Biz onu, kimi zaman insanları rahatsız etmemek için sessizce "domates" diyen Züğürt Ağa, kimi zaman kırmızı eşofmanlarıyla çekirgelerine kung-fu öğretmeye çalışan Badi Ekrem, kimi zaman parolayı bir türlü hatırlayamayan Kumandan Hüsamettin, kimi zaman Faşo Aga, Vecihi, Ziya, Şakir, Muhsin Bey, Baran, Ali Osman olarak gördük, sevdik... Liste uzar gider. O hepimizin gönül dünyasında, oynadığı karakterlerle, bazen güldüren bazen de ağlatan replikleriyle ayrı ayrı yer etmiştir. Yazının sonuna kadar "O" diye bahsetsem, yukarıda zikrettiğim karakterlerden biri, yıldızların arasına kalın harflerle yazılmış Şener Şen ismi ile gözümüzün önüne geliverir.
Sinema Tarihçisi Giovanni Scognamillo, Türk Sinemasında Şener Şen isimli kitabında usta oyuncu için şu sözleri söyler: "Bu kitap sahneye çıktığı ilk günden, sinemaya gönül verip perdede devleşen bir oyuncunun izini sürmek, evrimini ve yarattığı karakterler galerisini gözler önüne sermek amacıyla yazılmıştır. Şener Şen tanıdık bir yüz, içimizi ısıtan bir eğlendirici, bir komedyen, bir trajedi kahramanı, bir eski zamanlar hikâyecisi olmanın ötesinde vicdanımız, sakarlığımız, aşkımız ve yoksunluğumuzdur; Şener Şen katıksız bizdir. Anılarımız, anlarımız, naif gülümsemelerimiz, gözyaşlarımız ve kaybettiklerimizle yeniden buluşmamızı sağlayan bir rehberin, bir oynamayan oyuncunun öyküsüdür anlatılan; bir şaklabanlar, şaşkınlar, üçkâğıtçılar, namuslular, kaybedenler, yalnızlar resmigeçidi..."
Şener Şen, Aralık 1941'de Adana'da dünyaya merhaba dediğinde, Türkiye, babası Ali Şen'i henüz tanımıyor, Adana'da Marangoz Ali Usta olarak biliniyordu. Marangoz Ali Usta o yıllarda Adana Halkevi Tiyatrosu'nun dekorlarını yapıyordu. Ali Şen içinde ki tiyatro aşkına karşı koyamamış, ilk tiyatro deneyimini uzun yıllar dekorlarını yaptığı Adana Halkevi Tiyatro'sunda yaşamıştır. Ali Usta tiyatronun tozunu bir kez yutmuştu indirebilene aşk olsun. Fakat bir yandan da geçim derdi vardı. Ailesine daha iyi bir gelecek sunabilmek adına 1950 yılında İstanbul'a ailesiyle birlikte göç eder. Şen ailesi İstanbul'a göç ettiğinde Şener Şen henüz dokuz yaşındadır. Ortaokula Bakırköy'de başlar ve yine burada bitirir. Babası Ali Şen bir süre fabrikalarda çalıştıktan sonra, Ses Tiyatrosuna oradan da Yeşilçam'a geçer. Kamera önünde ki ilk rolünü 1954 yılında Turgut Demirağ‘ın yönetmenliğinde “Ahretten Gelen Adam” filminde oynar. Ali Şen şöhret basamaklarını bir bir tırmanırken oğlu Şener aynı başarıyı eğitim hayatında bir türlü elde edemez, üç yıl üst üste sınıfta kaldıktan sonra okulu bırakır.
