Orhan Kemal genç Cumhuriyet Dönemi yazarıdır. 1914 doğumludur. Zorlu, sıkıntılı bir çocukluk ve gençlik yılları geçirmiştir. Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le tanışması sanat yaşamında dönüm noktası olur. Nazım Usta ile buluşmadan önce şiir yazar hatta Nazım'ı taklit eder, oysa Nazım Usta kendisini roman yazmaya yönlendirir. Nazım Usta yazarımızın politik/ kültürel/ sanatsal öğretmenidir. Cezaevi sonrası roman yazmaya başlar.
Üstat 1969 da ilk kez Moskova’ya davet edildi ve bir aylığına gitti. Rahatsızlandığı için bir hafta hastanede kaldı. Sonra İstanbul’a döndü.
5 Mayıs 1970 de Bulgar Yazarlar Birliği davetiyle Sofya’ya gitti. Rahatsızlanması nedeniyle hastaneye kaldırıldı. 2 Haziran 1970 akşam 21.15 de beyin damarı tıkanması nedeniyle vefat etti.
5 Haziran 1970 de Türkiye’ye getirildi.7 Haziran 1970 de Zincirlikuyu’ya defnedildi.
İlk yayınlanan kitabı Baba Evi 1949 yılında olduğu düşünülürse üretim süresi yirmi bir yıldır, eserlerinin sayısı bu gün itibariyle elli dokuz adettir.
Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılını konu edinir, yazdığı eserlerinin ilk dördü otobiyografik bir nitelik taşır; bunların üçü: Baba Evi, Avare Yıllar, Arkadaş Islıkları birbirini tamamlayan romanlardır. Cemile ise otobiyografik karakter taşımasına karşın roman karakteri taşır, diğer romanlarında 1934 yılını özellikle belirtir, bu tarih Türkiye'de devletçilikten liberalizme geçişi, sermaye birikiminin olduğu dönen başlangıcıdır, yani sermaye birikimi fabrikalaşma, sanayileşme sürecine not düşmek ister. O yıllarda özellikle Adana'da pamuk “beyaz altın” olarak nitelendirilir, kütlü pamuk, dokuma ve iplik fabrikalarında ürün haline getirilip pazara sürülür. Orhan Kemal Cemile, kanlı topraklar, Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde kısmen de Eskici ve Oğulları romanlarının konusu pamuk toplama ve fabrika çalışanlarıdır. Ağların sermaye birikimi olmadan değişik yol ve yöntemlerle fabrikalara sahip olduklarını konu edinir. Cemile romanında ise bir farklılık vardır, oda Kadir ağa ve ortağı Numan Bey’ in ortaklığıdır. Kadir Ağa feodal zengini, Numan Bey ise kapitalist liberal ortağını sembolize eder. Cemile aşk teması üzerinden kurgulanmıştır. Orhan Kemal'in sanat anlayışı kendi ifadesiyle” sosyal gerçekçi bir sanat” anlayışıdır. Orhan Kemal toplumsal eleştirisel gerçekçi sanat tarzını; gerçekçilik ve doğalcılıkla zenginleştirmiştir. “ Ne dediğini bilen bir yazar için sınıflar dışında bir edebiyat yoktur.” der. Fabrika işçilerini, tarım ırgatlarını, temel kahraman olarak işler. Ayrıca siyasilerin, bekçilerin, inşaat işçilerinin, işsizlerin, kadınların, ezilmişlerin, mahpusların yani emeğiyle geçinen geniş kitlelerin yazarıdır. Onların hikayelerini, gerçeklik ve doğallıklarına müdahale etmeden varlıklarından soyutlamadan verir. Toplumcu gerçekçi bir yazar olarak başka türlü yazamayacağını, çünkü yukarıda belirtiğimiz insanların yaşamını iyi tanıdığını onlar gibi yaşadığını, gözlemlediğini belirtir,” ben bildiğim yaşamı yazarım; çünkü öyle yaşadım onu bilirim” der. Toplumsal gerçekçilik sanat ilkesini gerçeklik ve doğallıkla güçlendirirken sade, yalın kısa diyaloglar tercih eder, süslü cümleler kullanmadan sanatını bu dil ve üslupla verir, romanlarında üstünlük şekil olarak diyaloglardadır, kahramanlarına