Mustafa ÖZTÜRK meselesinde, hocanın kıvrak zekâsı sayesinde, esası kaçırıyoruz. Kaçırdığımız esası anlatmanın mevcut siyasal gerçeklikte, o kadar sıkıntıları var ki, ama bu riski almaya değer görüyorum.
Kaçırdığımız esastan evvel, bağırıp çağıran ahaliyle olası kesişmeyi, demokratik bilinç ve evrensel özgürlük ilkeleri, ayrıca hürriyete meftunluğum gereği reddediyorum. Onların hocaya olan itiraz ve rezervleri ile benimki arasında siyah ve beyaz kadar fark var. Meselenin benim açımdan ahlaki ve prensip ilkeleri nettir.
Üniversite dediğimiz çatının altında fakülte olarak ismi geçen ünite, dünyanın her yerinde bilimsel paradigmanın mabedidir. İlahiyat fakülteleri, evrensel literatürdeki ismiyle Teoloji eğitimi veren kurumlar, diğer sayısal ya da sözel unsurlardan oluşan fakültelerden hiçbir farkı olmayan kurumlardır. Tıp, coğrafya, mimarlık, edebiyat ya da diğer fakültelerin hocalarının her hangi bir öğreti/tez/kuram aleyhinde ya da lehinde tez ileri sürmeleri ne kadar makul ise ilahiyat hocalarının tezleri de o kadar makuldür.
Bizdeki vasat zekâ; İlahiyat hocasını, cami hocası zannediyor. Bilim adamının cemaati motive etme, dindarlık timsali olma, takva ile yaşama zorunluluğu olamaz. Açıklama yaparken, rijit bir fikir ileri sürerken, Dinin ve mensuplarının her hangi bir hükmünü ve yorumunu hesaba alma mecburiyeti olmadığı gibi, bu öğretileri yaşama zorunluluğu da yoktur. Ziraat fakültesinde görev yapan akademisyenin, çiftçiyi mutlu etme görevi olmadığı gibi.
Sadece dindarın yaşama biçimine-diğer yaşam biçimlerine olduğu gibi- olabildiği kadar saygı duymak, onun yaşamının hukukunu demokrasi gereği savunmak, akademik ahlakın tek vecibesidir.
Mustafa ÖZTÜRK’ün ve diğer ilahiyat hocalarının ortalama dindarı rahatsız edecek açıklamaları demokratik haklarıdır. Akademisyenlerin, açıkladıkları fikirleri nedeniyle hiçbir şahıs, vatandaş, tüzel kişilik, akademisyene hakaret edemez. Birey bazında sadece tezini çürütmeye çalışır. Linç diye ifadelendirilen sosyal medya organizasyonun hiçbir şekilde meşruiyeti yoktur. Benim için meselenin karoseri budur.
Mustafa ÖZTÜRK’ün fikirlerinin ana hatlarının çoğunu benimserim, kitaplarının tamamına yakınını okumuşluğum olup, Adana’da görev yaptığı dönemlerde, arkadaşlar vesilesiyle üç beş defa sohbet imkânım olmuştur. Bunlar bir yanda dursun.
Yukarıda hemen girişte esasını kaçırdığımız hususlara gelince…
ÖZTÜRK’e küfür edenler kimlerdir?
ÖZTÜRK ile fikir akrabalıkları mevcut mudur?
Bunlar hangi siyasi akıma yakındır?
ÖZTÜRK bunların yetiştiği, meşruiyet gördüğü siyasi alanları bir gün eleştirmiş midir?
ÖZTÜRK’ün yaşamı boyunca mesafe koyduğu insanlar, hakaret edenler içerisinde var mıdır?
İstifasına yol açan zevat hangi fikirleri savunur?
ÖZTÜRK son beş yıldır ülkenin her alanına karabasan gibi çöken, antidemokratik kitlenin yeşermesine katkı vermiş midir?
Bu soruların tüm cevabı hocada ziyadesiyle var. Cevapların Hocanın başını öne eğdireceğine inanıyorum.
Bu saate kadar ÖZTÜRK hoca, sosyal medyada kendisi hakkında yapılan organizasyon sonrasında, hala Demokratik bir tövbe yapamamıştır. Zira kendisine hakaret edenler, kendisinin yeşermesine katkı koyduğu bir sosyolojidir. Kıvrak zekâsından kastım burasıdır. Gerek sol, gerekse sağ liberal özgürlükçü gazetecilerin programlarında, günahlarını uğradığı linç girişimin yarattığı merhamet ortamını da kullanarak, örtmeyi her zamanki gibi ustaca başarmıştır. Siyasal ortamdan beslendiği gayet açık olan grup ve yapıların, bu denli cüret sahibi olmasına Mustafa ÖZTÜRK’ün, direkt enerji sağladığı söylenmese bile dolaylı jeneratör görevi üstlenmiştir.
Hoca’nın özellikle son 5 yılı politik ve pragmatiktir.
15 Temmuz sonrası, geçmişte hiçbir tarikat ve cemaatle ilişkisinin olmamasından kaynaklı haklı bir özgüvenle çıktığı güya cesur yol, tamamen politiktir. İlk önce ortamın olağanüstü elverişli iklimiyle FETÖ kitabı yazmış, ardından mahkemelerde bu konuda bilirkişi olarak var olmuştur. Bunları akademik yeterliliği yanında, kendi anlatımlarından çıkardığım kadarıyla Müslümanca davranmasının tezahürlerinden olduğunu, sonraki süreçte çıktığı programlardan biliyoruz. Aynı Mustafa ÖZTÜRK’ün FETÖ başlığı altında yapılan haksız ve hukuksuz uygulamalarla alakalı bırakın küçük bir risaleyi, köşe yazamadığının canlı şahitleriyiz. Daha sonraki süreçte çıktığı televizyon kanalları ve kişiler, bugün vasat sağduyu ve vicdanı olan insanların tiksinmesine neden olan adamlardır. Masumca soru soran, tüm nezaketiyle program yapmaya çalışan hanımefendileri kastetmiyorum.
