Dünya sistemleri kuramcısı Wallerstein'a göre muhafazakarlık modernliğin üç büyük siyasi akımından liberalizm ve sosyalizmle birlikte üçüncüsüdür. Türk sağının titiz araştırmacısı Tanıl Bora'ya göreyse muhafazakarlık Türk sağının üç halinden birisi olup islamcılık ve milliyetçilik ile bu teslis tamamlanır.
Peki muhafazakarlık bir ideoloji midir? Muhafazakarlığın içinden konuşanlar muhafazakarlığın bir ideoloji olduğunu ısrarla reddederler, tarihin ve geleneğin koruyucusu olduğunun altını çizerler.
Onlara göre kesintisizce akan bir tarih ve bu tarih içinden süzülerek gelen bir gelenek vardır. Aslında bu reddedişlerin kendisi ideolojik olup muhafazakarlığın bir ideoloji olduğu konusundaki iddiaları teyit eder.
Muhafazakarlık, modernliğin iki ekolünden empirist olanına mensuptur ve bilginin ancak deneyim aracılığıyla elde edilebileceğini iddia eder. Bu anlamda rasyonel bilgiye kuşkuyla yaklaşır ve akla sağlam, güvenilir, açıklayıcı bilgi edinmek için güvenilemeyeceğini belirtir.
Dolayısıyla bilgi kuramı konusunda aydınlanmanın iki yönteminden empirist olanına mensubiyet içindedir muhafazakarlar. Aklın nesnel bilgiye ulaşamayacağını iddiasını akıl tarafından üretilmiş bilgilerle toplumsal yaşamın düzenlenemeyeceği yargısına kadar taşırlar. Çünkü toplumsal yaşam karmaşıktır, kaotiktir ve saf aklın ilkeleri ile onu anlayabilmek mümkün değildir.
Bu tablo bize aydınlanmanın iki yüzü olduğunu hatırlatır. Empirist olan yüzü daha çok İngiltere kökenlidir ve en ideal temsilcisi felsefi düzeyde David Hume'dur. Aklı, rasyonaliteyi hem bilginin hem de toplumsal/siyasal yaşamın merkezi yapan düşünce ise Kıta Avrupa'sı kaynaklıdır. Felsefi düzeyde temelleri Descartes tarafından atılmış olmakla birlikte Kant ile birlikte zirvesine ulaştığını söyleyebiliriz. Siyasal proğram haline dönüşmesi ise özellikle Ansiklopedistler aracılığıyla Fransız Devrimi ile gerçekleşmiştir.
Siyasal ideoloji olarak muhafazakarlık Fransız Devrimine karşı gösterilen tepkiler üzerine ortaya çıkmıştır. Zaten devrim pekçok ideolojinin ortaya çıkmasını tetiklemiştir.
Muhafazakarlık devrimci dönüşümler karşısında tedrici değişimi, geleneği sahiplenirken aklın devrimci ve eleştirel kurucu gücü karşısında ise araçsal bir akıl anlayışına sahip olmuştur.
Romantizmin devrimle ilişkisi daha kompleks ve girifttir.
Önce büyük bir iyimserlikle devrimi yücelten romantikler devrimin zoru ve şiddeti karşısında panikleyip ya kapitalizm öncesi bir pastoral yaşama iade olmuşlar yada düzen güçleri ile bütünleşerek gerici bir retoriğe sığınmışlardır. Devrimin mantıksal uzantısı sosyalizm akımıdır. Değişik türleri ile devrimin gerçekleşmeyen vaatlerinin takipçisi onlar olmuştur.
Muhafazakarlık en seçkin sözcüsünü Edmund Burke'de bulmuştur. Burke '' Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler '' isimli kitabı ile muhafazakarlığın bir yerde manifestosunu yazmıştır.
Kendisi de adalı bir düşünür olan Burke sırtını yasladığı İngiliz Empirizmi'nin epistemolojik tutumu ile İskoç Aydınlanmasının liberal iktisat görüşlerini muhafazakar bir dünya görüşünde sentez kılmıştır.
Bu dünya görüşü rasyonel siyasal bilgiye karşı kuşkucu, organik bir toplum tasavvuruna sahip olup yukarıda belirtildiği gibi tarihin ve geleneğin gücüne inanır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz bu ideolojinin ve dünya görüşünün temelinde eşitlikçi toplum tahayyülüne karşıtlık, akıl kullanılarak insanlığın özgürleşebileceğine dair kötümserlik vardır.
Bu tür görüş ve düşüncelerin bireye müdahale, özgürlüğü sınırlayan sonuçlar doğuracağına ilişkin kaygılar aslında üstü örtülü biçimde varolan hiyerarşik, eşitsiz toplumsal yaşama rıza üretmeye yönelik açıklamalardır.