karşı duruşu mütevazi bir konumdadır. Kenara çekilir kahramanlarını okuyucularına diyalogları yoluyla tanıtır, kentin demografik yapısına ve etnik kökenine göre de şivelerini konuşturur, yine sade ve duru bir dil tercih eder. Orhan Kemal kahramanlarını fabrika işçileri ve tarım ırgatlarından seçerken konu ise “açlık” ve” ekmeğin peşinde” koşmalarıdır. Ekmek ve açlık için türlü zorluk ve sıkıntıyla mücadelesini verirken gelecek günlerin de umut ve sevgi dolu hayallerinden koparmaz, sevgi ve umut yazarımızın romanlarında eksik olmaz. Kahramanlarının yaşam biçimini ve geçim için verdiği uğraşı gerçekçiliğini okuruna bir fotoğraf makinesi karesi gibi gösterir, diyalektik yöntemin ilkelerine sadık kalır, neden ve niçin üzerinden sorgulayarak, göstererek sonuçlara götürür okuyucuyu düşündürür, kahramanı da bu diyalektik süreçle bilinçlenir. Kahramanını çok iyi bilir, tanır, özelliklerini ayırt eder, oturduğu mahalleyi, mahalle komşularını, sokakları, evlerini bahçelerini iç içe geçmiş odalarına varıncaya değin yazar. Toplumsal, eleştirel gerçekçi anlayışını realist bir “hakikilik” le , güçlendirir sade, yalın, kısa süsten uzak diyaloglarla okuyucunun okuma zevkini tahrik eder.
Orhan Kemal'i kendi özgünlüğünde; Maksim GORKİ, Charles DİCKENS, John STEİNBECK ve Emile ZOLA kategorisinde eserler verdiğini söyleyebiliriz. Sanatı hakkında söylenecek son söz varsa; onun olayları analiz ettiğini işçi ve ırgat yaşamını çözümlediğini çelişkileri gösterdiğini emek/sermaye ikilemini vurguladığını, ama değiştirmek için bilinçli bir yol ve yöntem göstermediğidir. Kahramanları bireysel birer nesne olarak ekmek peşinde koşarlar, birey olarak yalnızdırlar. Sosyal ve politik bilinç vermez dolayısıyla kahramanları örgütlenme bilincinden de yoksundur Mücadeleyi artı-değerle sermaye birikimi ve zenginliği yarattığı kesime değil kendi sınıfından olan kişileri yönlendirir.
Öncelikle otobiyografik nitelik taşıyan dört kitabı seri halinde vereceğiz, Baba evi, Avare yıllar Cemile ve Arkadaş Islıkları
BABA EVİ
1949'da yayınlanır, ilk otobiyografik romandır, gerçekçi realist bir eserdir. Adana kahvelerinde tanıdığı “Küçük Adam “önerisi üzerine kaleme aldığı dörtlü serinin ilk romanıdır, mekan olarak kahve; Orhan Kemal’in gençliğinden gelen bir kültürdür, Cağaloğlu'nda İkbal Kahvesi ( Nurer Uğurlu ),bu anlamda sembol niteliği taşır. Romanda hemen girişinde dedesinin bir sözü Orhan Kemal'in geleceğinin çileli olacağının sinyalini verir, “ben de dünyanın sıkıntısını çekmeye geldim dünyaya”. Yazarımız ailesini tanıtır özellikle babası hakkında pek de iyi düşünceler taşımaz, baba milletvekili, Adalet Bakanlığı, Parti Genel Başkanlığı yapmış, gazete çıkartmış, başyazarlık yapmış, yani günün koşullarına göre aydın diyebileceğimiz bir nitelik sahibidir. Ancak aile yaşamında zorbadır, hoşgörü sahibi değildir, Orhan Kemal daha beş yaşında olmasına rağmen baba tarafından sopayla, bastonla, tekme tokat dövülür, sabah işe gitmeden okuma ödevini ders olarak verir, çalışsa bile korkusundan unutan Orhan Kemal’i akşamları döver. Babası için: “Gümüş Topuzlu bastonu, sarı çantası, hasırlı kırmızı fesi bilhassa bana bakarken mutlaka çatılan kalın kaşlarıyla O benim için iri gövdeli bir korkudan ibaretti” …” Babamı gördüğümde sırtımda bir kaşıntı başlardı” der. Anne ise şefkatli, hoşgörü sahibi çocuklarına düşkün emekli bir öğretmendir
