Yeni bir düşünürü keşfetmek belki de yepyeni bir kıtayı keşfetmeye benzetilebilir. Bu nedenlerle de hem büyüleyicidir hem de zorlukları vardır. Fredric Jameson böyle bir düşünür. Terry Eagleton ‘ Jameson’un önemli bütün edebiyat eserlerini okuduğunu ‘ söylerken, Colin MacCabe ise onun ‘ kültürel olan hiçbir şeye yabancı olmadığını ‘ belirtir. MacCabe’nin kültürü Jameson’cu anlamda kullandığını varsayarsak bu bilgiye ilişkin hiçbir şeye yabancı olmamak anlamına gelir. Çünkü Jameson’a göre postmodernite de artık herşey karşımıza kültürel formlarda çıkar. Kültür artık ne antropolojinin konusudur ne üstyapı kurumudur nede yüksek estetik denilen şeyin kendisidir. Şeyleşmeye, metalaşmaya ilişkin bütün görüngüler artık karşımızda kültürel olarak boy gösterirler. Kısacası geç kapitalizm çağında kültürün girmediği, kapsamadığı hiçbir boşluk kalmamıştır. Kültürü anlamadan kapitalizmi ve içinde yaşadığımız dünyayı anlayabilmek mümkün değildir.
Lenin bir ansiklopediye yazdığı makalede Marksizmin üç kaynağı olduğunu söylemişti. Bunlar İngiliz ekonomi/politiği, Alman felsefesi ve Fransız sosyalizmiydi. Marx çağının bilgide ulaştığı düzeyin hem eleştirisini hem de sentezini yapmıştı. Lenin’de Marksizmin böylesi bir üçlü sacayağına dayandığını hatırlatmıştı. Jameson kendisiyle yapılan mülakatlarda Fransız ve Alman düşüncesinin üzerindeki etkilerden bahseder. Üniversite tahsilinin bir kısmını 50’lerin başında Almanya’da yapmış, doktorasını ise ‘ Sartre’da Üslup Sorunları ‘ adıyla Fransa’da tamamlamıştır. Çok uzun yıllardır ABD’de karşılaştırmalı edebiyat profesörlüğü yaptığını da düşündüğümüzde Anglo/Sakson düşüncesine de yabancı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Belki de Jameson’ı ayrıcalıklı kılan şey bunların toplamı olmasıdır. Yani Lenin’in Marksizmin üstünlüğü olarak bahsettiği özelliklerin bir geç kapitalizm çağı düşünürü olarak Jameson’da yeniden tecessüm ediyor olması.
Büyük tarihçi Eric Hobsbawm ile ilgili kendi ağzından şöyle birşey okumuştum yıllar evvel. Hobsbawm 30’ların ortasında Yahudi olan ailesiyle beraber Hitler’in iktidara gelmesi nedeniyle Viyana’yı terk edip Londra’ya Oxford’a geldiğinde kolejde ‘ herşeyi bilen bir çocuk gelmiş ‘ diye kendisiyle ilgili bir dedikodunun dolaştığını anlatır. Jameson için de aynı şeyleri rahatlıkla söyleyebiliriz. Karşımızda herşeyi hem de derinlemesine bilen bir düşünür var; aynı rahatlıkla sinemadan, mimariden, resimden, edebiyattan, felsefeden ve ekonomi politikten söz edebilen birisi.
Postmodern düşünürlerin çoğunda olduğu gibi bir fikir çöpçatanı yok karşımızda. Kavramlar ve kategoriler arasında gelişi güzel bağlantılar kurup bizi bir söylem panayırına davet eden biriyle de karşı karşıya değiliz. Her şeyi tarihselleştiren, dönemselleştirmenin hakkını veren titiz bir düşünür karşımızdaki. Hegelci kökenleri nedeniyle de bütünlükten asla ödün vermeyen bir düşünür Jameson. Postmodernler tarafından kutsanan tekillikler, farklılıklar, ancak bütünle bir dolayım içinde bulundukları taktirde anlaşılabilirler. Her şeyi diyalektik dolayımlar kurarak bütünün uğrakları haline getirmek ve bütünü de tarihselleştirip peryodize etmek Jameson’un entellektüel çabasının merkezini oluşturur.
Akademinin ve entelektüellerin Marksizmden soğudukları tabir yerindeyse kaçtıkları en zor zamanlarda dahi bir Marksist olduğunu gururla ifade eder. Hatta Marksizmin kendisi için Hegelci anlamda bir ‘ Mutlak ‘ olduğunu bile söylemekten kaçınmaz. Marksizmin ekonomik indirgemecilikle suçlanması karşısında her düşüncenin son tahlilde indirgemeci olmaktan kaçınamayacağını söyler.
Karşımızda bir birinci dünya düşünürü de yoktur. Birinci dünyada kapitalizmin merkezi bir ülkede yaşadığını unutmayan, ama tüm dünyayı ufkuna dahil etmiş Kantçı anlamda kozmopolit bir düşünür var. Çin düşüncesine merakı, G. Koreli entellektüellerin katkılarına açıklığı, post kolanyalizm tartışmalarının doğrudan içinde yer alması ve üçüncü dünya edebiyatı tartışmalarının merkezinde yer alışı ve ‘ulusal alegoriler ‘ kavramlaştırmasını üretmesiyle dünyalı bir düşünür o. Estetikle ilgili sorunlara salt estetiğin içinden değil ekonomi politiğin çapraz bakışıyla da nüfuz etmeye çalışan, Ortodoksluk suçlamasını ne hakaret ne de sırtında yumurta küfesi saymaktan uzak, Mallarme’nin tesbitine yürekten inanarak kalıcı iki şeyin bulunduğuna bunların da “ ekonomi politik ve estetik olduğuna inanmış, etik ve siyasetin ancak bu derin yapılar aracılığıyla anlaşılabileceğine kanaat getirmiş özgüveni fevkalade yüksek bir düşünür Jameson.