10 KASIM 1938
O gün gazeteler, ‘Bir Güneş Söndü’ manşetiyle çıktı.
‘Babamız öldü. Fakat o on yedi milyonun içinde ebediyen yaşayacaktır’
Halkevi Başkanı olan Nevzat Güven Türksözü Gazetesi’nde: “Türk Milleti, dün sabah, talihin bahşettiği en büyük, en nadir servetini kaybetti.
Ölüm denilen insafsız kuvvetin dün, sabah aramızdan aldığı insan, lalettayin bir bir millet, bir devlet büyüğü değil, on yedi milyon insana hayat veren on yedi milyonun gözünü hayata açan bir varlıktır.
Dün sabah Türk milletinin babası öldü ve bütün dünyada bir güneş söndü…” diyerek Adanalıların duygularına tercüman olmuştur.
*
DÖNEMİN SULH HAKİMİ ALİ HADİ OKAN’DAN…
“Kan değil, sade figandır şu nabızlarda atan
Yeniden doğmayacak gündür ufuklarda batan
Oydu Türk oğlunu dünyalara arslan tanıtan
Ağla ey Türk, seni öksüz bırakıp gitti Atan,
Dövünüp göz yaşı dökmez de ne yapmaz bu vatan…”
Dönemin Sulh Hakimi Ali Hadi Okan duygularını mısralara dökmüştü.
*
ADI, EBEDİ OLARAK YAŞAYACAKTIR
Atatürk’ün ebediyete intikali ile Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü Mecliste, Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada, bu şerefli vazifeyi kendilerine tevdi eden milletvekillerine şükranlarını sunduktan sonra: “…Bu anda Atatürk’ün hatırası, teselli olmaz acılarla dolu olan kalbimizin aziz timsalidir. Atatürk’ün fevkalade hizmetlerini bugünkü Türk Devleti’nin bünyesinde tam ve temiz eserler olarak tecesüm etmiş görüyoruz. Kadir bilen ve büyük evlat yetiştiren milletimizin yüreğinde Kemal Atatürk adı sevgi ve hürmet içinde ebedi olarak yaşayacaktı.”
*
Bazı insanlar ölünce doğarlar.
O, öyle bir ölü haline dönüşür ki, her öldürülüşünde yeniden, yeniden ve daha güçlü olarak yaşamaya başlar.
ARİF NİHAT ASYA: “TAKVİMLERİN BU YAPRAĞI SİYAH KALACAKTIR”
Bayrak Şairi Arif Nihat Asya, Görüşler Dergisi’nde yayımlanan yazısında matemini şöyle dile getiriyordu:
“Yaşasın!” diye çok bağırdık. Ve henüz yaşayacak çağdaydı: yaşamadı.
Sıhhati için ettiğimiz dualar geri geldi.
Şair, “Ömrüne katmak için Tanrı ömrümden alsın” diyordu. Şair sesini Tanrı’ya duyuramadı.
Onun bu yurdu kurtarmakta gösterdiği harikayı fen, onu kurtarmakta gösteremedi ve büyükük onda kaldı.
*
Eli Meçhul Asker abidesindeki ele benzerdi. / Parmağının gösterdiği yere bir millet koşardı.
Anası anaların, babası babaların en bahtiyarı oldu. Ulusunu ise ulusların en bedbahtı iken en bahtiyarı yaptı.
Fakat bu yurda baş oluşu ile 30 Ağustos bayramı’nı yaptığımız, 23 Nisanı, 29 Önteşrini yaptığımız adam bize bir matem günü de armağan bırakarak gitti. Takvimlerimizin bu yaprağı siyah kalacaktır.
*
Artık bir daha görür müyüz diye yolunu beklemeyin. / Türk Bayrağı’na sarılmış tabutunun arkasından bakan gözlere bayrağın kızıllığı doluyor.
*
“GERİSİ MİLLETİN HAFIZASINDA…”
Daha dün ‘Atamız var öksüz değiliz’ diye levhalar hazırlamıştık. Yalanmış: Atamız yok öksüzüz.
Milleti ona on yedi milyonluk bir cenaze alayı yaptı. Ve onu yolcu etmeye, üç günlük, beş günlük, on günlük yoldan dostlar koşup geldiler.