Savaş başlar şehri terk ederler Konya yerleşirler orada da yaşamları pek huzurlu geçmez, sonra babanın siyasi muhalifliği nedeniyle baba Beyrut'a gitmek zorunda kalır, Aileyi de çağırır. Baba avukattır, ancak Beyrut'ta avukatlık yapamaz bir lokanta açarlar onu da işletemez iflas ederler. Küçükoğlu Niyazi işportacılık yapar ve simit satarak ailenin geçimine yardımcı olmaya çalışır. Orhan Kemal de bir matbaada iş bulur, ancak bu iş uzun süreli olmaz, yine yokluk Yoksulluk dönemi başlamıştır, baba tekrar Orhan Kemal'e sıkıntılı günler yaşatır, babanın geçimsizliği Orhan Kemal'in Adana özlemiyle arkadaşların özlemi birleşince tekrar memlekete döner. Babaannesi ve mahalle arkadaşlarıyla buluşur. Mahalle arkadaşları futbol arkadaşlarıdır. Kendisi de futbolcudur. Babaannenin emekli maaşı geçimlerini karşılamaya yeterli değildir, buna rağmen herhangi bir işte çalışmaz avare yıllarına devam eder. Romanı şu cümlelerle biter:” Ey açlık! Seni midemde iliklerimde kanımın yuvalarında duydum. Ve sen benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu sen ebedi tokluğu fethedeceksin.”
Orhan Kemal romanlarının konusunun açlık ve ekmek peşinde koşmak olduğunu ifade etmiş olur.
AVARE YILLAR
“Küçük Adam” serisinin ikinci romanıdır. Mahallede futbol takımında oynayan yazarımız futbol takımıyla birlikte ara sıra başka köylere de futbol karşılaşmaları için giderler, Avare Yılları bu serinin gençlik dönemini içerir, yine futbol arkadaşları yarı aç yarı tok geçen günler, arkadaşlarda para olarak ne varsa bir araya getirilir, ihtiyaçlar karşılanır karşılaşmalar ve atletizm yarışmalarına katılır. Atletizm yarışmasının bitiminde birinci geleceği sıra açlıktan bayılır, yarışmayı kaybeder, sonra futbol kulübünün vereceği birkaç kuruşla yaşamını devam ettirir, âşık olur, yetmez İstanbul'a gider hem futbol oynayacak hem de para kazanacak, orada standart bir yaşam kuracaktır, ama İstanbul'da arkadaşlarından ve dostlarından umduğu yakınlığı bulamaz. Adana'ya döner büyükannenin İstanbul dönüşü dokundurucu sözü O nu yeni bir yaşama yönlendirir, büyükanne: “Eğer oğlum sen adam olursan sokaktaki köpeklerde adam olur” der.
Annesi ve iki kız kardeşinin Beyrut'tan Adana'ya geri dönüşü yoksulluklarını daha da artırır, yazarımız buna rağmen bir süre daha çalışmaz avareliğe, serseriliğe devam eder,( Orhan Kemal romanda yaşamın serüvenini basamak basamak işleyerek ders niteliğinde olay örgüsünü zenginleştirir, yani görerek göstererek, yaşayarak yaşatarak kahramanlarını yaşamın birincine toplumsal bilince götürür), iyice yoksul durumda bir gün annenin en yakın akrabalarına gidip parasal yardım istemesi ve akrabalarının annenin yüzüne kapıyı kapatması eve dönerken merdivenin başında baygınlık geçirmesi Orhan Kemal için bir dönüm noktası olur, çünkü anne aç susuz perişan bir durumda eve gelmiştir. Baygınlık esnasında komşu kadın yardımına geldiğinde kolonya ispirto ya da sirke ister, hiçbiri yoktur, kahramanımız;” Evet der kolonyamız yok ispirtomuz yok sirkemiz yok evimiz barkımız tarla, apartmanımız otomobilimiz değil, ispirtomuz bile yok.” Böylece gerçeğin çıplak görüntüsü yazarımızın gözünü açar,
Orhan Kemal yokluğun sefaletin açlığın dile getirildiği yaşamların yazarı olduğu cümlelerin sahibidir.
