İlyada’nın konusu Troya savaşlarıydı. Destan baştan sona, kesintisiz biçimde savaşı anlatır. Anlattığı savaştan kırk günlük bir kesittir. Dokuz yıl sürmüş ve artık bıkkınlık noktasına gelmiş bu savaşın kısa bir dönemi destanın konusudur. Agammemnon ve Akhilleus arasındaki tartışmayla açılan destan, Hektor’un öldürülmesi ve cesedinin babasına teslimiyle sona erer. Savaşın neticesini öğrenemeden destan biter. Odysseia ise İlyada’nın önemli kahramanlarından Odysseus’un Troya savaşlarının sona ermesinden sonra ülkesi İthaka’ya yaptığı dönüş yolculuğunu anlatır. Odyseia’da kesintisiz, kronolojik bir akış yoktur. Kahramanlar geriye dönük anlatımlarla iki destanda oluşan boşlukları doldurur. Her geriye dönüş destanın bütünlüğünü kurmaya imkân sağlar. Odysseia’nın yapısı bu anlamda modern romanın kurgusuna yaklaşır. Bir kişinin başından geçenler anlatılmakla birlikte anlatım tek bir kanaldan ilerlemez. Farklı anlatıcılar söz alır. İki destan bir bütünlük oluşturur ve birbirini tamamlar. Adeta bir nehir romanın parçaları gibidirler. Eğer ikili bir yapı kurulmamış olsaydı destanlar eksik kalmış olacaktı.
Odyseia’daki kahramanların bir kısmı Troya savaşlarına katılmış kişiler olduklarından geriye dönük anlatımlar bu savaşla ilgili boşlukların da tamamlanmasına imkân verir. ‘Ölüler Ülkesinde’ başlıklı on birinci bölüm ve ‘Ölüler Ülkesi’ başlıklı yirmi dördüncü bölümler aracılığıyla Troya savaşlarının akıbetini öğreniriz. Nestor’u ziyaret eden Telemakhos’a yaşlı bilge savaşın son anlarını aktarır. Tahta atın içinde saklanan Akhaların bu hile sayesinde kente girdiklerini, savaşı kazandıklarını öğreniriz. Akhalar savaşı kazanmıştır, ama başları uğursuzluktan kurtulamamıştır. Akhilleus kuşatma sırasında ölmüş, Agamemnon ülkesine döndükten sonra karısının ihanetine uğrayarak öldürülmüş, Odeysseus ise yer tanrısı Poseidon’un hışmına uğradığından İthaka’ya dönememiştir.
Odysseia, Odysseus’un kralı olduğu İthaka ülkesine bir türlü dönememesini konu eder. On yıl sürmüş Troya savaşları nedeniyle ülkesine dönemeyen Odysseus’un geri dönüş yolculuğu bir on yılını daha alacaktır. İthaka’ya tam varmak üzereyken Poseidon’un başına açtığı işler nedeniyle gemisi uzaklara savrulur. Geri dönüş için her şeye yeniden başlamak zorunda kalacaktır. Yolculuğu sırasında tanımadığı, bilmediği topraklarla, canlılarla ve insanlarla karşılaşır. Odysseus sabrı, zekâsı sayesinde zorlukları aşar ve ülkesine dönmeyi başarır. Ülkesine döndüğünde her şeyin değiştiğini, evinin yağmalandığını, eşi Penelopoe’nin başının dertte olduğunu öğrenir. Odysseus bir zorlu mücadeleyi de gerçek kimliğini saklamak zorunda kalarak İthaka’da vermek zorunda kalır.
Odysseia baştan sona bir yol ve yolculuk methiyesidir. Odysseus bu maceralı yolculuklar sayesinde Batı Akdeniz’in büyük bölümünü dolaşır. Mağrip ülkelerinden İtalya kıyılarına, Sicilya ülkesinden Girit adasına kadar pek çok yere uğrar. Binlerce yıl sonra aynı güzergâhı dolaşan destan tutkunları yolculuğun hayali değil gerçekliğe uygun olduğu sonucuna ulaşmıştı. Yer adları, güzergâhlar, akıntılar, rüzgârlar, fırtınalar, boğazlar ve bitki örtüsü destanda anlatılanlarla örtüşüyordu. Destan hayali ülkeleri anlatmıyordu.
Odysseus sabrın, azmin, zekânın, şartlara uyum sağlayabilmenin simgesidir. Karakter özellikleri itibariyle başka birinin bu yolculuğu tamamlayabilmesi çok zordu. Odysseus Akhilleus gibi atılgan, savaşçı birisi değildi. Destanda zaman zaman onun uyanık olduğuna ilişkin ifadeler kullanır. Ama bu olumsuz anlamda bir uyanıklık olmayıp, cin fikirlilik, bencillik anlamına gelmez. Odysseus zekâsının keskinliği sayesinde içinde bulunduğu şartları herkesten daha erken kavrar ve ona göre bir çıkış planı hazırlar. Karşılaştığı zorluklardan sıyrılabilmesini keskin zekâsına borçludur.