Lise öğreniminde tam bir hayal kırıklığı yaşatan Şener Şen, Zeytinburnu iplik fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Şener Şen fabrikada çalıştığı sırada birinci sınıfta bıraktığı liseyi bitirebilmek adına akşam lisesine kaydını yaptırır. Babası Ali Şen bu sırada ikinci sinema filmi olan "Yeşil Kurbağalar" için kamera karşısına geçer. Şener Şen fabrikada ki işinden ayrıldıktan sonra işportacılıktan, marangozluğa, şoförlükten daha nice alanlarda şansını dener. Bu hareketli ve meşakkatli zaman dilimde liseyi toplamda yedi yılda bitirir. Şener Şen devlet güvencesi ve düzenli bir gelir için Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı öğretmenlik sınavına girer. Onlarca kişinin öğretmen olmak için girdiği sınavda ilk beş içerisinde yer alır ve Kocaeli'ye atanır. Kocaeli'de henüz birinci yılını doldurmamışken Muş'un Malazgirt ilçesinin Fenek köyüne atanır. Fenek köyünde geçirdiği iki buçuk yıl kendini ve geleceğini sorgulayarak geçer. Nihayet İstanbul'da oyuncu olmak için öğretmenlikten istifa eder.
Şener Şen öğretmenlik yaptığı zamana atıfta bulunarak bir televizyon kanalına şu demeci verir:
" Bir öğretmenin öğrencisiyle kurduğu arkadaşlıktan aldığı hazzı, başka hiç bir meslek sahibi kolay kolay yaşayamaz. Bu ancak öğretmenlere özgü bir hazdır. Ne mutlu öğretmenlere."
İstanbul'da önce çeşitli film setlerinde asistanlık yapar. Ancak onun gönlü işin mutfak kısmında değil sunum kısmındadır. Şener Şen, Şehir Tiyatrosu'nda oyuncu olmak adına ısrarla başvuru yapar. Lakin hiçbir başvurusu olumlu sonuçlanmaz. Şen gözünü karartmıştır. Şehir Tiyatrosu yetkililerine hiçbir ücret almadan tiyatroda çalışabileceğini söyler. Şener Şen'in bu teklifi olumlu karşılık bulur ve tiyatroya merhaba der. Şehir Tiyatro'sunda geçirdiği bir yılda yolda yürüyen adam, garson, uşak gibi ufak tefek roller alır. Şener Şen oyunculuk sevdasından vazgeçmemenin meyvelerini yavaş yavaş almaya başlar. Sahnede daha uzun kalacağı roller almaya başlar. Öyle ki Othello ve Cyrano de Bergerac gibi oyunlarda sahne alır. Bu sırada Şehir Tiyatro'sunda kadro açılır ve Şener Şen bu kadroya alınır. Şener Şen kadroya alındıktan sonra düzenli maaş almaya da başlar. Lakin aldığı maaşın ona yetmeyeceğini düşünerek ek iş olarak sinema filmlerinde dublaj, figüranlık gibi işler de yapar. Babası Ali Şen ile ilk kez 1964 yapımı "Yaşasın Hayat" isimli filmde rol alır. Sinema kariyerinde ki ilk büyük rolü, 1975 yapımı Hulki Saner'in yönetmenliğinde "Bak Yeşil Yeşil" filmindedir. Bu sırada babası Ali Şen 200'den fazla filmde rol almış ve Yeşilçam'ın aranan bir oyuncusu haline gelmiştir.
1975 yılına kadar Şener Şen'i sinema ve tiyatro camiası " Ali Şen'in oğlu Şener" olarak bilmekteydi. Bu yıl Şener Şen için bir dönüm noktasıdır. Türk sinemasının usta ismi Ertem Eğilmez'in yönetmenliğini yaptığı Hababam Sınıfı'nın devam filmi olan Hababam Sınıfı Sınıfta kaldı için Badi Ekrem rolü Şener Şen'e verilir. Şener Şen bu filmde Münir Özkul, Adile Naşit, Kemal Sunal, Tarık Akan gibi isimlerle rol almıştır. Film 1975 yılının ağustos ayında vizyona girmiş,1976 yılına kadar vizyonda kalmayı başarmıştır. Film ayrıca Hababam Sınıfı serisinin en çok hasılat yapan filmi olmuştur. Filmde en büyük ilgiyi İnek Şaban tiplemesi ile Kemal Sunal çekse de, Badi Ekrem tiplemesiyle Şener Şen'de en az onun kadar ilgi çekmeyi başarmış, Türk sinema tarihinde belki de ilk kez bir yardımcı oyuncu, esas oğlan kadar ön plana çıkmıştır. Şener Şen, Hababam Sınıfı'nın devam filmlerinden Hababam Sınıfı Uyanıyor, Hababam Sınıfı Tatilde, Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor 'da Badi Ekrem rolü ile kamera karşısına geçmiştir.
