Parlamenter Siyasete Sıkışmak

Hacı Hüseyin Kılınç

Bu konuda en çarpıcı örnek hiç kuşkusuz Alman Sosyal Demokrasisidir. Parlamenter budalalığın cezasını iki kere yaşadılar. İlkinde alınmış onca karara rağmen Alman Reichtag'ına gelen savaş tezkerelerine çoğunluk olarak evet dediler. Karşı çıkanlar başta Karl Leibnicht olmak üzere bir avuç kişiydi. 2.Enternasyonal'in de en büyük partisi olan bu parti en son 1912 Basel Kongresi'nde muhtemel bir savaşa karşı duracağını beyan etmişti. Toplanan tüm konferans ve kongrelerinde buna benzer ilke kararları almıştı. Ama savaş gelip kapıya dayandığında ve kitleler savaş  histerisine yakalandığında bunların buz üzerine yazılan yazılar olduğu anlaşılmıştı. İkinci bir ihaneti Alman Devrimi sırasında gerçekleştirdiler. Bavyera'da bir konsey cumhuriyeti ilan edilip Sparatkist ayaklanma başarıya ulaştığında kurulan cumhuriyeti savaş artığı askerlerden oluşan freikorpslarla beraber yok etmişlerdi. Mevzuubahis düzen olduğunda sağ ve merkezci sosyal demokratlar faşistlerle bir araya gelebiliyordu. Bu ayrışma tarihsel bir ayrışmanın da temellerini attı. O günden sonra komünistler artık kendilerine sosyal demokrat dememeye başlamışlardı. 

İkinci kaza Hitler'in iktidara gelişinde yaşandı. Hem sosyal demokratların hem de komünist partisinin milyonlarca üyesi vardı. Naziler işe başladığında alayla karşılanıyor ve ciddiye alınmıyorlardı. Hitler ne yapacağına karar veremeyen bir soytarıydı. Ressam olmak istemiş kısa sürede yeteneksiz biri olduğu anlaşılmıştı. Birahane darbesi bu kanıyı pekiştirmişti. Kargaşa yıllarında yönünü şaşırmış bir budalaydı. Cezaevi yıllarında kaleme aldığı Kavgam'ın bir orjinalliği yoktu. Kendinden daha yetenekli olan Rozenberg ve Chamberlaine gibi ırkçıların darvinist fikirlerinin eklektik bir derlemesiydi. Ama Naziler sosyal demokrat ve komünistler arasındaki kavgadan sıyrılarak adım adım oylarını arttırıyordu. Komünistler sosyal demokratları Stalin'in üçüncü dönem politikaları gereği sosyal faşist olarak görüyor sosyal demokratlarda Weimar cumhuriyetini bekleyen tehlikeden habersiz bir biçimde parlamentoculuk oynuyorlardı. Her gün yoksullaşan, onuru kırılan Alman halkı Nazileri yeni bir şahlanışın, atılımın, yaşadığı zilletin kurtarıcısı olarak görmeye başlamıştı. 1932 yılının sonunda yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıktılar, parlamento krizini lehlerine çevirmeyi başardılar ve en sonunda Cumhurbaşkanı Hindenburg Hitler'i Şansölye olarak atamak zorunda kaldı.

Şimdi ilk anlara dönelim. Alman Sosyal Demokrasisi yenilen 1848 Alman devriminin sonucunda varlık göstermeye başlamıştı. Ayaklanma radikal burjuvalardan işçilerin eline geçmiş, fakat onların gücü devrimi sonuca ulaştırmaya yetmemişti. Devrim geri çekilince düzen hakim olmuş ve bir süre sonra Bismarch Prusya Şansölyeliğine getirilmişti. Bismarch anti-liberal bir junkerdi. Otoriter bir siyaset tahayyülüne sahipti. Bu yıllarda Lassalle işçiler arasında çalışma yürüten ve işçileri devlete yedeklemeye çalışan bir sima olarak sivrilmeye başladı. Alman devriminin önderleri ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ve sürgüne çıkmışlardı. Sürgünde emigre bir hayat sürdürüyorlardı. Lassale adeta Bismarch'ın sosyalist bir kopyasıydı. Devletçi bir sosyalizm anlayışına sahipti. İşçileri Prusya devlet politikalarına yedeklemeye çalışıyordu. Bu dönemde Alman sanayisi çarpıcı bir hızda gelişiyor ve işçi sınıfına her gün yeni bölükler katılıyordu. Prusya junker sınıfın kontrolündeki bir tarım toplumundan bir sanayi toplumuna doğru evriliyordu. Bu gelişim işçi sınıfı edebiyatını güçlendiriyor ve yeni sınıf önderlerini doğuruyordu. Bebel, baba Leibnicht gibi önderler bu dönemde Marxçılığa yakın bir sınıf hareketi örgütlemeye başlamışlardı. Alman işçi sınıfı içinde biri devletçi diğeri kendi özgücüne inanan iki akım ortaya çıkmıştı. 

