Emil ZOLA’nın NANA romanı hakkında ki düşüncesi; ‘’Kıçı üzerinde hayatını sürdüren bir toplum henüz kızışmamış ve peşindekilerle sürekli alay eden dişi bir köpeğin ardından koşan köpekler sürüsü.”
Emil ZOLA, natüralist - doğalcılık akımının önde gelen yazarlarındandır. Çevre koşullarının etkisi kişileri etkilediğini roman kahramanlarının karakterleri üzerinde görülür. Roman 1880 yılında yazılmıştır. Kendisi 1848 Şubat devrimi ve 1871 Paris Komünü’nü yaşar. İkinci İmparatorluk dönemidir. Üçüncü Napolyon imparatordur. Emil ZOLA, haksızlığa, iftiraya, siyasi bir komploya uğrayan ünlü DREYFÜS davasının yeniden başlatan aydın, aktivist ve isyankar bir dâhidir. Natüralizm; yavaş yavaş insanı hayvanlaştırmaya insanı akıl dışı içgüdülerle hayvanca tutkuların eline teslim etmeye götürmüştür. Nana romanında bu doğalcılık doruğa çıkar. Yapıtlarında sanatsal kaygı taşımaz, sanatsal bir anlatım bulmak mümkün değildir. Tasvirleri gereğinden fazla uzundur, bir sosyoloğun gözlem gücüyle yazar. Nana romanında burjuva ahlakının çürümüşlüğünü ameliyat masasına yatırır. Bir yosmanın yaşam tarzını verirken Paris’in hakim sınıf ve zümrelerinin de çöküşünü bu sürece dahil eder. Gerçekçiliğin çevre ve soyaçekim gücü üzerindeki etkisinden gelişmeleri kaderciliğe kadar götürür. Nana’yı alkolik olan babasının kaderini paylaştırır, kaçınılmaz sonuca yıkıma götürür. Nana’nın gizliden gizliye babaya olan nefreti tüm erkeklere nefrete dönüşür. Erkekler paraları varsa değer taşırlar. Erkeklerin cinsel içgüdüleri onların zihinlerini ele geçirirken, Nana’nın bedensel güzelliği ve gücü zihninin ötesinde erkekler üzerinde egemen olur. Nana’nın acımasız bir yosma olmasına fırsat verir. İnsan üstü bir cinselliğin simgesi oluverir.
Roman, bir tiyatro oyuncusu olarak yeteneksiz olan, güzelliğiyle şöhrete kavuşan bir yaşam üzerinden zamanın; Paris’in ileri gelen kişi ve ailelerinin (aristokrat, bürokrat, asker, banker, bakan) ahlaki değer yargılarını cinsel ilişki üzerinden topluma yansıtır, eleştirir. Nana’da giderek kendisine yabancılaşır, geldiği yeri unutur, bir zamanlar kendisi gibi aç, sefil sokaklarda olanlarla alay eder, inkarın inkarına varır. SARIŞIN VENÜS BİR YOSMA OLARAK PARİS’İN TANRIÇASI OLMUŞTUR.
ROMANIN KONUSU
Mekan, Varietes Tiyatrosu’dur. Oyun; SARIŞIN VENÜS baş kadın oyuncu sarışın, pembemsi kızıla çalan şeffaf bir ten, uzun ince hafif etine dolgun bedeniyle Nana‘dır. Oyun konusunu mitolojiden alır, Kraliçe Diana savaş tanrısı Mars ile evlidir, Mars karısını Venüs’le aldatır, tanrılar tanrısı Jüpiter karıkocayı barıştırmaya çalışır, ancak başaramaz. Mars Venüs’le yaşamaya devam eder. Mitolojik bu konu romanın olay örgüsünü dikkatli roman okuyucularına ipucu verir gibidir. Varietes Tiyatrosu bilinen tanınan bir tiyatrodur. Paris’in ileri gelen kişi ve aileleri, halktan izleyiciler de bulunmaktadır. Ancak tiyatro müdürünün ifadesiyle; “Paris’in genelevi gibidir.’’ Oyuncuların kadın, erkek aşk ve cinsel ilişkileri vardır. Nana henüz tanınmazken tiyatro oyun eleştirmenine Nana sorulduğunda verdiği yanıt ilginçtir. “Ne bileyim Paris’in bütün yosmalarını tanıyamam ya!” der. Roman yedinci bölüme kadar giriş gelişme bölümü ile tiyatro salonunu, oyuncuların toplantıları oyuncuların birbirleriyle ilişkileri, tiyatroya gelenlerin sosyal, sınıfsal konumları uzun uzun anlatılır.