Bu olaya değin kayalara yumruk sallayan babayiğit yazarımız yumruk sallamayı artık akıllıca bulmaz ortaokul 3. Sınıftan Okulu bırakır ve” okul ekmekten önce gelmemeli” diye düşünür , “sefalettin üstüne köşk kurmayı denemekten” vaz geçer, çalışmaya karar verir. Yirmi yaşına gelmiştir, geçmişi parlak bir babanın oğlu olduğundan her işe de kendini uygun bulmaz Bir gün dokuma fabrikasının bulunduğu mahallenin kahvesinde mavi tulumlu siyah gözlüklü gazete okuyan bir işçi dikkatini çeker,( yazarımızın fabrikada çalışan usta işçilere ve okuyanlara ilgisi ve saygısı fazladır, diğer romanlarında da aynı sahneyi birkaç kez göreceğiz, çünkü kendisini de bir usta işçi bilinçlendirmiştir) İzzet Usta’yla arkadaş olur ,kendisine yakın bulur, yakınmaya başlar ancak İzzet Usta bu yakınmayı egoistçe bulur, çünkü ondan çok daha sıkıntı duyan yaşayan emekçiler de vardır, “size önerim isyana sizden daha fazla haklı olanların mahallesinde hiç olmazsa acılarınızdan söz edip isyana kalkmayın, ”der, çünkü İzzet Usta fabrikada çalışırken kolunu makineye kaptırmış kan kaybından ölmüş ve yine kendisi cezaevindeyken altı yaşındaki kızı trenin altında kalmış parçalanmış bir aile babasıdır, buna rağmen bunları konu etmez yaşama daha bir umutla ve mutlulukla bakar .Mahallenin sıkıntılarını, dertlerini sayar:
” Ne dert! Ekmek derdi, yakacak derdi, uyku derdi, verem derdi, sıtma derdi, Allah'ın unuttuğu insanların mahallesi burası “ der
Orhan Kemal toplumsal gerçekçiliğin temsilcisi olduğunu fakir fukaranın yaşamından başka yaşam bilmem diye, mahkemede verdiği savunmasının özetidir, bu cümleler.
İzzet Usta mavi tulumuyla, ağır başlı, erdemli bilinçli duruşuyla etkiler kahramanımızı, yol gösterici olur.” Sizin kızdığınız insanlar sizden üstün olmalarını kabul etmek istemediğiniz, kendi sınıfınızın insanları” diye devam eder. Artık yazarımız insanları kızmak değil acımak ve sevilmeye muhtaç olarak düşünür. Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışır. Böylece dokuma fabrikasına 24 lira 95 kuruş aylıkla kâtip olarak çalışmaya başlar. ( Bu 24 lira 95 kuruş ücreti diğer romanlarında da göreceğiz, çünkü yazarımız Milli Mensucat dokuma fabrikasında çalıştığında bu ücreti almaktadır) fabrikada on dört yaşında akça pakça güzel bir Boşnak kızı da çalışmaktadır, yazarımız ona aşık olur, kendisi yirmi yaşına gelmiştir Giritliler, Boşnaklar mahallesini yollarını, evlerini, bahçelerini betimler. Boşnak Kızının da kendisine ilgisi vardır, ancak kızın babası yerliye yabancıya kızını verme taraftarı değildir, İzzet Usta'nın araya girmesiyle evlenme olanağı bulurlar. Yazarımızın ailesi de kızı istemeye gönülsüzdür, ancak evlilik günü geldiğinde ailesi birçok takı ve bolca ev eşyasını hediye olarak düğün akşamı sunar, beklenmedik yardım hayretle karşılanır, gerçek ertesi sabah anlaşılır, babaanne takıların tamamını ve diğer hediyeleri geri ister. Çünkü emanet olarak verilmiştir. Boşnak kızı buna alınganlık göstermez, hatta küpeler çok hoşuna gitmiş olmasına rağmen kahramanımıza döner; “aldırma kocacığım! Herkes sakız çiğner ama çingene kızı tadını çıkarır değil mi” der
Çekilen bunca sıkıntı yoksulluk aşağılanmaya rağmen bu bağlılık umut ve sevgi dolu yanıtla Orhan Kemal yaşamın sevmeye ve umut etmeye değer bulur Orhan Kemal umudun ve sevginin yazarı olduğunu bir kez daha vurgulanır.
