Rusya’nın Ukrayna ile savaşı NATO tartışmalarının yeniden alevlenmesine neden oldu. Avrupa kıtasında bir savaş veya çatışma potansiyeli ortaya çıktığında NATO tartışmaları da harlanıyor. Bugün Avrupa’da NATO üyesi olmayan çok az ülke kaldı. AB ile NATO’nun paralel genişleme stratejisi AB ülkelerinin tamamını neredeyse NATO üyesi yaptı. Bu durum AB’nin NATO’dan bağımsız bir savunma gücü oluşturmasını her defasında engelledi. İktisadi bir dev olan AB’nin küresel politikada bu kadar etkisiz olması en çok ABD’nin işine geliyor.
Tekrar başlıktaki soruya dönelim. NATO kuruluş senedine göre bir ortak savunma örgütü misyonu taşıyor. 5.maddeye göre üye ülkelerden birisine yapılan saldırıya kollektif cevap veriliyor. Bugüne kadar bu misyona uygun tek davranış 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan’ın işgali sırasında yaşandı. Burada dahi istim arkadan geldi. Yani ABD tek yanlı saldırı kararını çoktan almıştı, Bush ‘ iyilerle kötülerin ‘ savaşında herkesin tercihini artık açıkça yapması çağrısında bulunmuştu. Bunun üzerine NATO harekete geçti.
Ortak bir savunma örgütü olarak kurulan NATO’nun kuruluş gayesi iki kutuplu dünyada ‘ Sovyet yayılmacılığı ‘ karşısında üye ülkelere güvenlik garantisi sunmaktı. Piyasa ekonomisini, serbest girişim hürriyetini, liberal değerleri benimseyen ülkeler ‘ Sovyet tehdidini ‘ bertaraf etmek için savaş sonrası dünyada yan yana geliyordu. Avrupa savaş nedeniyle ağır bir yıkım yaşamıştı. Kıta topraklarının yarısı Sovyet işgali altında bulunuyorken diğer yarısında da fiili ABD egemenliği vardı. Üç yüzyıl dünyaya hükmeden Avrupa iki savaştan çok ağır hasarlarla çıkmış, takatsız kalmıştı. Ayağa kalkabilmek için ABD vesayetini kabul etmek zorundaydı.
1948’de kurulan NATO Sovyet düzeni 1989’da çatırdamaya 1991’de çökmeye başladığında büyük bir belirsizlikle karşı karşıyaydı. NATO’nun varlığını anlamlandıran gerekçeler hızla sorgulanmaya başlanmıştı. Tehdit sona erdiğine göre artık NATO’ya gerek var mıydı? Piyasa ekonomisi, serbest teşebbüs hürriyeti ‘ komuta ekonomilerine ‘ galip geldiğine göre ‘ hür dünyanın ‘ kendisini savunması için bir askeri pakta ihtiyacı kalmış mıydı? İki kutuplu dünya sona erdiğine, güç dengeleri baştan aşağı değiştiğine göre NATO’nun varlığına son vermesi gerekmiyor muydu? Bu tür sorular liberal ve realist ekole mensup uzmanlarca soruluyordu daha çok. Çünkü NATO’nun kuruluş gerekçeleri kamuoylarını ikna için bu kişilerce üretilmişti. Şimdi bu kişiler NATO’nun devam etmesine yönelik meşruiyet üretme konusunda büyük kriz yaşıyorlardı. Uluslararası ilişkilere barışın hakim olması için tehdit algılamalarına sahip bir örgüte ihtiyaç kalmamıştı. Varlığı bizatihi dünya barışının önündeki en büyük engeldi. Komünist, ‘ totaliter ‘ tehdit Avrupa’da yenildiği için tarihin yükünü taşıyan bu tür kurumlara gereksinimde yoktu.
Bütün bu sorular 90’ların başında yoğun biçimde soruldu ve tartışıldı. Kantçı geleneğin mirasçıları, ebedi barışa tutkuyla inananlar Birleşmiş Milletlerin rolünü tartışmaya açtılar. Kant’ın hayalini kurduğu dünya federalizmine geçişte BM bir kaldıraç olamaz mıydı? Ulus devlet küreselleşme karşısında mevzi kaybederken BM bu role uygun hale getirilemez miydi? Küreselleşmenin bizzat Clinton’un ağzından karşı durulamaz bir süreç olduğu açıklanmışken BM küresel bir hükümete dönüşemez miydi?
Bu tartışmalar kapitalizmin gerçek bir analizinden, jeopolitiğin sınırlamalarından yoksun biçimde yapıldığından boşlukta kaldı. Kapitalizm bir dünya sistemi haline geldiği 16.yüzyıldan bu yana kapasitesi her geçen gün artan hegemonik güçler ortaya çıkarmıştı. Hegemonik güç jeopolitik dayatmalarla kapitalizmin çıkarlarını bağdaştırabildiği müddetçe liderliğini devam ettiriyordu. Öncelik kapitalizmin genel çıkarlarının korunmasına veriliyordu. Yükselen güç aynı zamanda sistemin işleyiş kurallarını da koyuyordu. NATO aracılığıyla kapitalizm ilk defa silahlı, çok uluslu bir kolluk gücüne kavuşuyordu. ABD öncesi hegemonik güçler ticaret yollarının güvenliğini sağlayarak, denizlerde egemen olarak bunu sınırlı düzeyde başarmışken ABD önderliğindeki NATO ile kapitalizm ilk defa kollektif bir silahlı güce sahip oldu.
Bu güç aynı zamanda sistemin kendi içindeki gerilimleri de dışarıya yansıtmadan perdeleyebilecek mekanizmalarla donatıldı. Jeopolitik hırsların, rekabetlerin önüne geçilebiliyordu. İki savaş böyle bir kollektif askeri örgütün yokluğunda bencil jeopolitik oyuncuların ihtiraslarından dolayı çıkmıştı. Geçmişin ihtiraslı oyuncuları yeni mimaride anayasal olarak silahsızlandırılmışlar, askeri kapasiteden mahrum bırakılmışlardı. Yine hegemonik güç bu yapıda sınırsız hareket serbestliğine sahipti. Güvenlik şemsiyesini silahlı gücüyle kendi sağladığından keyfi hareket etmek ayrıcalığı da ona bırakılmıştı. Kararlar oy birliği ile alınıyordu, ama oldu bittiler yapmak ve herkese bunu kabul ettirmek hegemonik güce aitti. Hegemonik güç kapitalizmin genel çıkarlarını koruma sorumluluğunu üstlenirken bunu kendi özel çıkarlarıyla bağdaştırma ayrıcalığına da sahipti. İMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi kurumlarda da tek yanlı davranma imtiyazına sahip olduğundan sistemin kurallarını kendi ihtiyacı yönünde belirleme hakkına da kimsenin olmadığı kadar sahipti.
İşte bu sebeplerle bir kollektif savunma örgütü olarak varlığı anlamsızlaşmasına rağmen sistemik ihtiyaçlar sebebiyle NATO’nun varlığına son verilemezdi. Bunun için yeni tehditler, güvenlik algılamaları oluşturmak gerekiyordu. Sistemin kendi ürettiği yerel diktatörler, kaşınmaya hazır sınır ihtilafları, ülkeler arası bencilliğin yarattığı toprak iştahı bu bahaneleri bolca sunuyordu. Kant’ın hayalinin gerçek olabilmesi için boş bir iyimserliğe değil bu sıkıntılı hakikatle yüzleşmeye ihtiyaç var.