Bir gün yolumuz Paris'e düştü. Sokakları arşınlıyoruz. Elimde fotoğraf makinesi…
Sen Nehri kıyısında eşim, baldızı, bacanağım ile birlikte yürüyoruz.
Fotoğrafını çekecek bir şeyler arıyorum.
Afrika kökenli insanlara rastlıyorum. Fotoğrafını çekmek istiyorum. "No,no!" diye itiraz ediyor.
Elinin başparmağı ve işaret parmağı ile para işareti yapıyor.
Para verilmeyince yüzünü saklıyor… Arkasını dönüyor, her şekilde fotoğrafının alınmasını engelliyor. Derdi para. Buna canım sıkılıyor.
Biraz daha yürüyorum. İleride, meydanda heykel gibi hareketsiz, açık gri renkli bir köstüm giymiş ve havada asılı duruyormuş hissi veren bir kadına rastlıyorum.
Gelip geçenlerin meraklı bakışları arasında sağ elinin baş ve işaret parmağıyla para işareti yapıyor ve önündeki kumbarayı gösteriyor.
“Para atın” diyor.
Ben önce aldırmadan bir kaç kere fotoğraf çekiyorum. O beni işaret ederek kumbarayı gösteriyor. Ceplerime, çantama bakıyorum, madeni Euro yok. 5-6 TL bozuk para var.
Önce aklıma gelmiyor onları atmak. Sonra çaresiz madeni TL lerden bir iki tane kumbaraya atıyorum.
Heykelimizden