Şener Şen, Hababam Sınıfı filmlerinden Kemal Sunal ile müthiş bir uyum yakalamış, Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Çöpçüler Kralı gibi filmlerde birlikte rol almış ve bu filmler gişede büyük başarı elde etmiştir. Şener Şen artık bir fenomen haline gelmiş, filmlerde ki replikleri halk arasında ağızdan ağıza dolaşmaya başlamıştır.
Şener Şen'in hayatının ikinci dönüm noktası belki de Yavuz Turgul ile tanışmasıdır. Senaristliğini yaptığı Tosun Paşa, Davaro, Çiçek Abbas, Züğürt Ağa gibi filmlerde Şener Şen ile müthiş bir uyum yakalayan Turgul, sonra ki yıllarda Şener Şen ile efsane ikili olacaktır.
Şener Şen, Yavuz Turgul ortaklığı ile birlikte toplumsal gerçekçi güldürüden, karakter oyunculuğuna geçiş yapar. Yavuz Turgul yönetmenliğinde Şener Şen'in rol aldığı ilk film 1987 yapımı Muhsin Bey'dir. Şener Şen filmde eski bir müzik yapımcısı olan Muhsin Bey karakteri ile seyirci karşına çıkar. Muhsin Bey, müzik sektöründe ki değişime ayak uydurmamak için elinden geleni yapar. Yardımcısının kumar sevdası Muhsin Bey'i bir hayli zor duruma düşürür. Özel hayatında da sorunlar bitmek bilmez. Hayatı, Urfa’dan asker arkadaşının yeğeni, Uğur Yücel'in canlandırdığı Ali Nazik’in gelmesi ile değişir. Ali Nazik, yeni bir İbrahim Tatlıses olma hevesi ile yanıp tutuşmaktadır. Film gişede beklediği başarıyı yakalayamasa da, o yıllarda yaygınlaşmaya başlayan video pazarında başarıyı elde etmiştir. Şener Şen, Muhsin Bey karakteri ile Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi erkek oyuncu ödülünün de sahibi olur.
Muhsin Bey filminde benim en çok hoşuma giden repliği sizlerle de paylaşmak isterim:
" Çiçekler ölmüş. Hepsi. Eskiden bir yer ayarlardın, güneşi iyiyse yerini de sevdiyse ne biçim açardı. Şimdi güneş aynı, ışık aynı, yer aynı. Suni gübre istiyorlar, 1-2 gram potas koyunca bir coşuyor namussuzlar ama sonra... Ölüyorlar. Allaha ısmarladık Madam..."
Şener Şen'in Yavuz Turgul Yönetmenliğinde ikinci kez 1990 yılında "Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni" filmi ile kamera karşısına geçer. Filmde aşk filmleri çekmekten sıkılmış Haşmet'i canlandırır Şener Şen. Haşmet elinde ki senaryoya gerekli desteği bulabilmek adına kapı kapı dolaşır. Nihayet yapımcı Abdukadir'i ikna eder. Bu film için Müjde Ar'a başrol teklifinde bulunur. Lakin Ar, teklifi kabul etmez. Haşmet, yaşanan bu durum üzerine daha önce sinema tecrübesi bulunmayan Jeyan'a verir rolü.
Haşmet filmi çekmeye başlar. Film çekimi esnasında oyunculardan Nihat kalp krizi geçirerek ölür. Cenaze namazında Haşmet ile Nubar Terziyan arasında ki diyalog akıllara kazınmıştır:
" -Nubar sen Ermeni Değil misin?
-Ermeni’yim.
-Namazda ne işin var?
-Napayım cemaat o kadar az ki, adama ayıp olacak "
Haşmet nihayet filmi bitirir. Filmin ilk gösterimine kimse gelmez ve çalışanlarda filmi beğenmez. Haşmet bu durumu kabullenemez ve intihara teşebbüs eder. Tam bu esnada Haşmet'e gelen bir telefon onu tekrar hayata bağlar.