Gelişen bu hareketten ürken Bismarch çareyi anti-sosyalist yasalarda buldu. İşçi edebiyatı yasaklanıyor, örgütlenmeye izin verilmiyor ve işçilerin kellerinden demoklesin kılıcı kaldırılmıyordu. En sonunda bu iki hareket bir birleşme kongresi ile tek bir yapıda bütünleştiler. Ortaya çıkan hareket Alman Sosyal Demokrasisiydi. Avrupa'nın en örgütlü, en organize hareketiydi. Bulduğu her yerde örgütleniyordu. Etrafında binlerce irili ufaklı örgütler, kulüpler, dernekler vardı. Bisiklet, satranç kulüpleri dahil akla gelen çok çeşitli yapılara sahipti. Bu partiye bakan birisi Alman toplumu içinde adeta başka bir toplumu temsil ettiğini düşünürdü. Yerel yönetimlerden, sendikalara, parlamentodan kadın örgütlerine muazzam bir genişliğe sahipti. Engels bir ara bu büyüme karşısında parlamenter yollar ile sosyalizmin gelebileceğine inanmıştı. Kautsky'in temsil ettiği ve çoğunluğu oluşturan merkezci hizip pozitivist bir marksizm anlayışına sahipti. Buna göre kapitalizmin krizlere yatkın yapısı kendiliğinden sosyalizme geçişi doğuracaktı. Bunun için nesnelliği zorlamaya, öznel müdahalelere gerek yoktu. Bernstein'ın temsil ettiği sağcı kanat kapitalizmin yeni bunalım evresinde giderek kabuk değiştirdiğini ve işçi sınıfı içinde yeni katmanların ortaya çıkmaya başladığını söylüyordu. Nihai hedef olan sosyalizmden bahsetmeye gerek yoktu, çünkü hareket her şeydi. 

Devrimci kanadı oluşturan Roza Lüksemburg ise partinin hantallaşan yapısına dikkat çekiyor, giderek bürokratikleşen karakterine vurgu yapıyordu. Partinin büyümesi ciddi bir parti bürokrasisi yaratmıştı. Böylesi devasa bir aygıtın çekip çevrilebilmesi için bu bir zaruretti. Parti giderek düzenin bir parçası haline geliyor ve devrimci refleksleri törpüleniyordu. Parti içindeki işçiler sendikalarda örgütlü olup sınıf çıkarlarını savunabilecek bir kapasiteye sahiptiler. Parlamenter faaliyet giderek partinin ana faaliyeti halini alıyordu. Luksemburg'a göre bunun tek çaresi kitle grevleriydi. İşçi sınıfını içine çekildiği girdaptan çekip alabilecek yegane şey siyasallaşmış kitle grevleriydi. Bu grevler sayesinde işçiler düzenin sınırlarını deneyimleyip devletin zor aygıtları ile karşı karşıya gelecekti. Lüksemburg'a göre işçiler ancak bir genel grev sırasında tüm yaratıcılıklarını açığa çıkartırdı. Lüksemburg işçi sınıfının yaratıcı kapasitesine iman etmiş birisiydi. Maalesef önderlik meselesi üzerinde gerektiği kadar  duramamıştı. 

İki karar anında da Alman sosyal demokrasisi siyasal hayatı felç edecek bir genel grevi başarıyla örgütleyemedi. Çünkü çoktan parti bürokrasisinin kontrolü altına girmişti. Dağıtılan makam ve mansıplar ile parti düzenin bir parçası haline gelmişti. Bürokrasinin bir kuramcısı olarak Weber bu durumu herkesten önce fark etmişti. Parti içindeki dinamikleri vukufiyetle okumuştu. Parti aygıtı yöneten bürokratik elitin hakimiyeti altına girmiş ve karar anlarını ıskalamıştı. Bu ıskalama Alman felaketi dediğimiz şeye sebep olmuştu son tahlilde. 1959 Bad Godesberg proğramı ile bu parti ufkunu kapitalizmle sınırlayıp sosyalizmden yüz çevirme kararı almıştı. Parlamenter aptallıkların toplumlara bu tür maliyetleri vardır. Bizden hatırlatması