Stefan Zweıg’ın orijinal adı ‘Kitapçı Mendel’ olan Türkçe’ye ‘Sahaf Mendel’ olarak çevrilmesi tercih edilen novellası 1929 yılında yayınlandı. Novella’da Zweıg, Polanya-Rus sınırında doğmuş, kitaplar konusunda inanılmaz bir hafızaya sahip olan Mendel’in hazinli sonunu anlatır. Mendel, Doğu’dan gelmiş, Viyana’yı mesken tutmak zorunda kalmış binlerce Yahudi’den biridir. Aradığı kitabı bulmakta zorlanan herkes ondan yardım ister. İlgilendiği konuda hangi kitapların olduğunu bilmeyenlerin elinden tutup yol gösterir. Yüzbinlerce kitabın künyesini aklında tutar. Çalışma izni olmadığı için dükkânı yoktur ve seyyar satıcı gözükmektedir. Seyyar satıcılık klasik bir doğulu Yahudi mesleğidir.
Faşizmin tırmanışa geçmesi ile Mendel’in hayatı alt üst olur. Aradığı kitaplar, abonesi olduğu dergiler ile ilgili yaptığı yazışmalardan dolayı kuşkuları üzerine toplar. Avusturya hükümetinin düşman olduğu ülkelerle mektuplaşmaktadır. Gizli bir ajan olmasından şüphe edilir. Mendel’in ise olup bitenlerden haberi yoktur. O kitaplardan başka bir şeyi gözü görmeyen, başka her şeye kulaklarını kapatmış biridir. Pogromlardan kaçmak için Batı’ya gelmiş, kitaplar konusunda olağanüstü yeteneklere sahip, geldiği ülkede kimliği ve çalışma izni bulunmayan bir paryadır. Asayiş polisi onu toplama kampına gönderir, kitaplarından uzaklaştırır ve dünyayla olan tek bağını da ortadan kaldırır. Uzun uğraşlardan sonra serbest bırakılır ve işlerini takip ettiği cafeye tekrar döner. Bir süre sonra cafenin yeni sahibi onu dükkândan uzaklaştırır ve Mendel tam bir parya olarak sokağa atılır. Novella’nın anlatıcısı Mendel’in öyküsünü cafenin bulaşıkçısından öğrenir.
Mendel iki savaş arasında Avrupa’da aynı hazinli sonu yaşamış binlerce parya Yahudi’den biridir. Şimdi sıklıkla kullandığımız paryanın ne olduğuna gelelim. Yahudiler için parya sıfatını en etkili biçimde kullanan ilk kişi ünlü Alman sosyoloğu Max Weber olmuştu. Weber karşılaştırmalı dinler tarihi konusunda muazzam birikime sahipti. Yahudilerin parya bir halk olduğunu iki yerde söylemişti. Savaş sonrası yayınlanan Antik Musevilik isimli çalışmasında ‘ sosyolojik olarak konuşacak olursak Yahudiler bir parya halktır; yani Hindistan’dan bildiğimiz gibi, resmen ya da de facto olarak, kendi çevrelerinden ayinsel olarak ayrı tutulan misafir halktır (gastvolk)’. Weber her ne kadar ‘Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’ isimli kitabı ile tanınmış olsa da onun en önemli eseri iki ciltlik ‘Ekonomi&Toplum’du. Kitap birinci savaştan hemen önce 1911-13 yılları arasında kaleme alınmıştı. Weber bu yapıtında Yahudiler için ‘misafir halk’ nosyonunu bir kenara bırakır. Parya halk nitelemesi yine kullanılmıştır, ama bu defa tanım daha da geliştirilmiştir.
Weber şöyle der (uzun bir alıntı yapmamıza izin verilsin);’ Fiili bir durum olarak sürgünden beri ve resmi olarak tapınağın yıkılmasından bu yana (M.S 50) Yahudiler şimdi tanımlanacak olan özel anlamda bir parya halk haline geldi… Bizim kullanımımızda parya halk; özel siyasi örgütlenmeden yoksun ve aslen büyüsel, tabucu ve ritüel emirlere dayanan ortak masayı paylaşma ve aynı gruptan evliliğe karşı yasaklarla karakterize edilen özgün bir kalıtsal grubu ifade eder. Bir parya halkın iki ek özelliği; siyasal ve sosyal imtiyazdan yoksun olma ve ekonomik işleyişte çok kapsamlı özgün niteliktir… Yahudilere yönelik acımasız aşağılama ve zulüm arttıkça Yahve ve halkı arasındaki bağ daha sağlam hale geldi… Hıncı Yahudilikteki belirleyici bir unsur kini yorumlamak, Yahudiliğin yaşadığı birçok tarihsel değişim göz önüne alındığında inanılmaz bir hata olacaktır. Ancak hıncın Yahudi dininin temel nitelikteki etkilerini de hafife almamalıyız. Yahudilik diğer kurtuluş dinleriyle karşılaştırıldığında, Yahudilikte dinsel hınç doktrininin kendine özgü bir niteliğe sahip olduğunu ve başka her hangi bir dinin imtiyazsız sınıfları arasında bulunmayan benzersiz bir rol oynadığını keşfeder.’