Şener Şen’in Haşmet rolü ilgili olarak Giovanni Scognomillo Türk Sinemasında Şener Şen isimli kitabında şu yorumu yapar:
“Şener Şen yine üst düzeyde ekonomik bir oyun çizgisiyle Haşmet olur. Hatta öylesine olur ki karşımızda artık Şener Şen yoktur, yalnızca bağlandığımız, anlamaya çalıştığımız bir Haşmet Asilkan vardır. Oyuncu bir karakteri canlandırırken zaten yalan söyler, kendi kişiliğinin üstüne başka bir kişiliği bindirmesi başlı başına bir kandırmacadır ve yeni imajını oluşturabilmek, inandırıcı hale gelmek için, bol bol yalan söyleyen Haşmet Asilkan’ın yorumlanması iki kez yalan söyleme anlamına gelirken, seyirci için bu durum hiç de öyle değildir. Onu etkileyen genç kadın oyuncusuna (Pıtırcık Akkerman), eskiden sinema makinistliğini gizleyerek, Galatasaray’da fakültede okuduğunu, tutuklandığını, dayak yediğini söylerken artık orada Şener Şen yoktur. Biz yalnızca sanki kendi hayatını oynayan Haşmet Asilkan’ı izleriz, oyuncunun Haşmet makinesi değil de Haşmet’in devrimci filmi çekmek istediği için kendine uygun gördüğü devrimci maskesini-ama doğal olarak sırıtan bir maske bu- algılarız.”
Babası Ali Şen ise, geride 300'e yakın sinema filmini bırakarak,15 Aralık 1989 tarihinde geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatını kaybeder.
1994 yılına gelindiğinde Yavuz Turgul Eşkıya filmi için yine başrolü Şener Şen'e verir. Şener Şen bu filmde 35 yıl hapis hayatı yaşayıp, hayatında ki tek amacı büyük aşkı Keje'yi bulmaya çalışan Baran karakterini canlandırır. Filmin final sahnesinde ki havai fişekler ve Erkan Oğur'un Fırat Türküsü eşliğinde Baran'ın kendini boşluğa bıraktığı sahne, Türk Sinemasında unutulmaz sahneler arasında yer almıştır. Baran karakteri Şener Şen'e Yeşilçam en iyi erkek oyuncu ödülü ve SİYAD onur ödülü kazandırır. Film "Türk Sineması bitti" söylemlerinin arttığı bir dönemde, gişede yaklaşık üç milyonu görür ve çekildiği dönem itibari ile Türk Sinemasının en başarılı filmi olur. Ayrıca Eşkıya filmi ile beraber "Yeni Türkiye Sineması" olarak adlandırılan dönemin başlangıcı olur. Birçok sinema eleştirmenine göre Şener Şen bu filmle oyunluğunun doruk noktasına ulaşmıştır.
Yavuz Turgul, 2005 yılında, Fahriye Abla dışında bütün filmlerinde birlikte çalıştığı Şener Şen ile bu kez Gönül Yarası filmini çeker. Şener Şen, Gönül Yarası filminde Anadolu’nun farklı yerlerinde öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olup ve doğup büyüdüğü İstanbul’a geri dönen Nazım'ı canlandırır. Nazım, İstanbul’da Takoz Atakan’ın taksisinde çalışmaya başlar. İstanbul'da yaşan oğlu ve kızı ile sorunları vardır. Nazım, uzun yıllar önce kızı Piraye'nin çocuk sahibi olamamasına istemeden de neden olmuştur. Nazım'ın hikâyesi bir gece Dünya'nın taksisine binmesi ile farklı bir hal alır. Filmde misafir sanatçı olarak yer alan, Abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş, çekimlere verilen bir arada, Şener Şen'in yanına giderek sevgisi şu sözlerde ifade eder ve ona sarılır : "Şener gardaşım, gözlerinden öperim. Bu sana olan sevgim, yüreğimde kalmadı şükür. Karınca kararınca bir katre, dünyana katılabildiysem ne mutlu bana."
