Müzik, ekmek su kadar yaşantımızın bir parçasıdır. Bu dünyanın her coğrafyası için değişmez bir önermedir. İş Anadolu’ya geldiğindeyse müzik elbette bir ana unsur olmakla birlikte devreye türkü de girer. Ki türkü kelimesinin etimolojik açıdan Türk’ten türediğini biliyoruz.
Adana’nın tarihinden bugüne kaydını tutup, bunu belirli bir disiplinle yazıp çizerek okurla buluşturmayı vazife kabul eden Yusuf Delikoca’nın biyografi tarzında kaleme aldığı, ‘Çukurova’nın Türkü Ağası: Abdurrahman Yağdıran / Postacının Hikâyesi’ kitabını okudum.
Posta dağıtıcısı olarak başladığı yaşamını türkülerle renklendiren, coşturan, hüzünlendiren 88 yıllık bir hayatı, kronolojik olarak takip ediliyor ve bu arada ‘kahramanımızın’ yazıp seslendirdiği türküleri okuyorsunuz kitap boyunca.
Ben böylesi müzikli bir kitabı okurken adı geçen türküleri eş zamanlı olarak internet üzerinden bulup dinlemeyi tercih ettim. Ve bu sayede kitabın sayfaları arasında ilerlerken bahsi geçen türküleri bizzat söyleyenin sesinden dinlemek ayrı bir tat verdi bu okuma serüvenime.
Abdurrahman Yağdıran’ın bir Atatürk aşığı olduğunu öğreniyoruz kitaptan. Bakın Yağdıran bu sevgisini nasıl ifade ediyor; “1934 doğumluyum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1938 yılında ebediyete intikal edene kadar onunla aynı havayı teneffüs ettim. Bu benim için çok büyük bir gurur ve yaşam kaynağı oldu.”
Tarihçi Yusuf Delikoca kitabına edebi yönü ağır basan bir paragrafla başlıyor ünlü sanatçının hayat hikâyesini anlatmaya; “Yıl 1934. 7 Nisan günüydü. Adana’nın taşlı yollarında pamuk yüklü at arabalarının, yaylalara göç eden Yörüklerin deve kervanlarının ve sırtlarında yılların yükünü taşıyan hamalların gezdiği günlerde Adana musikisine adını altın harflerle yazdıracak olan Abdurrahman Yağdıran dünyaya gelmişti.”
Yağdıran’ın ilk bestesi olan, ‘Ateşli aşkımın sonu gelmeyecek mi Allahım?’ isimli saba makamındaki şarkısını ‘okuma yazma bile öğrenmeden’ 15 yaşında yaptığını, şarkının bir süre prozodik hata nedeniyle TRT repertuvarına alınamamasını ve sonrasını detaylarıyla öğreniyoruz.
Okuma yazmayı 2 yıllık vatani görevi esnasında öğrenen, sonrasında hem geçim hem müzik derdine düşen Abdurrahman Yağdıran’ın da gönlünü bir ‘Mihriban’ın yaktığını öğrenmek gülümsetiyor beni: Ne Mihribanmış arkadaş? Çukurova’da her aşığın maşuku illaki Mihriban mı olur yahu? Neyse devam edelim.
Abdurrahman Yağdıran’ın hayatı 1961 yılında PTT’ye posta dağıtıcısı olarak girdikten sonra daha bir hareket kazandı. Ve nihayet türkülerinde onun mahlası olan Postacı’nın şöhret basamaklarını tırmanma vakti çoktan gelmişti.
Yaptığı işi ciddiye alan insanları seviyorum. Kitapta hayatı anlatılan Abdurrahman Yağdıran’da yaptığı işi ciddiye alanlardan. Henüz çocuk yaşta ailesiyle birlikte çektirdiği fotoğraflardan başlayıp, ilki 1967 yılını taşıyan hakkında çıkan gazete haberlerini özenle muhafaza etmiş olması bu ciddiyetin en somut göstergesi.
Yusuf Delikoca gibi işini severek ve ciddiyetle yapan bir tarihçinin özenli üslubu ile ortaya dört başı mamur bir biyografi kitabı çıkmış.
Eylül 2022’de Sarıçam Belediyesi Kültür Yayınlarından çıkan 124 sayfalık kitabın her sayfasında ince bir arşiv taramasının sonucu elde edilen fotoğraf, kupür, belge ve farklı görsellerle karşılaşıyorsunuz.
Postacının Hikâyesi kitabının girişinde Yusuf Delikoca ve Mahmut Tülek’in 2017’de Abdurrahman Yağdıran ile yaptıkları bir röportaj ve (henüz) yayınlanmamış bir belgeselden bahsediliyor. Umarım bahse konu belgesel de aynı titiz çalışmanın bir benzerinin ardından izleyiciyle buluşur.