Tüm bunları seyrederken, Adana’da bulunan yakınlarına, sıklıkla “hocayı ne dekan, ne de rektör” yapmazlar dedim.
Çünkü Nihat HATİPOĞLU, Mustafa KARATAŞ, Cübbeli Ahmet gibi ilahiyatçı ve vaizlerin anlattığı dinden oluşacak geminin, Ak Parti Genel merkezi ya da müzahir ve mücavir alana demirleyeceği, Mustafa Hoca’nın anlattığı dinin ise en sonunda araştırmayı, sorgulamayı, düşünmeyi tahrik edici yanıyla; milliyetçi ve muhafazakâr bir partiye getirisinin olmayacağını, benim bildiğim bu durumu felli kelli kocaman adamların dünden bildiğini söylüyordum. Hoca ne hikmetse bunu bir türlü fark etmek istemedi. Her ne kadar iktidarın yaslandığı ve cemaatlerin meşruiyet kaynağına dönüşen “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” doktrinin dışında dahi olsa, dışında olanlarla bir gözükmemeye özen göstererek, ilmi siyasi dahi davransa, hocanın zekâtı mesabesinde olanlar dekan ve rektör olurken, hoca göreve getirilmedi.
Ancak iktidar ile olan fikir akrabalığı, girmiş olduğu pragmatik ilişki, iktidara yakın kanallarda; genelde en direk verdiği destek, isim vermeden muhalif unsurlar eleştirisi, ÖZTÜRK’ün idare edilmesine neden oldu. Toplum ve Ak Parti sosyolojisi açısından daha “makul” olan isimler (Mustafa İSLAMOĞLU, İlhami GÜLER hatta İhsan ELİAÇIK) sosyal medya haricinde, resmi eller marifetiyle derdest edildiler. Şu an her hangi bir belediye ya da resmi kuruma ait mekanlarda, iktidara yakın medya mecralarında bu insanların besmele çekmesi mümkün değildir. ÖZTÜRK’ün iktidar nezdindeki durumunu aslında istifasına neden olan linç kampanyasında da gördük. Gariban Din kültürü öğretmeninin sosyal medya paylaşımı için seferber olan resmi çevreler hocaya ilişmediler. Ak Partili etkin hesaplar meseleye çok müdahil olmadı. Genelde iktidarın etki alanında olan şahıs ve yapılar ateşi harladılar.. Adli kurumlar pozisyon almadı. Hocayı falakaya yatırmadan eve gönderdiler. Bir akademisyenin resmi olarak linç edilmemesinden tabiî ki sevinç duydum.
Esas soruya gelirsek, peki olup bitenlerden ne anlamalıyız?
Aile içi kavga diyebiliriz. Berat ALBAYRAK’ı artık tolere edemeyen siyasi/sosyolojik/dinsel yapı, yeni konseptte, üniversitede hoca dahi olsa, ÖZTÜRK’ü artık idare edemedi. Ayrıca unutulan önemli bir bilgiyi burada kaydetmek isterim. Mustafa ÖZTÜRK’ün teki toplayan fikirlerin atası merhum Prof. Dr. Fazlur Rahman’dır. Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı iken, Fazlur RAHMAN sempozyumu düzenlenmiş, dünyanın her yerinden bilim insanları gelerek sempozyumda tebliğ sunmuştur. Gelenler arasında şu an Amerika da yaşayan, İranlı düşünür Abdülkerim Süruş da vardır. Abdülkerim SÜRUŞ, vahyin HZ. Muhammed’in rüyaları olduğunu savunan bir tez yazmıştır. Nereden Nereye?
Nihayetinde;
Mustafa ÖZTÜRK İslamcı mahalle içinde değerlendirilecek bir isim. Mahallenin geldiği duruma rağmen, orada ikameti uygun görmüş bir hoca. Linçe sebep olan videonun bazı kısımlarını makale içerisine yükledim. Orada da göreceksiniz. Özellikle son beş yıl içinde görüp, midemizi ağrıtan dinci tayfanın üslubundan farkı olmayan bir üslup. Konuştuğu yer mahrem bir alan olmayıp, video kaydı yapıldığının farkında. Sonra sosyal medyaya yüklenerek, alenileşeceğinin fevkinde.
Filistin tiyatrosunu bahane edip, darbe yapan PEZ..VENKLER
Zekeriya BEYAZ denen DEYYUS.
Sizin gibi, Öküz gibi inanmak zorunda değilim…
Aslında Mustafa ÖZTÜRK çaplı bir İlahiyatçı ama böyle olmak zorunda. Anahtarı cebinde olduğu halde çıkamadığı İslamcılık zindanı, bu üslup ve mizacı emreder. İmam Hatip müktesebatı ise ayrı bir konu.
Esas neye yazık oldu biliyor musunuz?
Değil İslam dünyasını, Hristiyan Dünyasını etkileyecek olan bir tartışma mundar oldu.
Vahyin mahiyeti, semavi olan ve olmayan dinler ayrımı, dinler tarihini etkileyecek potansiyeli barındıran entelektüel boyutu bulunan tartışma konusu böyle mi sonlanacaktı?
Yarım asır evvel merhum Fazlur Rahman’ın başlattığı, Mehmet Aydın hocanın ömrünü verdiği bir tartışma, ”ben balığa gidiyorum” diyen ÖZTÜRK hocanın, pragmatik vedasıyla, dincilerin meselenin üstüne çimento dökmesiyle şu an nihayetlendi.