Filmde beni en çok etkileyen Şener Şen repliği:
" Ben, ben bütün bunları niye yaptım hâlâ bilmiyorum. Niye kendimi bu yalnızlığa mahkûm ettim, niye ailemin beni terk etmesini engelleyemedim. Niye hayatımı boş hayaller için yok ettim, bilmiyorum. Üstelik sonunda elime geçen ne biliyor musun; koskoca bir hiç. Sadece üç-beş öğrenci mektubu ve içinden çıkan fotoğraflar. İşin en acıklı yanı da şu; bir daha dünyaya gelsem gene aynı yollardan yürüyeceğimi biliyorum. Demek ki; yaşanan onca hayal kırıklığı, sürgünler, fişlenme, sorgular bana bir şey öğretememiş. Tuhaf bir durum; acı çekmeye gönüllü olmak, ruhunu o işten alamamak. Bu bana hem keder verdi hem mutluluk. ...Hepimizin hayallerimizin kurbanıyız. Benim adım niye Nazım, senin adın Piraye, ağabeyin Mehmet. Niye?"
Yavuz Turgul da neden sürekli Şener Şen ile çalıştığına dair sorulan soruyu şu sözlerle yanıtlar: “Şener Şen hayatı alıp filmin içine oturtabiliyor. Diğer oyuncuların önemli bir bölümünde – çok iyileri olmasına rağmen- çoğunda teatrallik dediğimiz şeyi görmeye başlıyorum ve bunu bir türlü kıramıyorum. Kırmak için çok büyük mücadele veriyorum, ama olmuyor çünkü öyle bir yetişme dönemi var ki, öyle bir konservatuar dönemi geçiriyorlar ki bir türlü kırılamıyor.”
Şener Şen, Gönül Yarası filminden sonra Yavuz Turgul ile 2007 yılında Kabadayı,2010 yılında da Av Mevsimi filminde beraber çalışmışlardır. Şener Şen oyunculuk kariyerine elli beş sinema filmi, bir de televizyon dizisi sığdırmayı başarmış, Türkiye'nin bir değeri haline gelmiştir.
Hiçbir ücret talep etmeden başladığı oyunculuk kariyerini,2016 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü ile taçlandıran Şener Şen hakkında Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ödül töreninde şunları söylemiştir:" Türk Sineması deyince, gözlerimizin önüne Şener Şen'in olmadığı bir sahnenin gelmesi mümkün değildir. Kendisi, sinemada pek az ustanın sahip olduğu, çok farklı karakterleri canlandırabilme yeteneğine sahiptir. Bana göre kendisinin en önemli özelliği, komedisiyle ve dramıyla bu ülkenin ortalama insanını canlandırabilme kabiliyetidir."
Yazımı, Şener Şen'in Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü alırken sahnede yaptığı, duruşunu özetler nitelikteki konuşması ile bitirmek istiyorum:" Hikâyeler, hayatı nasıl yaşayabiliriz konusunda bize ışık tutan yol göstericilerdir. Ben canlandırdığım karakterlerin iyiye, doğruya ve güzele hizmet etmesi için, rol aldığım hikâyeleri özenle seçmeye çalıştım. Bazen hiçbir şey yapmadan öylece bekledim. Bir aktör için intihar sayılabilecek kadar uzun yıllar, beğenebileceğim bir hikâyede o rolü bekledim. Çok değerli, çok yaratıcı yol arkadaşlarım oldu. Birlikte Türk halkına mal olan hikâyeler anlattık. Halkımızın kendinden bir şeyler bulacağı karakterler yarattık. İyiyi, doğruyu ve güzeli arayan toplumların her zaman barış içinde yaşayacağına inandım. Aynı şekilde, doğru hikâyelerin de toplumda çatışma yerine sevgiyi ve saygıyı hâkim kılacağına inanıyorum. 75 yaşımda hâlâ bu inanış doğrultusunda yürüyorum. Bu inanç beni ayakta tutuyor. Bu ödülü toplumsal barışımıza bir katkısı olması umuduyla kabul ediyorum. Sevgi ve saygılarımla…”