete çekmek için uğraştığı kendi tabanı da onun dediği yere gitmek yerine ‘olay’ın bir parçası haline dönüştü. Otoriterliğe tepki, Cumhuriyetçi birikime duydukları sadakat onları da olaya dâhil etti. AKP’nin yoksullaştırdıkları, bıçak kemiğe dayandı diye feryat edenler, Erdoğan’ın efsunlu karizmasından büyülenip ondan vazgeçemeyenler de ‘artık yeter’ diyerek olayın parçası oldular. Olay başlangıçtaki kapsayıcılığından yeni katılımlarla birlikte daha büyük bir çokluğa ulaştı. Erdoğan şehirli Gezi ahalisinin karşısına milliyetçi- muhafazakâr bir karşı ağırlık yerleştirerek toplumun çoğunluğunu bu değerler üzerinden harekete geçirmek istemişti. Schmitt’ci bir siyaset algısına sahip olan ve siyaseti dost-düşman ayrımı üzerine oturtan Erdoğan bu sayede hem ‘olay’ı terörize etmek istemiş hem de çoğunluğu arkasına almayı hesaplamıştı. Gezi ‘olay’ını sözde savunmakla birlikte siyasal sadakat üretmek konusunda hep kaçamak davranan muhalefette olayın durumun içinde eritilmesini, unutulmasını arzulamıştı. Tabanı için Gezi bir sadakat nesnesi haline dönüşmüş iken muhalefet açısından Gezi bir siyasal fazlalıktı. Çünkü siyasetin parlamento denklemine sıkıştırılmasına itirazdı.
Gezi’de yaratılan ‘olay’ın hakkını veremeyen muhalefet itirazını parlamentoya sıkıştırmış ve bu da Erdoğan’a rejimi dönüştürme serbestisi kazandırmıştı. Gezi’de ortaya çıkan öznenin failleşmesinin önünü açamayan muhalefet iktidarın otoriterleşmenin çok ilerisine giden ataklarına bir yanıt üretememişti. Şimdi sandıkta yaratılan bir ‘olay’ ile karşı karşıyayız ve bu sayede CHP tarihinin en büyük seçim zaferlerinden birini yaşıyor. Ama ‘olay’ durumun içinden çıkarken kendi hakikatlerini de yaratır. Eğer CHP bu hakikatlere bağlı kalırsa, sadakat nesnesi olarak olayın tetiklediği hakikatleri esas alırsa ufkumuz açık demektir. Yok hakikatin hakkını veremeyip bunu yeniden duruma entegre etme cihetine saparsa elde edeceği koca bir pirüs zaferi olacaktır.