Erdoğan en büyük seçim yenilgilerinden birini 7 Haziran 2015 gecesi yaşamıştı. AKP’nin oyları 1%40’lara kadar gerilemiş ve seçimin en büyük sürprizini HDP gerçekleştirmişti. HDP oylarını neredeyse geometrik biçimde arttırıp %13,80’lere yükseltmiş ve 80 milletvekili ile de Meclisin üçüncü büyük partisi haline gelmişti. Herkes kaybeden AKP ile yerinde sayan CHP arasında tarihsel bir uzlaşma beklerken sahneye Bahçeli çıkmış ve daha ilk günden her hangi bir koalisyonun parçası olmayacağını ve seçimlerin yenilenmesi gerektiğini söylemişti. Gerisi herkesin malumu. 45 gün süren istikşafi görüşmeler, toplumda yaratılan beklenti ve en sonunda seçimden ikinci parti çıkmasına ve Anayasa gereği cumhurbaşkanı tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmesi gereken Kılıçdaroğlu’na bu yetkinin verilmemesi ve Kılıçdaroğlu’nun hiçbir şey olmamış gibi kulağının arkasına yatması. Erdoğan aradaki zamanı yapacağı darbenin son hazırlıklarını tamamlamak için kullanmıştı. PKK’nin hendek savaşları adı altında başlattığı ve kimsenin akıl karı sayamayacağı hamle, Erdoğan’a aradığı fırsatı altı tepsi de sundu. Toplum şehir savaşlarını nutku tutularak ve güvenlikçi bir siyasete teslim olarak seyretti. Kasım seçimleri geldiğinde, zamanın devrik Başbakanı Davutoğlu, ölümlerle orantılı olarak oylarının arttığını söyleyecekti. Türkiye toplumu devletin bizzat hazırladığı, ve son hazırlıklarının 2014 Ağustos MGK’sında yapıldığı olağanüstü hal siyaseti ile bir kez daha teslim alınmıştı.
İkinci büyük yenilgi ise 31 Mart 2019 seçimlerinde geldi. AKP Türkiye’nin milli gelire en büyük katkıyı veren tüm büyükşehirlerinde seçimleri kaybetti. Bu seçim AKP’nin artık bir metropol partisi olma karakterini yitirdiğini de göstermişti. AKP’nin kentli seçmenle kurduğu bağlar zayıflamış, bu parti bir taşra partisi olma yoluna girmişti. HDP’nin koşulsuz desteği ile, İYİ partinin şartlı desteğini alan CHP, seçimden başarıyla çıkmıştı. CHP büyükşehirlerin 11’ini kazandığı gibi, Türkiye nüfusunun yarısını yerellerde yönetme hakkını elde etti. Erdoğan bu seçimden sonra da yumuşama eğilimleri göstermişti. Hatta CHP’li büyükşehir belediye başkanlarını sarayına davet etmiş, yanındaki bakanlarına sorunlarını halletmeleri için talimat da vermişti. Aralarında whatzap hattı bile kurulmuştu. Memlekette iyimserlik rüzgârları esmekte iken sarayda başlayan balayı çok kısa sürdü. Kendini toparlayan Erdoğan yine bilinen çizgisine döndü.
Ama Erdoğan’ın 31 Mart 2024’deki yenilgisi yukarıdaki örneklerin hiç birine benzemiyor. Erdoğan 7 Haziran’da HDP’ye, Demirtaş’a kaybetmişti. Omurgasını Kürtlerin oluşturduğu bir siyasete yenilmek sadece Erdoğan’ın değil bizatihi devletin yenilmesi demekti. Çünkü Erdoğan’ın ardında durduğu devlet fraksiyonlarının tamamı için, Kürtlerin kazanması kendilerinin büyük yenilmesi demekti. Bu yenilgiyi telafi etmek için devletin tüm kuvvetleri Kasım seçimlerine giderken sahaya indiler ve Erdoğan’a tekrar kazandırdılar. 31 Mart 2019’da ise Erdoğan’ın yenilgisi mevzi bir yenilgiydi. Bu seçim savaşta kaybedilen muharebe gibiydi. Her zaman için telafisi mümkündü. İyimserlik yayılan dönemde Erdoğan devlet içinden aradığı desteği yeniden kazandı. Bir reis, el duçe, Sezar olarak Erdoğan’ın yaptığı iş her seçimin plebisit özelliği kazandığı bir vasatta, arkasına aldığı devlet fraksiyonları adına milletten onay almaktı. Bu onayı hile ve hurda ile almasının önemi yoktu. Onayı alabildiği müddetçe ardındaki devlet fraksiyonlarının desteğini arkasında bulacaktı.
31 Mart 2024 seçimleri diğerlerinden farklı olarak Erdoğan için tam bir hezimet anlamına geliyor. Çünkü Erdoğan her hangi bir siyasete değil CHP’nin temsil ettiği köklü, sistemle bağları kuvvetli bir siyasete kaybetti. HDP’ye kaybettiği zaman aslında kaybeden devletti. HDP bizzat İmralı’da Öcalan tarafından kurdurulmuş bir partiydi. Bu kurdurma komplocu zihniyetin düşündüğünden farklı olarak her detayı Öcalan tarafından kararlaştırılmış bir kurulum değildi. Öcalan müzakere sürecinin yarattığı demokratik ve barışçıl zeminin HDP gibi bir parti için elverişli bir zemin yarattığını fark etmiş ve bunun için harekete geçmişti. Bu parti Türkiye’yi sıkıştığı iki kutuplu siyasetten kurtaracak ve önüne demokratik cumhuriyeti hedef olarak koyacaktı. Kürtler bu partinin omurgasını oluşturmakla birlikte demokratların her türü ile solun her çeşidi partide yer alabilecekti. Bu nedenlerle HDP her hangi bir parti değildi, rejimin demokratik cumhuriyet yönünde köklü dönüşümünü hedefliyordu. Bu partinin devlet içinde hiçbir bağlaşığı yoktu. Sermaye ise bu konularda ancak kapalı kapılar ardında konuşabiliyordu.
