İnsanların en güçlü olduğu yanları onların en zayıf yanları da olabilir. Bunu usa vurma yoluyla basit bir zıtlık, çelişki üretmek için söylemiyoruz. Diyalektiğin bir kategorisi olarak çelişkinin tarihin itici gücü olduğuna inanıyoruz çünkü. Burada amacımız Hegel'de, Marx'da, Mao'da aldığı biçimleri tartışmak değil. Peker ' bir tripota, bir kameraya yenileceksiniz ' derken, diyalektiğin hikmetinden bilmeden de olsa söz ettiğini neden düşünmeyelim.
Totaliterleşen tüm iktidarların başına gelen AKP'nin de başına geldi. Sadece aldığı form değişti. O da gayet doğal, 21.yüzyılda totaliter iktidarları bekleyen sürprizlerden biriyle karşılaştı AKP. Gezi'nin yıl dönümündeyken; kim derdi ki üç beş ağaç yüzünden milyonlarca insan ayağa kalkacak, günlerce sokakları, meydanları işgal edecekler ve kendi öz yönetimlerini kuracaklar. Marx'ın tarihin ' istihzası ' dediği şeye biz diyalektiğin ironisi diyelim.
AKP kendi yarattığı zenginlerle, onlara kamu bankalarından sağladığı ucuz kredilerle yeni bir medya düzeni yarattı. Peker bu yeni medya düzeninin yaratılmasındaki asli faktörlerden biri olduğunu ifşaatlarında net bir biçim de ortaya koydu. AKP'nin medya düzeni doğrudan saraya bağlıydı ve tek merkezden yönetiliyordu. Bu düzenek sayesinde AKP medyadaki görece çok sesliliği bastırmış, muhaliflerini ya susturmuş yada merkez medyadan kenarlara doğru sürmüştü. Bu durum Türkiye'de zaten olmayan kamusal tartışma alanının tabutuna son çivinin de çakılması demekti. Bir dönemin Kremlin medyasına benzeyen bu medyanın halk tarafından okunmadığı, takip edilmediği bizzat sahipleri tarafından biliniyor. Amaç sadece mülkiyet yapılarını değiştirerek farklı seslerin çıkmasını önlemekti. Bir dönemin basınının amiral gemilerinin satış rakamları yerlerde sürünüyor şimdilerde. Çoğu tıpkı geçmişte cemaat gazetesi olan Zaman gibi satış rakamlarını şişiriyor. Devlet kurumları tarafından toplu olarak alındıklarından gerçek okuyucuları varmış yanılsaması ile ayakta duruyorlar hala.
Erdoğan bu düzenekten memnun olmadığını zaman zaman dillendirdi. Ama kurduğu totaliter iktidar pratiğinin sürgit devam etmesi için buna mecburdu da. Kültürel iktidar olamadıkları yakınması bunun itirafıdır. Evet tüm kültürel iktidar noktalarını, düğümlerini ele geçirmiş olabilirsiniz, ancak bu sadece fetihtir, işgaldir. İkna ediciliğiniz yoksa, rıza üretemiyorsanız gerçek bir iktidardan da yoksunsunuzdur. Erdoğan'ın itirafları bunların kabulüdür aynı zamanda. Bu vasatlıkla, banallikle, sıradanlıkla sadece kurumları ele geçirebilir, ancak yönetemezsiniz. Çünkü yönetebilmek için 21.yüzyılın bilgisini, dinamiklerini ve beklentilerini okuyabilecek sağduyuya ve birikime sahip olmanız gerekir. Bundan yoksun olduğunuz ve ebediyen de yoksun kalacağınız o kadar net ki...
Peker bir kameraya yenildiniz derken nasıl bir özgüvenle konuşuyorsa ona cevap yetiştirme telaşı içinde olan AKP tayfası da o kadar acz içerisinde olduğunun işaretlerini veriyor. Bütün medya düzeneği ellerinde olmasına rağmen, toplum onlara değil bir faşist bozuntusuna, suç örgütü liderine inanmaya devam ediyor. Peker'in iddialarını yanıt yetiştirme paniği içinde kendileri doğruluyor. Peker'in verdiği kişi, yer, zaman bilgilerinin doğruluğu kendileri tarafından ispatlanıyor. Şüpheyi ortadan kaldıracak açıklamalar yerine, şüpheyi kanaate dönüştüren açıklar veriyorlar. Bu zevat kendi kendine şunu sormalı toplum niçin bize inanmıyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki AKP seçmeninin üçte biri Peker'in iddialarının doğru olduğunu, diğer üçte biri de doğru olabileceğini düşünüyor. Yani karşımızda kendi seçmen tabanının en az yarısının açıklamalarına, bilgilerine itibar etmediği bir iktidar var.
Biz Peker'in her söylediğine elbette inanmıyoruz. O zaten mesih olmadığını, kendini kurtarmak derdiyle davrandığını söylerken, verdiği bilgileri manipülasyon niyetiyle kullanabileceğini itiraf da ediyor. O toplumun çoğunluğunu arkasına almak için özel taktikler geliştirirken kendi meselesinin devlet katlarında yapılacak pazarlıklarla çözüleceğini de biliyor. Ama altmış milyonu aşmış takipçi sayısı, sekizinci videosunun daha yirmi dört saat dolmadan on milyon kişi tarafından izlenmesiyle, bütün dengeleri yerinden sarstığı da bir sabite. Ne muhalefet liderlerinin açıklamaları ne gazetecilerin proğramları toplumun ilgisini bu yoğunlukta çekmiyor. Türkiye'nin çok özel şartlarının ürettiği kriz dinamikleri Peker gibi bir fenomeni üretti. Hegemonya kapasitesinden yoksun olan iktidar elindeki tüm baskı ve rıza aygıtlarına rağmen toplumu yönetemezken, parlamenter muhalefetinde inandırıcı, gerçekleşebilir bir çıkış seçeneğini toplumun önüne sunamamasının ürünüdür Peker'e gösterilen ilginin altında yatan.
Solun bazı bölmeleri AKP'nin kurduğu hegemonyanın kalıcılığı konusunda çok erken karar verdiler. Siyasal İslamın taşıdığı zihniyet dünyası ile 21.yüzyıl şartlarında kalıcı bir hegemonya tesis edebilmesi asla mümkün değildir. Bu yüzyılın özgün dinamikleri de totaliterleştirme çabalarına uzun vadede imkan vermeyecek potansiyellere sahiptir. Bu özgün koşullar tüm insanlık açısından hem barbarlığın hem de kurtuluşun cevherlerini ihtiva ediyor.
Krizler, çelişkiler çoğu kez umulmadık biçimlerde çözülürler. İskender'in gordiyonun düğümünü çözmesi meşhur hikayedir. Düzen dışı muhalefetin etkisiz, iktidar ve parlamenter muhalefet arasındaki güç ilişkilerininse orantısız olduğu bir vasatta Türkiye'nin düğümünü çözmek de bir faşizm karikatürüne kaldı. Marx yaşasaydı Türkiye'nin istihzası da bu derdi herhalde. Şunu da söylemeyi ihmal etmezdi : ' hic rhodus hic salta .'