İki yüz sayfadan fazladır. Tasvirlerle doludur. Yedinci ve on üçüncü bölüm arası gelişme romanın konusu kahramanı ve yan karakter kahramanlarını da gelişmeye dahil eder. On üçüncü bölümde yazar vermek istediği mesajını okuyucunun ağız tadıyla okuyacağı hale getirir. Son bölüm Sarışın Venüs’ün Nana’nın çöküşüdür. Baş karakter den sonra dört beş belirgin karakter dışında kırk kadar yan karakterler var. Yazar bunların tamamını ayrı ayrı yansıttığı gibi; tiyatro oyununda, Kont Muffat’ın eşinin yemek davetinde, yine kızının düğününde ve Paris’in ünlü at koşusunda hipodromda tamamını bir araya getirir. Altı ay herkes Sarışın Venüs oyununu konuşur, fon müziği çok beğenilir. Venüs rolünü oynayacak Nana’yı kimse tanımamaktadır. Nana yetenekli bir oyuncu değildir. Ama tiyatro müdürü çok umutludur. Nana’da öyle bir yetenek var ki, her şeyin yerini tutar.’’ Geleceği çok parlak bu kızın, çok yükselecek görürsünüz, ne ten var onda! Ne ten var onda! ’’der. Oyun başladığında Paris’in edebiyat, zenginlik, eğlence dünyası kişileri, prensler, Tuıleries Sarayı temsilcileri, Fransız ordusunda subaylar, bankerler, kont ve kontesler; ayrıca gazeteciler, yazarlar, namuslu kadınlar ve çok daha fazla yosmalar vardır. Her türlü değeri kendine uygun bulan, her türlü ahlaksızlıklarla bozulmuş kim varsa oradadır. Perde açılır sekiz gündür Paris’in dilinde destan olan Nana’yı herkes tanıyacaktır. Nana henüz on sekiz yaşındadır. Venüs’ün kendisi gibidir, cırtlak çatlak sesiyle şarkı söylemesi izleyicileri hiç ilgilendirmez, güzelliğine, endamına, alımına takılmışlardır. ’’Vay anam vay sesleri, Vay Nana vay sesine karışır. Sanat olarak iki paralık değeri olmayan Nana’nın başka şeylerde değeri alkışlanır. Nana’nın vücudu yarı çıplaktır, erkekleri etkisi altına alır, kadınlar hayretle izlerken erkekler çiftleşmeye hazır hayvani şehvetleriyle Nana’yı alkışlarlar. Nana gülümseyerek erkekleri zalimce yiyip bitirir. Venüs hapsedildiği kafesinden çıkartılır, bir yıldıza dönüştürülür, Paris’in gözde yosmalarından olur. Avrupa’ya para kasalarıyla hükmeden bankerler, iri parmaklarıyla Fransa’nın gırtlağını sıkan bakanlar, Fransız ordusunun subayları, kontlar ve ileri gelen ailelerin erkekleri sıraya girme de yarışırlar. Nana Fransız ulusunun zevk ve gururu haline gelir. Nana’nın yolu açılmış çekiciliğini erkekler üzerinde sınırsız, kuralsız kullanır. On altı yaşında bir duvarcıdan doğurduğu hastalıklı oğlunun dışında kaygısı kalmamıştır.
