Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi başladı. Resmi açıklama gezinin en son bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yerinde görüp ve incelemek, neoliberalizme karşı mücadele eden güçlerle karşılıklı deneyimleri paylaşmak için tasarlandığını söylüyor. Bütün bunlar için ABD’nin doğru tercih olup olmadığını soralım öncelikle. Türkiye’de iktidara gelmek isteyen her gücün ABD’den vize alması bir alışkanlık haline geldiğinden Kılıçdaroğlu kafalarda yerleşmiş bu yargıları ortadan kaldırmak için seyahatin nedenlerini anlattığımız gerekçelere bağlıyor. Kongreden ve Beyaz Saray’dan randevu talep edilmediğini, yönetimle bir temas da kurulmadığını söylüyor.
Ama insanın aklına Türkiye’de iktidar olmayı isteyen her gücün ABD’den vize alma alışkanlığı gelmiyor değil? Batı sisteminin egemeni olarak ABD’nin gücü giderek gerilemeye başlamış olsa da bu düzeni sorgusuz sualsiz kabul eden çevreler açısından bu ülke sistem içerisindeki belirleyiciliğini hala koruyor. Bu sistemle bağlarını koparmamış güçler açısından onun merkezine gitmek, doğrudan yönetimle olmasa bile yönetim üzerinde etkili olabilecek çevrelerle konuşmak ve kamuoylarına kendini anlatmak bir mecburiyet gibi algılanıyor.
Üstelik bu ziyaret Türkiye’deki iktidar ile ABD yönetimi arasındaki ilişkilerin en sorunlu olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Erdoğan iktidarı halkın ABD karşıtlığını bildiği için görüntüde kavga eder gözüktüğü bu güçle el altından anlaşmanın ve birlikte devam etmenin yollarını arıyor. Putin’le kurulan yakın ilişki ve Şanghay zirvesine katılım gerçek bir uluslararası yönelimi yansıtmaktan çok aslında ABD’nin daha fazla dikkatini çekmeye ve kendini ağırdan satmaya dönük hamleler. Bu iki ülke arasında sorunlar bulunmadığı, çıkar farklılaşması yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Ancak son tahlilde her iki tarafta ilişkilerde bir kopuşu göze alamıyor.
Mevcut ABD yönetimi seçimlerden önce Erdoğan ile çalışmak konusunda çok istekli olmadığını bizzat Biden’ın ağzından ifade etmişti. Biden’ın Erdoğan’a soğukluğu hala devam ediyor. Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler liderlerin birbirine karşı hissettikleri duygular üzerinden belirlenmiyor. Biden’ın Erdoğan’a karşı şahsi duygularını AKP yanlısı çevreler ABD’nin Erdoğan’ı iktidardan indirmek isteğinin bir dışavurumu ve muhalefete sunulmuş bir destek gibi yansıtıyorlar. Oysa gerçekler hiç de bu basitlikte anlatıldığı gibi değil. ABD yönetiminin hem iktidara hem de muhalefete doğru uzanan güçlü kolları bulunuyor. ABD deneyimindeki büyük güçler tüm sermayelerini hiç bir zaman tek bir seçeneğe yatırmazlar. Onların kontrol ettikleri ülkelerin iç siyasetlerine uzanabilen binbir kolları vardır. Ülkemiz açısından üzücü olan hem iktidarın hem de muhalefetin ABD karşıtlığı altında gerçek niyetlerini halktan gizlemeleridir.
Cumhurbaşkanı adayı olmak için açık bir kampanya yürüten Kılıçdaroğlu yürüteceği temaslar ve konuşacağı platformlar aracılığıyla ABD yönetimi ile doğrudan olmasa da dolaylı bir temas kuracaktır. Söylediği her şey, attığı her adım yakından takip edilecek ve kayıtlara geçirilecektir. Bir yerde tartıya çıkacak, dikkatleri üzerine çekmeye çalışacaktır. ABD Türkiye’nin iç politikasında her zaman etkili olmuştur. Bu etkinin ağırlığı bazan kesinliğe yakın iken bazan da göreli olarak azalmıştır. Biden’ın söylediklerini, Ukrayna savaşından sonra muhalefet temsilcilerinin ağzından çıkanları bir araya getirdiğimizde burada şeytanın avukatlığını yapmadığımız anlaşılacaktır.
Gezi ile ilgili sıralanan gerekçelere gelecek olursak bugün dünyada bilimsel ve teknolojik gelişmelerin merkez üsleri yer değiştirmektedir. ABD’nin bu konulardaki liderliğinde bir geri çekiliş söz konusudur. Hindistan ve Çin gibi ülkeler bu alanlarda ileri adımlar atmaktadır. Özellikle sağlık alanında küçücük Küba bir marka haline gelmiştir. Bu konuları merak edenlerin gözlerini neden ABD’den alamadıkları manidardır. Dünün yoksul ve köylü ülkeleri bugün bu konularda devasa adımlar atarken ve bunların sanayiye uygulanışı konusunda dünyaya model olurken ilgiler neden bu ülkelere değil de hala ABD’ye sorusu akla başka şeyleri getirmektedir. Örneğin Küba sağlık alanında gücünün çok ötesinde başarılara imza atmaktadır. Üstelik bu konuda kar öncelikli de davranmamaktadır. Mazlum milletlere örnek olmuş bir savaştan zaferle çıkmış bir partinin bu ülkelere öncelik vermesi kendi genetiğine de daha uygun değil midir?
Yine neoliberalizme karşı dünya çapında en etkili mücadeleler bugün nerelerde yürütülmektedir? Bizzat iktidar olmak suretiyle neoliberalizme karşı somut adımlar hangi ülkeler de atılmaktadır? Eğer niyet bu konuda karşılıklı deneyim paylaşmak ve somut uygulamaları öğrenmek ise bu yerin ABD olmadığı açıktır. Bu konularda laboratuvar olma özelliğine sahip yer hemen güneyde bulunan kıtadır. Eski gerillaların yönetime geldiği, toplumsal muhalefet liderlerinin devlet başkanı seçildiği, yerlilerin iktidar olduğu, eski sendika liderlerinin kısa bir aradan sonra tekrar iktidar olacağı gelişmeler bu kıtada yaşanmaktadır. Eski bir gerilla lideri olan Kolombiya devlet başkanından çözüm ve müzakere süreçlerini dinlemek, Şili devlet başkanı Boriç’le toplumsal muhalefetin nasıl yükseleceğini konuşmak, Ekvator devlet başkanından yerli halklarla diğer halkların ortak mücadele için nasıl seferber edildiğini işitmek ve Lula ile hem yoksullukla mücadeleyi hem de eski bir sendika lideri olarak sınıf deneyimlerini tartışmak neoliberalizme karşı mücadeleyi daha ileri taşımaz mı? Sanders deneyimi de kuşkusuz değerli ve öğreticidir. Ama asıl deneyim güneyde birikmekte ve bu konularda atılmış somut adımlar var. Ama yüzünüzü güneye çevirmek sizi başka bir ufkun içine yerleştirecektir. Toplumsal mücadeleleri, sınıf meselelerini gündeminize taşıyacaktır. Bu ise sadece halk güçlerine sırtınızı yaslayarak iktidar olma sorumluluğunu önünüze koyacaktır. Partinin geçmiş tarihine yakışan da bu değil midir?
Not: Yazının başlığı çok uzun oldu farkındayım. Ama başlığın gayesi yazının meramını anlatmak olunca uzunla kısanın bir farkı yok.