Pozitivizm: Bir Düzen İdeolojisi

Hacı Hüseyin Kılınç

Pozitivizm bilime nesnel bir statü atfeder. Bilim doğrunun, gerçeğin, hakikatin tek ölçüsüdür. Bilimin otoritesi gözlem ve deneye dayanmasından kaynaklanır. Gözlem ve deney yapan bilim insanı önyargılarını, alışkanlıklarını ve değerlerini dışarıda bırakır. Gözlem ve deneyin konusu ise bizatihi doğanın kendisidir. Pozitivizm doğal bilimlere has bu yöntemi olduğu gibi sosyal bilimlere de taşımanın adıdır. Sosyal bilimin her hangi bir dalına mensup bilim insanı tıpkı bir biyolog, fizikçi veya kimyacıdan farksız biçimde sosyal olguları gözlemleyecek ve kayda geçirecektir. Bu işi yaparken de mensup olduğu çevrenin üzerinde bıraktığı her türlü duygu, inanç, ön yargı ve alışkanlığı üzerinden atacaktır.

Doğal bilimler için dahi neredeyse imkansız diyebileceğimiz bu hususların sosyal bilimler için kesinliğinden söz edilemez. Sosyal bilimlerle uğraşan kişinin  araştırma nesnesine mutlak bir bağımsızlıkla yaklaşabilmesi mümkün değildir. Ait olduğu sınıfın üzerinde yarattığı belirlenimlerden ve en geniş anlamda dünya görüşünden kendisini yalıtabilmesi ise imkansızdır. Bu etkiler kalıcı olduğuna göre çıkan sonuç nesnel bilgiye ulaşmanın imkansız olduğu mudur? Sosyal bilimci bu etkilerden bağışık değil ise her türlü bilgi kısmi ve göreli midir? Bunu söylemediğimizi peşinen belirtelim. 

Pozitivizm bir düzen ve istikrar ideolojisidir. Burjuvazinin düzen ve istikrar arayışının dışavurumudur. Önce Fransız Devrimi’nin sonrasında 1830 ve özellikle 1848 İhtilallerinin yarattığı değişim arzusuna karşılık yönetici sınıfların istikrar beklentilerini karşılamak  üzere ortaya çıkmıştır. Bir taraftan da burjuvazinin kendinden eminliğinin yani kendi suretinde bir dünya yaratma niyetinin arayışıdır. 

Burjuvazi her şeyin yerli yerinde olduğu ve Tanrı tarafından şeylerin doğasının önceden tayin edildiği feodal dünya görüşüne bilimin bayrağını yükselterek karşılık vermişti. Her bilimsel icat veya tartışma iki dünya görüşünün çatışma alanı haline geliyordu. Rönesans boyunca astronomide yaşanılan tartışmalar salt bilimsel tartışmalar değildi. Tanrı egemenliğine dayalı dünya tasavvuru ile önce doğanın sonradan da insanın merkezine yerleşeceği dünya görüşleri arasında bir savaş vardı. Bu dönemin bilim insanları çoğunluk aynı zamanda filozoftular. Yani bilim ile felsefe henüz ayrışmış değildi. 

Matematiğin egemen olduğu 17. yüzyıl Tanrı karşısında doğanın egemenliğini ilan etti. Tanrı panteistlere göre doğanın bizatihi kendisiydi. Mutlak yaratıcı yani her şeyi başlatan bir irade söz konusu değildi. Mükemmel, kusursuz, sınırsız ve ideal olan doğaya içkindi. Bir dönem Tanrı’yı nitelemek için kullanılmış tüm bu sıfatlar şimdi doğaya hasrediliyordu. Tanrı’nın konumu salllantıdaydı. Tanrıyı tahtından indirme hamlesinin panteizm tarafından başlatıldığını söyleyebiliriz. Madem Tanrı doğaya içkindi doğanın da bir işleyiş mekaniği vardı. Doğanın kitabı ise matematik tarafından yazılmıştı. Bunu çözdüğümüz vakit doğanın dilini de öğrenmiş olacaktık. Bu nedenlerle Tanrı’da artık keyfince davranmak hakkından yoksundu. Bu müthiş bir kırılma anlamına geliyordu. O güne kadar kaza, kader, hayır ve şer dahil her şeyin Tanrı’dan geldiğine inanılırdı. Şimdiyse Tanrı doğayla özdeşse, doğanın da bir dili ve mekaniği varsa her şeyden evvel Tanrı’nın kendisi de o mekanik yasalara bağımlıydı. Bu dediğimiz gibi Tanrı’nın statüsünde müthiş bir gerileme demekti. 

Carl Schmıtt  kurucu metni sayabileceğimiz, ilk baskısı 1927 yılında yapılan ‘ Siyasal Kavramı ‘ kitabında Avrupa Tininin son dörtyüz yılda dört aşamadan geçtiğini söyler. Bizim şu yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız aşama ona göre teolojiden metafiziğe geçiş evresine denk gelmektedir. İlk evreyi Schmitt  “ 16. yüzyıl teolojisinden 17. yüzyıl metafiziğine geçiş, sadece metafizik bakımından değil, bilimsel açıdan da Avrupa’nın en muhteşem zamanında, Batı rasyonalizminin kahramanlık çağında gerçekleşmiş benzersiz bir tarihsel dönüm noktası olarak özellikle sarih ve belirgindir “ diye anlatır. Schmitt bu kırılmayı diğerlerinden daha esaslı kabul eder ve “ Avrupa tarihinin tinsel dönüm noktaları arasında en güçlü ve etkili olanının, 17. yüzyılda geleneksel Hıristiyan teolojisinden ‘ doğal ‘ bilimsellik sistemine atılan adım olduğunu düşünüyorum “ der. 

Pozitivizmin isim babası Auguste Comte’de insanlık tarihini merhalelere ayırmış ve mükemmele doğru bir ilerlemenin olduğunu vazetmişti. Schmitt’den farkı aşamaları üçe indirmesi ve pozitivist aşamayı tarihin artık sonu ilan etmesiydi. Teolojik ve metafizik aşamalar Comte’da pozitivizm ile nihayete erecekti. Nesnel bilim insanlığı tekniğin  yarattığı imkanlarla buluşturarak huzur ve mutluluğa kavuşturacaktı. Burjuvazi artık huzur istiyor bunun yolunu da tekniğe indirgenmiş bir araçsal akıl ve bilim de buluyordu.