Nana’nın tercihi hep paralı erkekler olur, erkeğin parası bitti mi, onları kapı önüne koyar. Önce sevgilisi DAGUENET (dokune)’yi terk eder, banker Steiner’le yaşar. Sonra Kont Muffat ile ilişki kuar, kendisine saf temiz duygularla bağlı Georges’ bir anne şefkatiyle sever, Georges onun genç küçük ZİZİ’sidir. Nana artık geleceğine güvenir, eski çevresini değiştirir, semt ve çevre değişikliği bir zorunluluk olmuştur. Onun için çok parası olan erkekler geçerlidir. Steiner adında bir bankerle olur, Steiner’in yosmalara düşkünlüğü vardır, bu yüzden iki defa iflas etmiştir. Tiyatro dünyasında yeni bir kadın parlarsa onu hemen neye mal olursa olsun, elde eder. Kadınlar da ahlak adına onun paralarının sonunu getirmekle öç alırlar. Banker Nana’ya yazlık bir ev alır. Bu köşk bölgenin en gözde köşküdür. Kont Muffat’ da komşudur, KONT Muffat sık sık Nana’yı görmeye gider, Kont Muffat; ergenlik döneminden evliliğine kadar gördüğü tek şey bir hizmetçiyi yıkanırken görmesidir, çok tutucu dindar biridir, karısıyla ilişkide bile dini açıdan bir iğrençlik bulur, tiksinti duyar, kırk yaşında ihtiyarlamış tenle sevmek sevilmekle ilgili hiçbir şeyden haberi olmamıştır. İşi gücü dua etmek, dini görevlerini yerine getirmektir. Kont kendisinin önünde karısının jartiyerini taktığını bile görmemiştir. Nana’nın yavaş yavaş kendisini etkilediğini, avucunun içine aldığını hissetmektedir. Nana’yı şeytana benzetir, ondan uzak durmaya çalışır, ancak tam kırk yıldır beslediği geliştirdiği inançları düşünceleri yepyeni bir duygu dalgasına kapılır. Nana’nın peşinde koşan diğer erkeklerin en ateşlisi kendisi olur.
Tuileries Sarayı’nın soğuk disiplinli adamı geceleri yastığını ısırır, şehvet düşleri yaşadıkça çileden çıkar, Nana’nın genç Georges’le yaşamasına tahammül edemez. Nana’nın ZİZİ ile ilişkisini hem Steiner hem de Kont bilmektedir. Nana o daha çocuk ilişkiyi hoş görün demektedir. Söylentiler Paris’in sokakları dahil sarayda, eğlence yerlerinde, köşk ve konaklarda konuşulur, Nana doğru yola girmeye karar verir, yaşlı bir erkeği kendine dost edinecek köşk aldıracak yaşamının tüm giderlerini ona yükleyecektir. Kont Muffat’la zevk alamayacağını bile bile yatar, Kont Steiner ayrılmasını ister, Georges’ in varlığını kabul eder, zaten Steiner’ in de parası bitmiş iflas eşiğine gelmiştir. Kont Muffat yaz boyu üç aydır şehvet sersemliğine kapılmış Nana’ dan başka bir şey düşünemez olmuştur. Nana Kont’ u ele geçirmiştir, artık birine yaslanmalı sınır tanımayan masraflarını ona yüklemelidir.’’ İyi ama! Diyordu, bütün bu kalabalığı (erkekler) nasıl dışarı atabilirim.’’ Sonra değişik bir semtte oturmaya kara verir. Artık Nana için Tuileries Sarayı’na el atmaktan başka yol kalmamıştır. Kont Muffat sarayın gözdesi ve yetkililerindendir. Sınırsız zenginliği ve mülkiyeti vardır. Kont Nana’ya çok lüks bir konak alır, oraya yerleşirler, aldığı saraya karşılık Kont’ un tek isteği vardır; “yalnız benim olacaksın, bunu kabul ettiğinde kadınların en zengini yapacağım seni, arabaların, elmasların güzel giysilerin olacak.’’ Nana Paris’in en şık kadınıdır, erkeklerin aptallıklarıyla geçinir, çevre değiştirmiş, yüksek sosyetenin kibar yosması olmuştur. Nana’nın ahlaksızlığı bile kibar, gururlu ve isyankardır. Bütün Paris ‘i ayağa kaldırır, Paris sosyete kadınlarına örnek olur. Ama Nana Konta verdiği sözünde durmaz, bir düzine erkekle ilişkiye girer. İlişkilerinden biri eve geldiğinde birini mutfakta, birbaşkasınıda kapı arkalarında bekletir, hizmetçisiyle iyi ayarlar. Fanton isminde tiyatrodan arkadaşı olan birini sevgili tutar. Fanton saraya yerleşir, kara suratlı maymun yüzlü Fanton yeri gelir Nana’yı döver, hatta geçimlerini sağlamak için Bayan Tricon ‘un genelevinde ara sıra üç yüz dört yüz frank karşılığı çalışmaya başlar, sonunda Fanton kendisini terk eder. Bu ara Kont Muffat’ın karısı Kontes Sabine tiyatro oyun yazarlarından Fuachery (FUHERİ) ‘le ilişkiye girmiştir. Nana bu ilişkiyi duyduğunda kullandığı ifade ilgi çekicidir;’’ Aşk olsun yani! Bu kibarların dünyası da yaman ha! Ne pis insanlar Tanrım. İyi be! Namuslu kadınlar da işe karışıp aşklarımızı elimizden alırsa halimiz ne olur bizim ‘’ der. Fauchery Figaro Gazetesin de Nana hakkında bir yazı kaleme alır. Nana’yı tamı tamına tanımladığı için olduğu gibi aktaracağım. Gerçekçiliğin, doğallığın romanda ki bölümüdür. Yazının başlığı: ALTIN KANATLI SİNEK; ‘’ Dört beş kuşak sarhoş aileden doğma bir kaldırım yosmasından söz eder, uzun bir yolculuk ayyaşlık babadan olan kızın kanı bozulur, bu nedenle kız cinsel ilişkilerinin tutsağı olur. Paris ‘de kenar mahallelerin birinde kaldırımlarda büyür, uzun boylu güzel bir kadındır. Tıpkı gübrelikte yetişen bir çiçek gibi çok güzel bir teni vardır, kendisi feleğin sillesinden geçtiği için şimdi onların öcünü alır. Onun bu ahlaki bozukluğu halka da yansır, onunla yetinmez kibarlar arasında da yayılır, onları da kokuşturur. Bu kız doğal bir felaket haline gelir, yıkıcı bir güç olmuştur. Kar gibi bacaklarının arasında bütün Paris’in ahlakını bozmuş, herkesi baştan çıkarmıştır. ‘’…..’’ Güneş gibi altın renkli bir sinek, bir çöp yığınının üzerinden kalkıyor, yollar boyunca bırakılmış leşlerin üzerinden ölümü alıp vızıldayarak, pencerelerden sarayların içine giriyor, erkeklerin üzerine konuyor ve onları zehirliyor.’’ Nana öç alırcasına bu yazıyı Kont Muffat’ ta okutur. Kont üç aydır yaşadığı bu hayattan içinde yozlaştırdığı bütün değerleri düşündükçe soğuk terler döker, kendisini çürümüş bir yaratık olarak görür. Karısının bu yazarla iş pişirdiğini bile söyler, hatta buluşma yerini bile tarif eder, kont çaresiz şehvetin yüreğini sarmalayan etkisiyle Nana’nın sözlü ve fiziki hakaretlerine katlanır, varını yoğunu uğruna tükettir. Bu kadar varlığın içinde Nana hala parasızlık çeker, alacaklılar kapının önünde hiç eksik olmazlar. Borçlanarak ya da sevgililerini borç senetleriyle borçlandırarak en lüks yaşantısına devam eder. Tiyatrodan tanıdığı SATİN isminde bir kadını da saraya alır onunla eşcinsel ilişki yaşar, bununla yetinmez çalışan hizmetli bir bayanla da cinsel ilişkiye girer. Erkekler bu ilişkiyi bilirler ama erkek rakiplerine tercih ederler, ses çıkartmazlar. Nana Kont’tan evine gelecek erkeklere karışmama sözünü alır. KONT, MUFFAT, VANDEUVRES, GEORGES VE AĞABEYİ PHİLLİPPE, SATİN birlikte aynı evi paylaşırlar. Hemen her dakika Nana’nın elinin altında erkekler vardır. Yapmakta olduğu yosmalık sanatının içine hapis olmuş, işi gücü bir erkeğin gelmesini beklemek olur.