Bana sorarsanız taşına destanının ilk mısraları kazınmalı, altına da ‘Gerisi milletin hafızasında’ diye yazılmalı; başka söz istemez. (…)
Ey onun çocukları, gidiniz mezarının başında yurdunun İstiklal Marşı’nı söyleyiniz. Başka ses istemez…” (Görüşler Dergisi Kasım / 1938)
ÖLÜLER VE ETKİLER
Bir insan düşünün ki, ölünce doğmuştur. Bu saptamayı mistik anlamda söylemiyorum; bedeni ölürken, fikri ve ilkeleri yeniden doğan insanlar için söylüyorum.
Ve bazı insanların ölüsü, dirisinden daha etkilidir.
Zaman, fikir ve ilkelerin törpüsüdür.
Ancak, doğruluk, adalet, bağımsızlık, barış gibi kavramları ilke edinenleri etkilerini zaman törpüleyemez. Tam tersine, zaman ilerledikçe bu ilkeler eskiyeceğine her sabah güneşle beraber yeniden doğar, yeşerir ve canlanır.
ŞİMDİ SORUYORUM:
Atatürkçüyüm demekle Atatürkçü olunuyor mu?
Uzun uzadıya Atatürkçülüğün ne olduğunu anlatmayacağım. Sadece 6 Ok’un listesini vereceğim ve kendi fikirlerini bu 6 ok terazisine ver, Atatürkçü olup olmadığını sen anla…
Cumhuriyetçilik: Yahu şu eğitimimizin Fulbright veya Erasmuslara teslim edilmesi acaba Cumhuriyetçiliğin neresinde? Tevhid-i Tedrisat, cemaat etkileri, bilimde, sanatta, edebiyatta gerilemek… Sahi bunlar olurken biz Atatürkçü mü idik?
Milliyetçilik: “Caddelerinde yabancı isimli tabelalar görünce ne hissediyorsun? Yabancı marka satın almak için AVM’lere koşarak gidip, ardından hava atıyor musun?
Halkçılık: “Sahi senin köylerine ne oldu? Köylerin mahalle yapılmasına sevindin mi? Üretimin köylüden alınıp, ithalata yönelmesine mutlu oldun mu olmadın mı? Mesela, yabancı sermayeli banka kredisiyle aldığın arabayı, dış borç ile yaptırdığın otoyolda sürerken mutlu musun?
Devletçilik: “Özelleştirmeler yapılırken neredeydin? Yine Atatürkçüyüm diye slogan mı atıyordun? Yoksa Atatürk rozeti mi satıyordun? Limanların ve telekomünikasyon şirketlerin, devletin mi yoksa sana ileride düşman olması muhtemel yabancıların mı?
İnkılâpçılık: Başımız sıkıştığında çözümü üfürükçülerin dizinde mi aramaktayız? Yeniliklere, bilimsel gelişmelere harcadığımız bütçe ne kadar? Ne iş yaparsak yapalım, işimizi en iyi yapmayı ı düşünmekteyiz yoksa en az çalışıp en fazla kazanmamın yollarını mı aramaktayız? Matematik, fizik, fen gibi konuları, insan hayatı için kutsal değerler olarak görüyor muyuz yoksa görmüyor muyuz?
Laiklik: Özellikle tatlısu aydınlarına soruyorum… Laikliği içselleştirdiğimiz için mi sahip çıkmaktayız yoksa sadece İran’a karşı olduğumuz için mi?
Bütün bunların ötesinde AB’yi destekleyerek, yerli ürün yerine ithal ürünleri tercih ederek, ABD’nin güçlü bir devlet olduğunu zannederek onun gölgesine sığınmanın güvence olduğunu söyleyerek Atatürkçü olunmaz…
Atatürk 10 Kasım 1938’de bedenen öldü; İnsandı ve ölecekti.
Aynı tarihte Atatürkçülük yeniden doğdu.
Eğer sen: Çürümüş sistemin karşısında durmak yerine onun nimetlerinden pay alarak yaşamı sürdürme gayretinde isen ve buna gerekçeler üretiyorsan, bari Atatürkçüyüm deme.
İşte o zaman Atatürk’ün ölümüne sen de katkı yapmış olursun.
2. Bölümde devam edeceğiz.
Mustafa Kemal için yas, Atatürk için şenlik yapalım…