Weber’e göre bu parya halkın temel özelliği siyasi ve sosyal imtiyazlardan yoksunluğuna karşılık ekonominin işleyişinde çok özgün işlevler üstlenmesiydi. Ayrıca ritüel farklılıkları ve dışarıdan evliliğin yasaklanması diğer ayırt edici yanlarıydı. Weber’in şöyle bir değindiği, ama Max Scheler’in özel olarak ilgilendiği ve Nietzsche için de çok önemli bir kavram olan ‘hınç’ Yahudiler için ‘benzersiz bir role’ sahipti. Bilindiği gibi parya Hindistan’daki kast sisteminin en altında bulunanları tanımlamak için kullanılır. İngiliz seyyahlar 17.yüzyılda ilk defa Hint alt kıtasına adım attıklarında bu sosyal olgu ile karşılaştılar. Yaygın biçimde kullanılmaya ise 19.yüzyılda başlanıldı. Parya hiçbir güvencesi olmayan, başka bir kasta geçmesi imkânsız biriydi. Kast bir sınıfsal hiyerarşiye değil toplumsal tabakalaşmaya denk geliyordu. Sınıfsal hiyerarşiler sınırlı bir geçirgenliğe, mobilizasyona izin verse de kast’a dayalı yapılar böyle bir şeye olanak vermiyordu. Çünkü kasta dayalı yapılar bizzat din tarafından olumlanıyordu. Meşruiyetini sadece dünyevi güçlerden değil ilahi olandan da alıyordu. Kuşkusuz Weber Yahudiler için ‘parya halk’ kavramlaştırmasını yaparken bütün bu anlattıklarımızı aklında tutuyordu. Weber doğu dinleri konusunda da muazzam bir bilgi birikimine sahipti.
Weber Yahudiler için bu nitelemeyi yaparken kuşkusuz geçmişi hesaba katıyordu. Modernlik ve Yahudilerin durumu üzerine konuşmuyordu. Arendt kavramı Weber’den ödünç aldı. Fakat alanını daralttı ve modern Yahudi tiplerinden birini açıklamak için kullandı. Çünkü bu sırada Yahudiliğin ne olduğuna ilişkin ciddi tartışmalar vardı. Doğudakilere göre Yahudiler bir sınıf, halk, ulus veya azınlıktı. Bu kategorilerin birlikte kullanıldığı da oluyordu. Doğu Yahudileri daha çok steel’lerde yaşıyordu. Steel ne köy ne de büyük bir şehirdi, kasabadan daha büyük kentlerdi buralar. Ağırlıklı olarak bakkallık, seyyar satıcılık ve küçük tüccarlık yapıyorlardı. Ağır sanayide çalışmalarına izin verilmiyor daha çok hazır giyim sanayiinde istihdam ediliyorlardı. Batı Yahudiliğinin aksine aralarından çok az burjuva çıkabiliyordu. Serfliğin kaldırılmasından sonraki 20 yıl içinde özellikle Rusya’da üniversiteye gidebilme şansını bulmuşlar ve entelektüel bir tabaka ortaya çıkmıştı. Bu tabakanın içinde Marksizm’e duyulan ilgi de bir hayli fazlaydı. Bundculara göre Yahudiler emekçi ulustu, ama emekçi yanı baskın topraksz bir ulustu. Onların ana dili Yidişçeydi ve giderek kendi edebiyatını da yaratıyordu.
Arendt Yahudiliğini, ancak Naziler iktidara geldiğinde fark edecekti. Yoksa genç Arendt Heidelberg’e Konigsberg’den gelmiş, felsefe tapınağında zikir ederek imanını kuvvetlendirmek isteyen bir felsefe tilmiziydi. Arendt Yahudiliğini fark ettiği anda bir parya olduğunun da ayrımına varacaktı. Karl Jaspers’e bir mektubunda ‘ gördüğünüz gibi hiç de saygın biri olamadım. İnsanın düzgün bir şekilde var olması için ancak toplumun saçaklarında yaşaması ve açlıktan taşlanarak ölme riskini alması gerektiğine her zamankinden daha da çok inanıyorum.’ Arendt bu satırları yazdığında New York’taydı, Nazilerin elinden sağ salim kurtulmayı başarmıştı ve etkili bir konuma sahipti. Ama Filistin’de iki halklı bir devlete inanan, Yahudi geleneklerini pek takmayan modern bir kadın düşünür olarak kendi toplumunda da parya muamelesi görmeye başlamıştı.