ARKADAŞ ISLIKLARI
‘’Küçük Adam’’ notlarının üçüncü kitabıdır, aslında” küçük adam” Orhan Kemal'in kendisidir. Alçak gönüllülük gösterir, “küçük adam” rumuzunu kullanır. “Serseri Mayınlar” dediği üç arkadaş mahallenin serseri sergüzeşt ve avare gençleridir. Bu gençler yine yaşama kayıtsızca bakarlar üretime ve çalışmaya gönüllü değildirler, romanda adları da geçmez nerde akşam orda sabah sorumsuzca yaşamlarını devam ettirirler, mahallenin bu üç serseri mayınları yeter ki ıslık seslerini duysunlar hemen mahalledeki elektrik direğinin dibinde bir araya gelir, sonra vur patlasın çal oynasın “Ayyyt var mı bana yan bakan yılları“dır On dokuz yaşına gelmişlerdir, yaşları gereği tüm yaramazlıkları yaparlar yine diyalog ağırlıklıdır, zaten diyalog Orhan Kemal'in yazın biçimidir kahramanlarıyla okuyucuyu baş başa bırakır, kendisi bir kenarda izler, arkadaş ıslıklarında yine üç arkadaş futbolcudur eğlenceye düşkündürler, olur olmaz yerlere takılırlar, sevgililer, kovalamalar, yaşamlarının renkli yanlarına oluşturur. Sonunda kahramanımız mahallede kolay kolay gülmeyen ela gözlü güzel zengin biri zengin kızın oltasına yakalanır yanıp tutuşur bir süre arkadaşlarını ihmal eder, Sümbül’ün Kahvesine, Berduş’un şaraphanesine gitmez olur. Ela gözlü kız kendisine yüz vermeyince kendisini bıçaklar bir kaç yerinden yaralar, gözlerini hastanede açar buna rağmen baba iş sahibi olmadığı için kızını vermez, kızda pek istekli değildir. Ancak günün birinde Berduş “un meyhanesinde içer sarhoşluktan ne yazdığını bile bilmeden yazdığı mektubu kıza gönderir, kız telaşlanır, her şeye boş verir bohçasını toplar kahramanımıza kaçar, on altı yaşındadır. Roma'nın örgüsü bundan sonra gelişir kahramanımızın iş ve geliri yoktur arkadaşlarının evinde, baba dostunun evinde, düşük ücretle buldu işyerinin bir odasında, yine çalıştığı işyerinin memurlarından birinin evlerinin bir odasında kalırlar. Başka ailelerin ortak yaşam alanlarını paylaşır öyle yaşarlar. Günün birinde gereksiz ve anlamsız bir konuşmadan dolayı tartışırlar, tartışma kavgaya dönüşür, kahramanımızın da arkadaşları aklına düşmüştür öteki yaşamı özlemiştir hem de feodal ataerkil erkeklik damarı tutmuş arkadaşlarına ve ailesine hava olsun diye” Benimki” dediği kadın kahramanımızı iyice tahrik ederek hakaret eder ve evi terk eder, kadın kahramanımız on altı yaşının toplumun ahlak kurallarına aykırı bu evlenme biçimini ve yaşamına komşuları, tanıdıkları tarafından aşağılanır, hoş görülmez akıl dışı nitelendirilen bu yaşama rıza gösteri ,göğüs gerer. Buna rağmen kahramanımız evi terk ettiğinde yalvarır:” Bırakma beni, kirli bir paçavra gibi yollama babamın evine, yalvarırım ayrılma benden, istediğin zaman arkadaşlarına yine git, yine iç. Tuzlu sularda ayaklarını yıkayayım. Ne olursun! Ne olursun! Bırakma beni. Gitme, ayrılma benden” der. Yazarımızın Don Juanlığı tutmuştur. Genç eşini bırakır, mahallesine Islık arkadaşlarına kavuşmuştur. Ancak arkadaşları Bu evliliği kadını küçümseyerek karşılarlar, ailede aynı şekilde geri dönüşü hoş karşılamaz. “Benimki” dediği karısından bir süre haber almayınca pişman olur, olmadık hayali senaryolarla iç diyaloglar yaşar (yoğunlaşmış diyalogların en fazla kullanıldığı roman bu olsa gerek). Kadını çeşitli düşüncelerle bazen bir otel odasında otel sahibi ve katiple, bazen bir gazino sahibinin ahlaksız davranışlarının kurbanı gibi görür, genç kadını “pazarda alınır satılır bir meta gibi” hayal eder, hastalanır, ateşi bile çıkar, yataklara düşer. Bu süreç de özeleştiri aklının ucunda bile geçmez.