Fark edildiği üzere ısrarla bir şeyin altını çizmeye çalışıyoruz. O da bu yenilginin hem Erdoğan hem de devlet içindeki yandaşları açısından anlamının farklı olduğu. Erdoğan’ın büyük kaybetmesi taşları yerinden oynatmıştır. Yandaş medya içerisinde dahi bunu hissetmek mümkündür. Özgür Özel seçim sonrası ilk röportajını Erdoğan’ın damadının kardeşinin yönettiği Sabah gazetesine verdi. Demirörenlere ait olsa da bu basın organı damat ve kardeşi tarafından yönetiliyor. Sonrasında hık deyicilerden biri olan Selvi ısrarla bu diyaloğun kurumsallaşması gerektiği yönünde haber- yorumlar yaptı. Erdoğan’da beklentileri yükselten bir davranış içine girdi. Önce bayram tebriğini kabul etti, ardından Meclisteki sahne gerçekleşti. Biz Erdoğan’ın bu adımları çok da isteyerek attığı kanaatinde değiliz. Erdoğan bu yenilginin diğer yenilgilere benzemediğini pekâlâ biliyor. Sadece kendine sadık seçmenleri kaybetmediğinin hem devlet hem de sermaye fraksiyonları arasında taşların yerinden oynamış olabileceğini fark ediyor. Nasıl mı?
Büyük sermayenin Erdoğan’a verdiği destek hep kerhendi. Başkanlık sistemini kendileri açısından isteyen büyük sermaye için, Erdoğan’ın Sezaryen başkanlığı kolay hazmedilir değildi. Doğru, en çok onun döneminde kazandılar, karlarına kar eklediler, ama tüm bunları siyaseten mülksüzleşmek pahasına elde ettiler. Hâlbuki onlar çok daha kontrollerinde birini, örneğin Gül veya şimdilerde olduğu gibi İmamoğlu benzeri birini tercih etmek isterlerdi. Seçimlerden en büyük dersi bu sermaye fraksiyonu çıkarmışa benziyor. Burjuvazinin batıcı kolu diyeceğimiz bu hizip başkanlık sistemini işlerini kolaylaştırmak için istediği gibi, Türkiye’nin istikametiyle oynanmamasını da arzuluyordu. Çünkü soğuk savaş sona erdikten sonra devletin zor aygıtları içinde batı aleyhtarı çevreler önemli bir ağırlığa ulaşmıştı. Bu çevreler batının Kürt meselesini kendi hesapları için kaşımasından rahatsız oldukları gibi, Türkiye’nin soğuk savaşta olduğu gibi Batının bir peyki olmasından da sıkıntı duyuyorlardı. Mümkünse daha müstakil, ama bu olmadığında da bloklar arasında salınan bir politikayı istiyorlardı. Büyük sermaye şimdi Erdoğan’ın kaybetmesi ile daha bir özgüven kazanacak ve seçimin galibi CHP’yi de kendi politikaları doğrultusunda daha fazla etkilemek isteyecektir.
Devlet fraksiyonlarının eğilimlerine gelince. Bahçeli sistematik olarak mesajlar veriyor. Bahçeli Erdoğan’ın CHP’ye göz kırpmasından bile rahatsız. Kendi dünyasında oluşturduğu sembolik bir dille Bahçeli mesajlarını üstü örtük de olsa muhataplarına iletiyor. Bahçeli her şeyden önce seçimi bir yenilgi değil yol kazası olarak görüyor ve Erdoğan’ın da böyle görmesini istiyor. İstikamet değiştirmeye, CHP’yi muhatap almaya zerre lüzum yok. Seçim çok özel bir konjonktürün sonucunda kaybedildi. Seçimlere 4 yıl var ve işlerin toparlanması için zaman çok fazla. Bahçeli devlet içindeki kadrolaşmasının devam etmesi için Erdoğan’ın yakasından düşmüyor. Can Atalay’la ilgili Yargıtay 3.Ceza Dairesi kararında olduğu gibi devlet içinde tuttuğu köşe taşları var. Erdoğan’a bunları her an harekete geçireceği mesajı veriyor. Devlet içindeki anti-batıcı fraksiyonun sözcülüğünü ise Erdoğan’ın danışmanlarından sabık komünist Mehmet Uçum üstlenmiş. Bu fraksiyon ekonomik zorunluklarla Batıya kırılan dümenin kalıcılaşmasından endişe ediyor. Erdoğan’ın CHP ile gireceği diyaloğun bu eğilimi kuvvetlendirmesinden endişe ediyorlar. Görüldüğü gibi devlet içi fraksiyonlarda da bir zemin kayması söz konusu. Türk milliyetçiliğinin sentezci kanadını temsil eden eğilim Erdoğan’a hiçbir şey olamamış gibi davranmayı önerirken, Ergenekon-Avrasya hattı batıya yakınlaşmaktan endişe ediyor. Herkes kendi meşrebince ağırlık merkezini kendi etrafında toparlayan Erdoğan’ı etkilemeye çalışıyor. Erdoğan ve Özel nasıl bir oyun kuruyor onu da bir sonraki yazıda değerlendirelim.