Ettiği yemini, verdiği sözü tutmayanlardan değildik biz. Ben, nikâh memurunun sorduğu,
“Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta ……. eş olarak kabul ediyor musun?” sorusuna verdiğim sözün gereği olarak buradaydım.
Onun da mesleğe başlarken ettiği,
“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı statü, hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, hastalarımı memnun edeceğime, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” biçimindeki Hipokrat Yeminine bağlı olduğu, hastalarına karşı tutum ve davranışlarından anlaşılıyordu.
Dolayısıyla her ikimiz de verdiğimiz söze, ettiğimiz yemine “bazıları” gibi aykırı bir tutum içinde değildik.
On-on beş gündür eşimden sonra en çok gördüğüm kişi oldu Op. Dr. Salim Erdal. Seyhan Devlet Hastanesinde çalışıyor. Tüm hastalarına karşı nazik, kibar, iyi niyetli ve yardımsever bir hekim.
Genç-yaşlı, kadın-erkek, büyük-küçük ayırt etmeden herkese aynı ilgi ve özeni gösteriyor. Hastasının en iyi hizmeti alması ve söylediğini iyi anlaması için yapılması gerekenleri tek tek ve defalarca tekrar ediyor.
Ne zaman gittiysek hem odası hem de kapısının önü kalabalık oluyordu. Ameliyathanede ve poliklinikte hastalarına şevkle hizmet ediyordu. Sekreteri de Erdal Bey’den farksızdı. O da hastaların haklarına saygı gösteriyor, sıralarını atlamıyor, kimseyi kırmadan, üzmeden işlemlerini yapıyor, doktorla tam bir uyum içinde çalışıyordu. Doktor daha leb demeden Çorum’un tarihini yazar gibi gözlük numaralarını ve ilaçları tuşluyordu bilgisayarın ekranına.
Serviste çalışanların da hastalarla iletişimi Hoca’larından farksızdı. Yapılacak işlemleri tek tek anlatıyor, sorulan her soruya cevap veriyorlardı. Hele biri vardı ki beyaz tenli yüzünden tebessüm hiç eksilmiyordu. Güler yüzlü, genç hemşiremizi çok beğenmiş ve sevmiştim. Marifet iltifata tabidir, diye eskilerin kullandığı bir söz vardır. İlgiden, iltifattan hoşlanmayan insan yoktur. Başarılı bir kimse, desteklenir, takdir edilir, övülürse daha iyi işler yapar.
Odadan çıkarken,
“Göz bölümünde çalışanların hepsi güler yüzlü ve çalışkan ama en sempatik olanı sensin.” dedim.
“Yaaa!.. Teşekkür ederim.” derken yüzündeki gülümseme daha da genişlemiş, hafifçe kızarmıştı.
Bir hafta arayla eşimin iki gözüne de “akıllı mercek” takıldı. Bu süreçte sıkça görüştüğümüz Doktor Salim Erdal’ın sadece bize değil, herkese karşı aynı nezaket ve tevazu içinde olduğunu gördüm. Kitapsever bir doktor olduğunu öğrenince de ilk kitabımı (Eğlenceli Yoksulluğumuz Çukurova) hediye ettim.
Dört gün sonra kontrole gittiğimizde kitabımı okuduğunu ve beğendiğini söyledi. Bu kadar yoğun işleri arasında fırsat bulup da kitabımı okuyacağını beklemiyordum. Şaşkınlığımı görünce kitabın içeriğinden söz edip bazı sorular sordu ve kitabı okuduğuna ikna etti beni. Bir dahaki gelişimde ikinci kitabımı (Karşı Balkon) da getireceğimi söyleyince,
“Getir, getir! Hafta sonu onu da okurum.” dedi.
Geçen yaz Çukurova Devlet Hastanesindeki göz doktoruyla yaşadığımız olumsuz bir durum nedeniyle eşimin göz tedavisi bu yıla sarkmıştı. O doktoru da yine bu köşede yazmıştım ama bu yazıyla taban tabana zıt bir yazıydı. Merak edenler www.kucukksaat.com adlı internet gazetesinden “Sağlık Olsun!” başlığıyla bulup okuyabilirler. Yine aynı yerde, “Pozantı Hastanesinde Bir Atom Karınca” başlığıyla Dr. Salim Erdal gibi işini seven, idealist bir hekimin çalışmasını da yazmıştım. Hak edene hak ettiği değeri vermek gerekiyor.
Bu vesileyle, bir musibet bin nasihatten iyidir sözü, doğruluğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. Geçen yaz karşılaştığımız bir musibet, bize iyi bir ders olmuş; bu yıl işini seven, hastasına değer veren hekim ve hemşireleri arayıp bulmuştuk.
Hekimlerimize daha iyi olanaklar sunmak yerine, başka ülkelere gitmelerine kayıtsız kalanları ve giderlerse gitsinler diyenlerden de söz etmeden geçemeyeceğim. Onların başka ülkelere gitmelerine gönlüm hiç razı olmuyor.
Hekimlerimize, “Lütfen gitmeyin, ülkenizde kalın.” diyorum. Ülkesinde kalarak kendi insanlarına hizmet edenlere de teşekkür ediyorum.
Yazıya yeminlerle başlayınca çok daha önemli başka bir yemini de anımsamış oldum. Öyle iki kişiyi ilgilendiren nikâh yemini ya da doktorla hastayı ilgilendiren Hipokrat Yemini gibi bir yemin değil bu yemin. Koskoca bir ülkeyi, yani seksen beş milyonu ilgilendiren bir yeminden söz ediyorum. Bugünlerde tekrar gündeme geldi. Zaten bu yemin her beş yılda bir gündeme gelir, sonra bazı vekiller de ettikleri yemini unuturlar ne yazık ki.
Seçimler yeni yapıldığı için kolayca hatırladınız değil mi? Hani kimi vekillerin bir türlü okumakta ve uymakta zorlandığı milletvekili yemini…
Bu yemini bir hatırlayalım:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Bu yemini edenler, yeminlerine sadık kalıyorlar mı? Cumhuriyet’e, Atatürk’e, hukuka aykırı davrananlara yönelik bir yaptırım uygulanıyor mu? Yoksa yemin kişiyi bağlar, bir şey yapılamaz denilerek ipe un mu seriliyor?
Bu konuda Meclis Başkanına naçizane basit bir önerim olacak:
Vekillerin yemin ettikleri kürsü şeffaf olsun. Şeffaf olsun ki yemin eden vekillerin hangileri tek ayak üzerinde yemin ediyor, açık ve net olarak görülsün.