İki yazıda Erdoğan’ın zayıfladığına ve yerel seçimlerin bunun tuzu biberi olduğuna değindik. Devam ederek CHP’nin yerel seçimlerde tarihi başarının altına imza attığını ve artık bunun verdiği kararlılıkla devam etmesi gerektiğini söyledik. Yine Erdoğan karşısında yumuşamanın ve bütün yapılanları unutarak davranmanın ham hayalden başka bir anlama gelmeyeceğini hatırlattık. Söylediklerimizin mürekkebi kurumadan 1 Mayıs yaşanıldı ve işçi sınıfının mücadele ve dayanışma gününe polis şiddeti damgasını vurdu. Yumuşadığını zannettiği havanın etkisiyle Özgür Özel el yükselterek 1 Mayıs’ı artık Taksim’de kutlamanın zamanının geldiğini vurguladı. Anayasa Mahkemesi kararını da gerekçe göstererek o gün 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’de olacağını söyledi. Ortada bir mahkeme kararı vardı ve yüksek mahkeme Taksim’in işçi sınıfının ortak hafızasına kaydedildiği için bir hafıza mekânı haline geldiğini ve çalışanların tatil günü ilan edilen bu bayramı tarihi mekânda kutlamaya hakları olduğu yönünde bir karar vermişti. Seçimlerin getirdiği iyimser hava yüksek mahkeme kararı ile birleşince 1 Mayıs’ın uzun bir aradan sonra Taksim’de kutlanacağına ilişkin beklentilerde yükseldi. Özgür Özel’in bu konuyu son iki hafta gündemde tutması, hükümete karşı yaptığı açıklamalar, beklentileri daha da arttırdı.
Ama yaşanılanlar tam bir hayal kırıklığı ile sonlandı. Saraçhane’de toplanan kalabalığın Taksim’e yürümesine izin verilmediği gibi göstericilerin üzerine yürüyen polis kitleyi dağıttı, direnenleri gözaltına aldı. Bu esnada tertip komitesi eylemi bitirme kararı almış ve kalanları polis şiddeti ile baş başa bırakmıştı. Saraçhane’de toplanan on binler Özgür Özel’in açıklamalarından cesaret almış ve onun önderliğinde Taksim’e gireceklerine inanarak gelmişlerdi. Sabahın ilk saatlerinden itibaren polis Taksim’e giden yolları tutmuş, adeta kuş uçurtmuyordu. Saraçhane’nin karşısındaki Bozdoğan kemerinin olduğu yere polis barikatları kurulmuştu. İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi ile yürütülen temaslardan sonuç alınamamıştı. İstanbul’da yapılan 1 Mayıs gösterileri deyim yerindeyse fiyasko ile sonuçlandı. Direnenleri, 1 Mayıs’ın tarihsel anısına sadakat göstererek Taksim kararlılığında ısrar edenleri eleştirilerden tenzih ettiğimizi belirtelim.
Bu gelişme Türkiye’de işlerin her an ters dönebileceğini ve devletlûlardan gelecek işmarlara da pek öyle kanmamak gerektiğini gösteriyor. Özel gelişmeleri biraz dikkatli takip edebilmiş olsaydı ihtiyatı elden bırakmaz daha temkinli açıklamalar yapardı. AKP’nin yenilmesine rağmen devletin kolluk güçlerini emri altında tuttuğunu, Taksim’in yalnızca bir hafıza mekânından ibaret olmadığını, Gezi’nin de mekânı olduğunu, bunun da Erdoğan’ın tüm paranoyalarını tetiklemeye yeterli olacağını unutmazdı. Taksim Meydanı 1977 1 Mayıs’ından bu yana işçi sınıfına yasaklanmıştı. Yasağın kalkması için ağır bedeller ödenmiş, kayıplar verilmişti. İşçi sınıfı ile sosyalist hareket meydanının işçilere açılması inadından hiç vazgeçmemişti. AKP cemaat ile ortaklık yaptığı dönemde devleti ele geçirmek için meydanı kutlamalara açmıştı. Cemaat ile kavgaya tutuştuktan ve Gezi olayları patlak verdikten sonra meydan işçilere ve bağlaşıklarına yeniden yasaklanmaya başlamıştı. AKP’nin her tür demokratik tavizi kontrolü kaybetmeyle eş değer gördüğü bir vasatta Taksim’i kutlamalara açacağını hesap etmek ve bununla ilgili olmadık beklentiler yaratmak karşınızdaki güçleri hiç tanımamak demektir.
