Özdağ-Soylu Kavgası: Performatif Siyaset

Hacı Hüseyin Kılınç

Postmodern zamanlar her şeyin -mış gibi olma riskinin yükseldiği dönemlerdir. Sahicilik, otantisite giderek kaybolur her şey giderek bir gösteriye, performansa dönüşmeye başlar. Tansiyon yükselir, gerilim artar, kıyamet kopacak zannedersiniz, ancak bir bakmışsınız herşey pelteleşmiş. Buna gerçekliğin yitimi, kaybolması diyenler olduğu gibi bütün katılıkların yerini çözülmeye bırakması diyenlerde çıktı. Popülist siyasetçilerin başarısı sergiledikleri performansın çektiği ilgi ile ölçülür. Performans seçmeni şaşırtmaya, afallatmaya, şoka uğratmaya ve bu da olur muymuş tekniğine dayanır. Popülist siyasetçi siyaseti sahici bağlarından kopartarak sahne performansına dönüştürür. 

Klasik temsil ilişkilerinin çivisinin çıktığı, kitlelerin siyasetin seyircisine dönüştüğü zamanlarda siyasetçinin sözünün içeriğiyle değil performansıyla değerlendirilmesi olağanlaşır. Siyasetçi tek düzeliği ancak skandal söz ve davranışlarla sekteye uğratabilir. Haber kanallarının birbirinin tekrarı proğramlara gömüldüğü bir vasatta dikkatleri çekmek için her defasında farklı atraksiyonlara başvurulur. Siyasetin sözden uzaklaşması, sözün ağırlığının kaybolması, siyaseti giderek gösteri sanatlarına yaklaştırır. En sahici çıkışların ardında uzunca düşünülmüş, çalışılmış ve hesaplanmış kurgular vardır. Lider ve ekipleri her bir seçmen kümesine nasıl seslenilmesi gerektiğine ilişkin günler süren hazırlıklar yaparlar. 

Faşizm ise performansın estetize edilmesidir. Hitler ve Mussolini birer performans ustasıydılar. Kitleler nezdindeki çekicilikleri bu özelliklerinden kaynaklanıyordu. Faşizm ile estetik arasındaki bağ belki yadırganabilir. Faşizmin estetikle bağına dikkatimizi ilk Benjamin çekmişti. Benjamin, güzellik bilimi olarak tanımlanan estetik ile kötülüğün rejimi faşizmi birlikte düşünmeyi öneriyordu. Kitlelerin siyasetin aktif nesneleri haline geldiği bir rejimdir faşizm. Komünizm kitleleri tarihin özneleri yapmak isterken faşizm onları nesneleştirmek suretiyle bulundukları konumda sabitler. 

Serdengeçtilik Türk faşizminin ululadığı bir davranış tarzıdır. Adanmışlığı, fedailiği ve kendinden vazgeçmişliği ima eder. Solun fedai kültürünün faşizme tahvil edilmesidir. Serdengeçtilik aynı zamanda kabalığı, yontulmamışlığı, nadanlığı da kutsar. Faşizm teknolojiyi fetişleştirirken insan davranışını dürtülere, güdülere kadar geriletir.  Medenileşme pratiklerini erkekliğin yitimi gibi görür. Davranışlara getirilen incelik, zerafet, kibarlık kadınsı özellikler kabul edilir. 

Solun devrimci adanmışlığına Türk faşizmi serdengeçtiliği üretecek cevap vermeye çalışmıştı. Ama arkasına devleti, onun zor aygıtlarının desteğini alarak. Serdengeçtilik edebiyatı yapanların çoğunun haber elemanı olarak kullanıldığını biliyoruz. Solun ürettiği devrimci prototipinin gençlik kitlesinde yarattığı sempatinin önünü almak için karşısına çıkarılan bir soğuk savaş yanıtıydı serdengeçtilik. 

Özdağ ile Soylu kendilerini birer serdengeçti gibi sunsalarda imajlar dünyasındaki karşılıkları bunun kötü bir kopyasından ibarettir. Ne fedai olabilirler ne de herhangi bir davanın adamı. Attıkları her adım hesaplı, gösterdikleri her jest bir kurgunun ürünüdür. Nobranlıklarını haklılıklarından değil sırtlarını dayadıkları odaklardan alırlar. O nedenle davranışlarının sahicilikle bağı yoktur. Siyaset zaten sofistlerden bu yana algı yönetimine indirgenip gerçekle bağlarını kopardığından postmodern zamanların ruh hali de buna ekstra katkıda bulunur. 

Aynı zihniyetin, aynı siyasal akımın birer şovmeni haline gelmiş iki siyasetçinin horoz döğüşüne benzeyen atışmaları sadece gerçek sorunlarımızın zemininin kaydırılmasına hizmet eder. Sığınmacı sorununun anlaşılmasının, gerçekçi çözümlerin üretilmesinin imkanlarını tahrip eder. İnsani çözüm seçeneklerinin  üretilmesini berhava eder. Zaten faşizmin en maharetli olduğu yer burasıdır. Endişeleri, korkuları azdırmak ve medeni çözüm seçeneklerini yok etmek.