Paris ailesinin en eski soylu ailelerinden olan ince yapılı, yakışıklı delikanlısı Vandeuvers (VANDOV) kendisini, konumunu Nana için tehlikeye atar, Nana için bir koşu atı alır, adını NANA koyar. Ünlü Paris koşusuna hazırlar, koşuda hile yaptırır, hakemler kurulunca hile anlaşılır, Vandeuvers bu olay nedeniyle Nana isimli at dahil, diğer atlarla birlikte ahırda kendini yakar. Nana bu feci olayı duyduğunda ‘’ Bu eski ailelerin hepsi çürümüş, aptalca son buluyorlar,’’ der ve ekler ‘’Bana hiç param kalmadı deseydi, bende ona eh! Ayrılalım öyleyse derdim ‘’ Nana çocuk düşürür. Bu olay haline gelir, gece yarısına kadar on iki erkek şöminenin önünde toplanır, konuşurlar, hepsinin kafasında; ‘’çocuk benden mi? acaba ‘’ gibi sorular vardır. Nana’nın ilişki kurduğu erkeklerin paraları erir, yüz başı Philippe orduda mutemetlik yapmaktadır, zimmetine para geçirir, fark edilir, hapse girer, Kont Muffat’ın parası kalmadığı gibi satacak mülkiyeti de kalmamıştır. Nana fırıncıya yüz otuz frank veremeyecek duruma gelmiştir, çareyi Tricon’un genel evin de çalışmada bulur, parayı öyle öder. Nana’ ya dokunan erkekler mallarına, bedenlerine, adlarına varıncaya kadar her şeyleriyle uçuruma yuvarlanırlardı. Nana’nın bir saatlik hevesi ne kadar pahalıya mal olursa, kendisi de o kadar mutlu olurdu. Yılda bir milyon frankı aşan bir masrafa sahip olan Nana para bulamaya ufak tefek borçlar için genelevin kapısını aşındırmaktaydı. Nana’nın yıkıp mahvettiği erkekler birbiri üstüne yıkılıyor, eve oluk oluk altın akıyor, yine de onun sürdürdüğü lüks hayata yetiştiremiyordu.
Nana’nın doyumsuz yüreğinde yeni bir heves belirir. Yatak odasını yeniden değiştirmek. Kızılımsı pembe tenine uyan çok hoş bir fon oluşturmak hevesine kapılır. Kar yolasına bir çerçeve yapacak, kendisi Paris ileri gelen kadın erkek Venüs’ü olmak, karyolasında bu tahta uygun olmalıydı. Karyola bir taht, bir mihrap olacak Paris halkı gelip onunun olağan üstü çıplaklığına tapınacaktı. Bunun için kuyumcuya elli bin frank verilecekti. Bu kont Muffat’ın yılbaşı hediyesi olacaktı. Karyola; ortada açılmış bir demet gül, sonra çiçeklerden, goncalardan oluşmuş çelenk biçimi bir süs; yapraklar yeşil altından, güller kırmızı altından olacaktı. Karyolanın baş ucunda da gümüşten bir kafes üzerinde de aşk meleklerinden oluşan bir küme bulunacak, ayak ucunda gece meleği tüllere bürünmüş kıllı boynuzlu keçi bacaklı bir kır tanrısı gelip tülleri açacak, gece meleğinin göz kamaştırıcı çıplaklığını ortaya çıkaracaktı. Bu tabloyu tamamlamak için ise Nana’ nın çıplak bir heykelciği gerekecekti. Söz konusu sanat olacaksa Nana bundan geri kalmazdı. Heykel için ayrıca altı bin franka ihtiyaç vardı. NANA; ‘’ Nasıl olsa parayı verecek olan bizim hödük değil mi?’’ dedi. Zaten Kont Muffat uzun süredir Nana’nın koyduğu bu sıfatla adlandırılıyordu. Evden ayağı hiç eksik olmayan Georges ( NANA’nın ZİZİ ‘si) Nana’ya evlenme teklifinde bulunur, karşılık bulamayınca makasla kendini oda da kapı eşiğinde yaralar, annesi oğlunu kanlar içinde evine