Bu fasla tekrar dönmek üzere Özel’in Erdoğan’la görüşmek isterken neyi umduğunu anlamaya çalışalım. Özel bu lafı seçimlerden sonra Sabah gazetesine verdiği röportaj sırasında söyledi. Yandaş medyanın bu amiral gemisinin Özel’e manşetlerini ve sayfalarını açması zaten düşündürücüyken, Özel Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’a saygılı davranacaklarını, ancak AKP genel başkanı olarak da en sert muhalefeti yapacaklarını söyledi. Ortaçağın Tanrı-Kral örneğinde olduğu gibi iki gücü tek bir bedende taşıyan birini nasıl parçalara ayrıştıracaktınız? Acaba Erdoğan bedeninde cisimleştirdiği güçlerinden birinden feragat etmeyi mi düşünüyordu? Özel’e bu konularda tüyolar mı gelmişti? Seçim yenilgisi üzerine, şapkalarından birini çıkarmayı mı hesaplıyordu ya da CHP’nin desteğini alarak 50+1’den vazgeçmeyi mi kurguluyordu? Erdoğan’ın ardındaki güçler, örneğin MHP gibi, buna izin vermeyeceğinden, CHP bu konuda ön almaya mı niyetlenmişti? Sorular ve bu sorular etrafında yürüteceğimiz spekülasyonlar arttırılabilir? Veya tüm bu saydıklarımızdan bağımsız olarak Özel başka hesaplar mı yapıyordu? Neydi onlar?
Söylendiği gibi CHP’nin kazandığı belediyelerdeki borçlardan dem vurup bu konuları mı Erdoğan’a iletecekti? Yine önlerinde SGK ile Maliye borçlarını bulan CHP belediyelerinin bu konuda rahatlatılmasını mı isteyecekti? Bunlarda değilse, CHP’nin seçim kazanmasında kısmi bir etkisi olan AKP seçmeninin Erdoğan sevgisini bilindiğinden 'bakın sizin reisinize gerekli saygıyı gösteriyoruz' diyerek bu seçmenleri CHP’ye çıpalamayı mı hesaplıyor? Ama yerel seçimlerde AKP’den CHP’ye geçişler çok sınırlı kaldı. Bütün araştırmalar
bunu gösteriyor. Bu seçmen ya Yeniden Refah’a gitti ya da sandığa gitmeyerek seçimleri protesto etti. Anayasanın fiilen askıya alındığı, anayasa mahkemesi kararlarının tanınmadığı, anti-hukukun bizzat Erdoğan tarafından teşvik edildiği bir rejimde yukarıda sıraladığımız gerekçelerden hangisi olursa olsun Erdoğan ile flört etmeye teşebbüs etmek sadece Erdoğan’ı meşrulaştırır. İçeride ve dışarıda kaybetmiş, seçim yenilgisi ile daha bir gözden düşmüş Erdoğan’a kendini toparlaması için kan verir. Bunun karşıtı her tür müzakere ve diyalog zeminini yok etmek ve yok saymak değildir. Eğer Türkiye’nin kritik meseleleri var ise ve Erdoğan bu konuda seçimlerden birinci çıkmış partinin görüşlerini almaya lüzum duyuyorsa davet sahibi de o olmalıdır. Erdoğan tüm uygulamaları ile memleketin bugün sürüklendiği girdabın temel sorumlusudur. İçine girilen çıkmazın, ekonomik iflasın, başarısız dış politikanın ve hukuksuzluğun altında onun imzası vardır. Erdoğan’ın kendi iktidarını ayakta tutmak ve karşıtları üzerinde de zoru arttırmak dışında hiçbir amacı yoktur. Erdoğan’la bu şartlarda müzakere edilebileceğine inanan birisi Türkiye denilen memlekette yaşamıyordur.
Özel 13 yıldır mecliste milletvekili olarak görev yapıyor. Yaklaşık 8 yıl da CHP gibi bir partinin grup başkanvekilliğini yaptı. Bir röportajında çok kritik bir laf etmişti. Demişti ki ‘ Türkiye’yi ne Erdoğan ne de Bahçeli yönetiyor, her ikisini de yöneten Ankara’da başka bir güç var’. Az çok devlet bilgisi olan herkes Özel’e hak verecektir. Evet, ne Erdoğan ne de Bahçeli geniş manevra alanına sahip, dizginlerini ellerinde tutan güçler tarafından yönetiliyorlar. Ve bu güç sadece iktidarda olanları yönetmiyor, canı istediği zaman muhalefeti de dizayn edebiliyor veya telkinlerine uyulmasını beceriyor. Bunu kritik kavşaklarda yaşadık, gördük ve biliyoruz. Yalnız Özel seçimden sonra bir manidar laf daha etmişti. O da şuydu; iktidar sahiplerine seslenir gibi, bu seçimin yani 31 Mart yerel seçimlerinin galibinin millet yenilenin ise devlet olduğunu söylemişti. Bizim istediğimiz Özel’in bu lafının hakkını vermesi ve devletlûlardan gelecek telkinlere kulaklarını tıkamasıdır.