Cervantes, Don Quıjote’nin ilk cildini 1605 yılında ikinci cildini de 1615’de yayınladı. İkinci cilt yayınlandıktan sonra çok yaşayamadı. Romanın başında Robinson Crouse 1632 yılında doğduğunu söyler. Yaşadığı uzun maceralar sonunda yeniden Londra’ya döndüğünde yılın 1694 olduğunu öğreniriz. Roman, devamının geleceği vaadi ile son bulduğundan Robinson ’un daha ne kadar yaşadığını öğrenemeyiz. Defoe başka romanlar yazmaya devam etti. Ancak kitabın ikinci cildi yazılmadan kaldı. Defoe 1660 yılında doğdu. Romanın 1700’lerin başında yazıldığı söyleniyor. Bilgileri romanı tarihsel bir bağlamın içine yerleştirebilmek için veriyoruz.
Roman tür olarak Don Quıjote ile doğmuştu. Şövalye romansları okuyarak gezgin şövalye olmaya karar veren kahramanımız büyük hayal kırıklığı yaşayarak evine dönmüş, yaptıklarından pişmanlık duyarak yaşama veda etmişti. Cervantes romanın girişinde maksadının şövalye romansının yarattığı yanıltıcı atmosfere nihai darbeyi vurmak olduğunu söyler. Ölüm döşeğindeki kahramanına romanın sonunda bunu söyleterek de vaadini yerine getirir. Don Quıjote düşük dereceden bir soyluydu. Çalışmadan, emek harcamadan bir hayat sürmüştü. Robinson tam tersidir. Maceradan maceraya atlayarak geçirdiği hayatını hep kendi emeği ile kazandı. Kimsenin yardımını almaksızın geçirdiği yirmi yılda, ıssız bir adada ayakta kalmayı kendi emeği sayesinde başarmıştı. İki roman arasında geçen bir asırlık sürede dünya/tarihsel dönüşümler yaşandı. Don Quıjote döneminde henüz palazlanmakta olan ticari kapitalizm Robinson çağına gelindiğinde artık hükmünü her yerde icra edecek güce ulaşmıştı.
Robinson Almanya’dan İngiltere’ye gelmiş, ticaret yaparak orta düzey bir hayat standardına ulaşmış bir tacirin oğludur. Romanın daha hemen başında ergenliğini tamamlayan evladını karşısına alan tacir baba, ona kendi hayatından çıkarttığı derslerle yüklü nasihatlerde bulunur. İtidalli bir hayat tavsiye eder oğluna. Gözü ne yükseklerde olmalıdır ne de tembellik yaparak aşağı yuvarlanmalıdır. Bu ikisi arasındaki yaşam en tercih edilenidir. Gözünü yükseklere dikenler er veya geç sade bir hayata özlem duyar. Er geç bu noktaya gelinecekse bunca risk almaya gerek yoktur. Tembel, disiplinsiz bir hayat da ileride pişmanlık doğurur. Robinson babasının tavsiyelerine kulak vermez. Onun gözü denizlere açılmakta, dünyayı görme arzusu ile yanıp tutuşmaktaydı. Robinson’da bu istekleri uyandıran ticari kapitalizmin gediği o günkü aşamaydı. Artık ticaret Robinson’un babasının yaptığı gibi ülkeler arası değil denizler aşırı, okyanuslar ötesi yapılıyordu. Zaten bir kardeşi de İspanyollara karşı savaşmak için Toprakaltı ülkeye asker olarak gitmişti.
Ticaret her zaman riskliydi. Avrupa ıssız bir kıtaydı. Yerleşim yerleri çok seyrek ve aradaki mesafeler çok uzaktı. Güvenlik endişesi nedeniyle hem şatoların etrafı hendeklerle çevriliydi hem de kentler surların arkasına saklanarak korunabiliyordu. Seyahat de, ticaret de ancak kafileler halinde yapılabiliyordu. Tüccar olmak için okuryazar olmak, hesap bilmek ve değişik yerler arasında ticari bağlantılar kurabilecek hasletlere sahip olmak gerekiyordu. Bu yeni bir insan tipiydi. Soylular gibi tembel, şövalyeler gibi asalete düşkün değildi. Maceradan çekinmemek, disiplinli olmak, paraya düşkünlük, biriktirmek bir tüccarda olması gereken özelliklerdi. Yeniçağa doğru ilerleyen Batı’da bu özelliklere sahip binlerce adam çıktı. Büyük bölümü çıktıkları maceralı yolculukta hayatlarını kaybetti, bir daha ülkelerine bile dönemediler. Aralarından bir kısmı da hedeflerine ulaştı ve Batı’nın tarihi bu sayede yeniden yazıldı. Şerif Mardin Batı ile Doğu’yu karşılaştırdığı bir yazısında aydının ancak daemonik kişilikle mümkün olduğunu söylemişti. Batıdan bu tür insanların çıkmasını bu kişiliğe bağlıyordu. Daemon şeytandı, daemonik ise içine şeytan kaçmış kişiye deniyordu. Bu kişi huzursuzdur, konformist değildir, yenilik peşinde koşar ve tutkusuyla yarışır Robinson gibi babanın itidal tavsiyelerine uymaz, uzak denizlere açılmak için baba evini gizlice terk eder.