Dünyanın ıssız, her şeyin tekinsiz, denizlerde ulaşımın rüzgarın insafına bırakıldığı bir dönemin destanıdır Odysseus. İnsanoğlunun doğa üzerinde egemenlik kurma çabasının daha başlarındayızdır. İnsan daha tam anlamıyla doğadan kopmamış, egemenliğini kuramamıştır. İnsanoğlu kargılara, tolgalara, ehlileştirilmiş atlara, kılıç ve sabana sahip ise de kaderi hala doğanın insafına terk edilmiştir. Kendini teslim etmemiş vahşi doğa karşısında insanoğlunun Odysseus’da olduğu gibi aklından başka sığınacağı daha güvenilir bir mercii yoktur. Odysseus çevresini dikkatle gözlemleyerek, denizin bilgisini öğrenerek, tanımadığı, bilmediği yerlerin huylarına alışarak en sonunda İthaka’ya varmayı başarır.
Eski Yunanlar düşünme ve anlama gücüne ‘metis’ diyorlardı. İnsan düşünerek, etrafını gözlemleyerek yeni bir düzen kurabilir. Zekâsının mükâfatını alması için zamanlamayı iyi ayarlamayı ve sabrı öğrenmesi gerekir. Odysseus zekânın ve sabrın mükâfatını en başta tahta atı Troya’ya sokmayı başararak almıştı. On yıl devam eden ve bir türlü sona ermeyen savaş Odysseus’ un bu incelikle düşünülmüş savaş hilesi sayesinde Akhalar lehine sonuçlandı. Akhilleus’un savaşçıların moralini yükseltmek için düzenlediği yarışmada çıkacak bir kavgayı yine tarafları yatıştırarak önlemişti. Canavar Tepegöz’ün mağarasında arkadaşları aceleden can verirken Odysseus zekâsının kuvveti ve dayanıklı sabrı ile canavarı alt eder. Gemiyle sirenelerden geçiş sırasında insanı kendine çeken ezgilere, sadece o kendini gemi mendireğine bağlatarak karşı koyabildiği için ölümden kurtulur. Arkadaşlarını uyardığı, kulaklarını bal mumu ile tıkadığı halde onlar nedimelerin sesine kulak verdikleri için ölüme giderler. Odysseus insanın doğaya, tanrılara karşı verdiği mücadelenin bir sembolüdür.
Odysseus’un ki gönüllü bir yolculuk değildi. Dünyayı merak ettiğinden dolayı bu uzun yolculuğa çıkmamıştı. Ancak kendisinden sonra gelenler onu örnek aldılar. Dünyanın köşesi bucağı ona benzeyen insanların tutkulu yolculukları sayesinde insanoğluna sırlarını açtı. O nedenle Odysseus yolda olmanın hedefe ulaşmaktan daha öğretici olduğunu düşünenlerin ustasıdır. Soydaşı sayacağımız İskenderiyeli Konstantin Kavafis İthaka’ya Yolculuk şiirinde onu şu dizelerle ölümsüzleştirir: ‘’ hiç aklından çıkarma İthaka’yı. – oraya varmak senin başlıca yazgın. – ama yolculuğu da tez bitirmeye kalkma sakın. – varsın yıllarca sürsün daha iyi; - sonun da kocamış biri olarak demir at adana, - yol boyunca kazandığın bunca şeylerden zengin, - İthakanın sana zenginlik vermesini ummadan. – Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.- o olmasa hiç yolculuğa çıkmayacaktın. – ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka. – onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini. – geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, artık elbet biliyorsun ne anlama geldiğini İthakaların. ‘’
Eskiler deneyime, tecrübeye kitabi bilgiden daha fazla kıymet verirmiş. Hele binlerce yıl önceyi, destanlar dönemini düşündüğümüzde kitap denilen nesne henüz yoktu bile. Hayatın bilgisi sözlü kültür ile aktarılıyordu. Kişiler ve kuşaklar deneyimi daha yaşlı olanlardan şifahi olarak öğreniyordu. İnsanoğlunun çok sınırlı bir çevrede yaşayarak ömrünü tamamladığı bir dünyada başka yerlerin, çevrelerin bilgisini ozanlar, seyyahlar aktarıyordu. Hayatın bilgisine ulaşmak için yolda olmak, yolculuk şarttı. Oturduğunuz yerde bilgi ayağınıza gelmiyordu. Tutkulu insanlar sayesinde hayatın bilgisi daha geniş çevrelere yayılıyordu. Tapınak ziyaretleri, hac yolculukları bu amaca hizmet ediyordu. Antik Yunan’da Apollan Tapınağı ziyareti en önemli yolculuk deneyimiydi. Museviler için kral Süleyman döneminde yapılan Süleyman Tapınağı benzer bir işlevi yerine getiriyordu. Antik Yunan’da, İsrailoğulları da bu aşamaya geldiklerinde zaten devletleşmişlerdi. Tapınak ziyaretleri giderek devlet dininin ritüeli haline gelmişti. Ama en temelinde bir yolculuk fikri vardı. Yolculuk yeni deneyimlere, yeni insanlara ve bilgilere ulaşmanın o çağdaki tek aracıydı. Odysseia işte bu fikrin ilk kaynağıydı.