Seçimler bitti ve seçimleri kazanamayan muhalefet cephesinde beklenildiği gibi büyük bir hayal kırıklığı oluştu. Milyonlarca insan yıllar evvelinden başlayarak kazanmaya inandırılmıştı. Sabırla seçimin gelmesi telkin edilmiş ve bunun için her şeye katlanılması söylenmişti. Seçimler bu nedenlerle adeta bir milat olacaktı. Bizde bu psikolojiye uyarak bir türlü gelmeyen Godot’ya artık gelmesi yönünde metaforik bir çağrıda bulunmuştuk. Şimdi ortalığı öfke, kızgınlık, hayal kırıklığı kaplamış vaziyette. Seçimin kayıp olsa da burun buruna bitmesinden kaynaklı olarak sonucu iyi tarafından okuma çabaları da yok değil. Ama seçimin kaybı ve yenilgi karşısında bu tür okumaların bir kıymeti harbiyesi yok.
Milyonlarca insan muhalefet kurmayları ve liderlikleri tarafından bu defa işin bittiğine ve Erdoğan’ın kaybedeceğine ikna edildi. Muhalefete yakın anket firmaları daha ilk turda bile Erdoğan’ın yenilebileceğini söylüyordu. Bir şeyin olacağına ne kadar çok inanırsanız yaşanılan hayal kırıklığı da o ölçüde büyük oluyor. Çünkü Erdoğan rejiminin sona erdirilmesi için bütün umutlar seçime bağlanmıştı. Büyük bir ekonomik yıkım kapının eşiğinde bizleri beklerken, daha depremin yarattığı travmalar sarılmamışken ve hemen seçim sonrasında döviz yönünü yukarıya doğru çevirip tırmanışa geçmişken yaşanılan hayal kırıklıklarına bir de belirsizlikler ekleniyor. Bu ise toplumda sanki ayağının altındaki zemin çekiliyorda artık ayakta durmak güçleşiyor duygusuyla başbaşa bırakıyor.
Türkiye’nin resmî muhalefeti çok uzun bir süre boyunca toplumsal mücadelenin diğer bütün enstrümanlarını elinin tersiyle bir kenara iterek milyonlarca insanı sandığın önüne gelmesini beklemeye ikna etti. Bu davranış elbette toplumsal mücadelelerin yok olmasını getirmedi. Her şeyi metalaştıran, bizzat doğayı meta çevriminin içine çeken ve bunu giderek sermaye birikiminin bir kaldıracı haline getiren iktidara karşı direnişlerde eksik olmadı. Kadın düşmanı siyasal islamcılığa karşı kadınlar direnişten ödün vermedi. Kadın cinayetleri karşısında olsun, tarikat ve cemaatlerin artık gözlerini diktiği kazanımlar konusunda olsun bıkmadan mücadeleye devam ettiler. Doğanın meta çevrimine çekilmesi ve sınırsızca sömürüye açılması bahsinde ise direnişin özneleri bizzat köylüler oldu. Hem alıştıkları yaşam tarzı için hem de talanı durdurmak için direndiler. Ohal’in getirdiği bütün yasaklamalara rağmen lokal işçi direnişleri eksik olmadı ve kazanımla sonuçlanan deneyimler yaşandı. Ancak tüm bu başlıklar genel bir mücadelenin konusu ve parçası haline getirilemedi.
Hem resmî muhalefet hem de siyasal stratejisini bu mücadele başlıkları arasında bir tür koordinasyon kurmaya harcaması gereken sol unsurlarda dahil hemen hemen herkes yeni bir başlangıcın Akp iktidarının yenilmesi ile başlayacağına ikna olmuştu. Hele seçimlerin yaklaşması ile birlikte bu motivasyon çok daha artmıştı. Resmî muhalefet ise sandığın gelmesini beklerken Erdoğan rejiminin açık hukuksuzlukları karşısında ya sembolik düzeyde itirazlar geliştirmeye çalıştı ya da sessizliği tercih etti. Erdoğan’ın aday olması Anayasa’ya göre mümkün değilken, yine parlementoyu fesh edip seçim kararı alması hukuka aykırıyken ve üç bakanın seçim döneminde istifa etmesi gerekirken bu başlıkların hiç birinde muhalefet sesini yükseltmedi. Açık anayasa ve hukuk ihlalleri karşısında Erdoğan’a mağduriyet kozunu vermemek için sesini çıkartmayan muhalefet daha büyük ihlaller yapmak konusunda iktidara sadece cesaret vermiş oldu.
Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan kendini yasallık alanına sıkıştırmış bir muhalefet gerçeğiydi. İktidar elinin altındaki kurumlar aracılığıyla politik olarak ihtiyacı olan her türlü kararı alabilirken, alamadığı hallerde de açık hukuk ihlalleri ile yoluna devam ederken yasallık cenderesine kendini hapsetmiş muhalefetin sandığı beklemek dışında yapabileceği bir şey elbette yoktu. Çünkü muhalefet bu cendereye kendi kendini bile isteye kilitlemişti. Hukuku siyasallaştırmadan ve siyaseti hukuksallaştırmadan ve her ikisini birlikte meşruiyetçi bir siyasal dil ile harekete geçirmeden iktidar karşısında tutunabilmek mümkün değildi. Bütün bu paradokslar karşısında muhalefet siyasetini kendiliğindenciliğe bıraktı. Kendiliğindencilik nesnelliğe iman etmek, her şeyin bizim dışımızdaki güçler tarafından belirlendiğini varsaymaktır. Siyasal kendiliğindencilik ise öznelliğe bir pay bırakmadan nesnelliğin bizi arzuladığımız yere çıkaracağını varsayar.
Ekonomik buhrana ve depremin doğurduğu iklime güvenen resmî muhalefet siyasal kendiliğindenciliğe tutundu. Kendi rasyonel aklının evrensel olduğunu düşünen muhalefet aklı böylesi bir nesnellik karşısında hiçbir iktidarın tutunamayacağını varsaydı. Önüne gelen ve her seçimde çuvallayan anket sonuçlarına da inanarak seçimin çok kolay kazanılacağı yanılsamasına sürüklendi. Bu ilk defa olmuyordu. 2010 sonrası tüm seçimlerde muhalefet Akp’nin hep kaybedeceğini düşündü. Ama 2019 mahalli seçimleri hariç bu parti girdiği tüm seçimleri kazandı. Bu tablodan resmî muhalefetin hem toplumun hem de siyasetin nesnel bir okumasını yapamadığı sonucu ortaya çıkıyor. Yasallık alanına kendini hapsedip seçimleri bir mucizeyi bekler gibi iple çeken muhalefet her defasında kaybediyor ve işin kötü tarafı hiçbir şey olmamış gibi de yoluna devam ediyor. Şimdilik ilk düşünceler bunlar olsun.