Robinson’un başlangıçtaki amacı zengin olmak değildir. Baba evini yükselmek, sınıf atlamak için terk etmemiştir. Kendisi dahi neden böyle bir duyguya kapıldığını tam anlamıyla çözemez. İçindeki ses ona bu tercihin sonunun iyi olmayacağını söylese dahi bildiğini yapmaya devam eder. Yani sağduyusu başka bir şey yapmasını söylerken daemonik yanı ona başka bir şeyi yaptırır. O yaptığı şey ise her defasında başına dertler açar. Ama böylece eşsiz bir deneyimin içinden geçer. İtidali tercih ettiğinde yaşaması mümkün olmayan tecrübeler edinir.
Robinson Batılı bireyin kendisidir. Denizler, başka ülkeler ve kıtalar onu kendisine çekmektedir. Zekidir, akıllıdır ve karşısına çıkan güçlükler karşısında asla pes etmez. Öncelikle bir mantık ve hesap adamıdır. Yaptığı her işi incelikle hesap eder. Kar ve zarar hesabı yapmadan hiçbir adım atmaz. Weber’de kapitalizmin muhasebe ile doğduğunu söylemişti ‘ Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nda. Bu nedenle Robinson’un hem Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’nde kendine model aldığı liberal birey olduğu iddia edildi hem de Weber’in ideal girişimci tipi olduğu söylendi.
Robinson’un yaşadığı çağda daha henüz sanayi devrimi gerçekleşmiş değildi. 16.yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri tam hız devam ediyordu. Batılı fatihler sömürgeleştirdikleri coğrafyaların nesi var nesi yok her şeyini talan ediyordu. Genişleyen bir yeniden üretim söz konusu olmadığı için sömürgelere mal ihracatı gerçekleşmiyordu. Silah ve zor ile bu coğrafyaların kıymetli madenler dâhil her şeyleri Batı’ya taşınıyordu. Robinson ’da ilk sermaye birikimini bu sayede edinir. Londra yolculuğu sırasında yakalandıkları fırtınadan kendini sağ salim kurtaran kaptan sayesinde ilk kıtalar aşırı seyahatini gerçekleştirir. Kaptan yanına küçük de olsa gittikleri yerlerde satabileceği eşyalar almasını söyler. Kaptanın bu önerisine uyan Robinson Afrika’da bunu daha değerli eşyalarla değiş tokuş ederek ilk sermayesini elde eder. Akıllı bir girişimci olarak sermayesini hemen güvence altına alarak kaptanın annesine gönderir. Dönüş yolunda Mağribi korsanların eline esir düşse de sermayesini kurtarmayı başarmıştır.
Yaşadığı her macera Robinson’un başına dertler açsa da özel meziyetler de kazandırır. Doğuştan gemici olmayan Robinson esaretten kurtulurken artık hem iyi bir kaptan olmuştur hem de girişimci yetenekleri sayesinde lider olarak öne çıkmaktadır. Bu maceradan kurtulup Portekiz’de kaptanıyla buluştuğunda yönünü bu defa Brezilya’ya çevirir ve kısa bir süre sonra küçük bir plantasyon sahibi olur. Toprağa bağlanmak Robinson’a huzur vermez. Komşularının köle emeği ihtiyacı nedeniyle Afrika’dan köle getirilmesi yönündeki teklifini kabul ederek Afrika’ya doğru yola çıktıktan kısa bir süre sonra Karayiplerde fırtına yakalanır ve 28 yıl boyunca kalacağı ıssız adaya sığınır.
Marx ve Engels Komünist Manifesto ’da ‘ ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar ihtiyacı burjuvaziyi dünyanın dört bir tarafına savurur. Burjuvazi her deliğe girmek, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır ‘ demişti. Robinson’u ıssız bir adada sonuçlanacak yolculuğa komşusu olan plantasyon sahipleri ile birlikte köle emeğine duydukları ihtiyaç çıkarmıştı. İçlerinde maceralara, bilinmezliklere en tutkun adam Robinson olduğundan teklifi o kabul etmişti. Ama yolculuğa çıkmadan önce çiftliği ile ilgili en ince detayları dahi sözleşmeye geçirmişti. Ticari kapitalizm yeryüzünün el değmedik hiçbir yerini bırakmamaya ceht ettiğinden yazılı hukukunu da her yere taşıyordu. Sözleşme örnekleri kıtaları aşıyor ve çelik kasalarda güvence altına alınıyordu. 28 yıl sonra ıssız adasından çıkıp Lizbon’a ulaştığında Robinson, malına mülküne gram helal gelmediğini, sözleşmenin taş gibi ayakta kaldığını ve kendine ait olanın yeniden kendisine iade edildiğine şaşkınlık içinde şahit oldu. Kapitalizmin çatısı altında kutsal mülkiyet hakkından daha kutsal bir şey olamazdı. Denizleri görmek, hiç bilmediği yerlere gitmek için babasının sunduğu teklifi reddederek yola çıkan Robinson, yaşı altmışa yaklaşmış biri olarak Londra’ya döndüğünde son tahlilde babasının kendine vaat ettiğinden daha büyük bir servete ulaşmıştı.