götürür. Georges’ in kırmızı kanı hizmetçinin yıkamasına rağmen çıkmaz, halının beyaz çiçekleri üzerinde durmaktadır. Hizmetçi kadın kanın silinmediğini söylediğinde, Nana; ‘’ Adam sende! Ayakla çiğnene çiğnene zamanla silinir gider,’’ sözünü keyifle söyler. Yol geçen hanına dönen Nana’nın odası kapının önünde ayaklarını silip içeri giren erkeklerin ayak izler Georges’in bu kan lekesini temizler. Nana Kont’ a erkekleri eve almama sözü vermişti, oysa tıpkı donsuz gezmek için yaratılmış bir hayvan gibi vücudunu eşe dosta, yoldan geçenlere peşkeş çekmekteydi. Kont bu konuyu kendisiyle konuştuğunda;’’ Evet, yatarım ne olacak yani, üzüldün mü yoksa sevgili hödük?’’ deyiverir. Bir gün Kont söz verdiği parayı getiremeyince; “paran yok demek? Öyleyse sevgili hödük şimdiden tezi yok, hemen def ol! Amma da eşşek herif be! Para yoksa bu işte yok artık, anladın mı?’’ diyecektir. İflas etmiş bir erkek Nana’nın ellerinden olgun bir meyve gibi düşüveriyor, sonra da yerde kendiliğinden çürüyüp gidiyordu. Nana, Kont Muffat’ı bitirdikten sonra banker Steiner’e döner, onu da yüz franka muhtaç bırakır. Büyük bir mirasa konmuş olan Hector’a takılır. Hector geç ve acemidir, uzun süredir sıranın kendisine gelmesini beklemektedir, O’da parasını bitirince ortadan kaybolur.
İtibar kaybeden Kont Muffat sarayda ki görevinden istifa eder. Nana ise; ‘’ o güzel çıplaklığından bir parçasını bu işe yatırmış, yalnız bu utanç verici, ancak çok güçlü olduğu için dünyayı bile yerinden oynatan şeyle tek başına, işçi çalıştırmadan, mühendislerin bulduğu makineleri kullanmaksızın Paris’ i yerinden oynatmış, altında insan cesetlerinin yatmakta olduğu bir servet edinmişti. Altı yüz bin serveti olmuştu. Nana’nın çevresinde yerde yatan bir sürü ölü vardı. O ise bu sonuçtan rolünün olmadığını kafasını çok ütülediklerini, onlar olmasaydı kendisi o hallere düşmezdi. Bu işte canlarını, paralarını kaybettilerse suç onlardaydı, kendisinin hiçbir günahı yoktu, hatta onlar olmasaydı belki de bir manastıra kapanır, Tanrıya dua ederdim ‘’ der. ‘’ Mahalle aralarının çöplüklerinden havalanmış bir sinek, kendisiyle birlikte çürümelerin kokuşmaların mayasını da getirmiş, yalnızca üstlerine konarak bütün bu erkekleri zehirlemişti.’’ Nana böylece kendinden olanların, kimsenin yüzüne bakmadığı serseri, sefil insanların öcünü almıştı.
Nana nesi var, nesi yok her şeyini satar, altı yüz bin frank servetiyle kayıplara karışır, kimisi Mısır Hidiv’yle, kimisi Rus Prensiyle yaşadığını söyler. Birden ortadan kaybolan SARIŞIN VENÜS; NANA, oğlundan kendisine geçen çiçek hastalığından yaşamı bir otel odasında son bulur. Yanı başında tiyatrodan birkaç arkadaşı bulunur, Kont Muffat otelin bulunduğu caddede yüzünü tanınmasın diye bir mendille kapatarak aşağıda izlemektedir.
Venüs çürüyüp kokmaktaydı, çirkeflerden aldığı mikrop, halkı zehirleyen maya yüzüne vurmuştu. Onu çürütüvermişti. Cadde de ise;
‘’BERLİN’E! BERLİN’E! BERLİN’E! ‘’ sesleri yükseliyordu; Fransa Prusya savaşı başlamıştı.
NANA / EMİL ZOLA
YASON YAYINLARI / GÖKSU BİROL