Hastalandığı bir gün babasının yardım edip de okuttuğu doktor eve gelir kendisini kontrol eder çalışmasını söyler, serseri bir yaşamın sonunun olmadığını belirtir. Ve kartını verir, “çalışmak istersen beni bul “der. Doktorun bu tavrına alınganlık gösterir, iş aramaya başlar, değişmiştir, ”BENİMKİ” dediği karısını fabrika çevrelerinde arar. Dokuma fabrikasının kahvesinde tavla oynayanlardan uzak elindeki kitaba dalıp gitmiş işçi ve kitabı dikkatini çeker,( Orhan Kemal'in kahvelerde rastladığı usta işçi örneğini burada da görürüz.)
Bu usta işçide mavi tulumludur insana güven veren bir yüzü vardır. .Onunla dost olur, fabrikada lider bilinçli bir usta işçidir. İlyas Usta fabrikada mimlidir,
İlyas Usta kahramanımıza süreç içerisinde “Çalışma Ekmek kazanma bilincini verir.” Ekmek olmazsa Aşk olmaz” der. Artık O çalışmaya karar vermiştir. (Görüldüğü gibi Orhan Kemal görerek göstererek, yaşayarak yaşatarak neden- sonuç bağlamında diyalektik gelişmeyi verir.) Baba dost doktor da İlyas Usta'nın arkadaşıdır birlikte doktorun revirine giderler, doktor kendisine fabrikada iş bulur, İlyas Usta kahramanımıza “Aşk, meşk, çalgı, şu, bu…unutma insanoğlu için her şeyden, ama her şeyden önce ekmek gelir, önce ekmek” der. (Orhan Kemal için “ekmeğin” kutsallığı yine bir usta işçi tarafından altı çizilir.
Kahramanımız doktoru görmeye giderken fabrika bahçesinde elinde filesi filenin İçinde çeşitli sebzeler, iki somun ekmekle “Benimki “dediği karısına rastlar. “Neredesin” diye sorar, kadın; Parmağındaki alyansı gösterir, ”evlendim” der
“kiminle”
“Bir tamirhane ustası “Seviyor musun “, Kadın” hayır, saygı duyuyorum sevdim n’ oldu! Çabuk anladım ki ekmek her şeyden önce gelir. Gebeyim, çalışıyorum ikimiz de çalışıyoruz .” “Anne- baban” “ Annem- babam onu da sevmiyorlar, makine yağları yalnız üst başlarını değil, ailemizin şerefini de kirletiyormuş.” “Her şey bitti mi aramızda?” “seni hala seviyorum beni bütün yalvarmalarıma rağmen çiğneyip geçtiğin halde”
Topukları yamuk ayakkabıları, çiçekli basma entarisi sebze dolu filesi, ama zarif bacaklarıyla kalabalığa karıştı.
Roman bu cümlelerle son bulur. Orhan Kemal kadını fabrikada kadın işçi olarak göstermesi erkeğin yalnızlaştırılan kadına yakıştırdığı olumsuz algılarını param parça eder. Yine ekmek yaşamın aslı unsuru olmuştur.
Sonraki yazı:
Cemile, Kanlı topraklar, Bereketli Topraklar üzerinde, Eskici ve Oğulları, Murtaza ve Müfettişler Müfettişi eserlerinin incelemesi olacak.