Burke'ün düşünceleri muhafazakar dünya görüşünün temellerini atmıştır. Burke bir yerde İngiliz tarihinden çıkardığı sonuçları Fransız Devrimi ile karşıtlık içinde okuyarak bir tür siyasal tarih yazmıştır.
Çünkü İngiliz Devrimi bir devrimin bütün karakteristiklerini taşımakla birlikte Fransız Devrimi'nden ayrıldığı yönlerde vardır. Bir defa Burjuvazi ile Aristokrasi arasındaki çatışma Fransa'daki kadar sert olmamış, aristokratlar tedricen burjuvazinin üstünlüğünü kabul ettikleri gibi kendileri burjuvalaşırken burjuvaları da kendi kültürleri ile içeriden fethetmişlerdir.
Orada da kralın kellesi kopartılmış, bir asker olarak tıpkı Napolyon gibi Cromwell'de sivrilmiş ise de iki devrim arasındaki devrimci şiddeti mukayese etmek doğru değildir.
İngiliz deneyiminde felsefi olarak empirizm, siyasal mekan olarak Fransa'daki devrimci kulüplerin aksine parlamento merkez olmuş, bu mekanda üst sınıflar işlerini önemli ölçüde konuşarak halletmişlerdir.
Bugün dünyada muhafazakarlığın ana formu olarak İngiliz deneyi bilinmekte ve tanınmaktadır. Muhafazakarlık denildiğinde İngiliz deneyimi akla gelmekte ve oradan çıkartılan sonuçlar muhafazakarlığın nitelikleri arasına yazılmaktadır. Ama muhafazakarlığın başka formları da vardır.
Muhafazakarlık reaksiyonerlik anlamına gelmez. Muhafazakarlığın piyasa ilişkileri ile kapitalizm ile bir sorunu yoktur. Muhafazakarlar modernliğe karşı değildirler ve modernlik öncesine dönmeyi savunmazlar.
Ama Fransız muhafazakarlığı Devrim karşıtlığına dayandığı için Cumhuriyete karşıdır ve krallığa dönmeyi arzular. Bu Fransız reaksiyoner muhafazakarlığının da piyasa ile kapitalizmle bir sorunu yoktur, ancak devrim karşıtlığı onu devrim öncesi rejimi yeniden ihya etmeye yönlendirmiştir.
İngiliz muhafazakarlığında liberalizmin etkisi güçlü iken Fransız olanın da reaksiyoner boyut nedeniyle liberal vurgular daha zayıf kalmış ve diğer gerici ideolojilerle etkileşimin düzeyi yoğun olmuştur.
Aslında muhafazakarlığın yüzlerini belirleyen o ülkedeki devrimin güncelliği ile eşitlikçi dünya görüşlerinin yaygınlığı olmuştur.
Liberalizm ve muhafazakarlık birbirini tamamlayan ideolojilerdir. Liberalizm birey merkezli, onu toplumdan soyutlayan, piyasanın kendi kendini düzenleyebileceği gibi gerçekliği olmayan, ancak kağıt üzerinde olabilecek reel olmayan a apriorilere dayanır.
Liberalizmi toplumsal yaşamda etkin kılacak olan ideoloji muhafazakarlığın sunacağı girdilerdir.
Piyasanın saf amentüleri ancak ailenin kutsallaştırıldığı, toplumun geleneğin taşıyıcısı olma vasfına indirgendiği, devrim karşıtlığının belirleyici olduğu ve her türlü eşitlikçi talebin insan fıtratına aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildiği bir vasatta mümkündür.
Büyük Dönüşümün yazarı Karl Polanyi toplumların piyasaya karşı kendiliğinden reaksiyon gösterdiğini iddia etmişti. Hiçbir toplumun saf piyasa ilişkilerinin hakim olduğu bir dünyada yaşayamayacağını ve yaşamadığını söylemişti. Piyasaya karşı toplumun kendini savunan değer ve ilişkiler ürettiğini söyleyerek devam etmişti.
Liberal karşı devrimin olduğu yıllar aynı zamanda muhafazakarlığın da atağa kalktığı dönemler olmuştur.
Fransız Devrimi sonrasında bütün düzen güçleri bayraklarına kutsal özel mülkiyet hakkını, kargaşaya karşı otoriteyi, aklı itibarsızlaştırmak içinse ispritizmayı, ruhçuluğu, mistisizmi ve dini asmışlardı.
1980'li yıllarda düzen bütün unsurları ile atağa geçip kamuculuğa karşı savaş açılırken, devletin küçültülmesi vaaz edilirken, devletin piyasaları düzenleyici rolünden vazgeçilirken muhafazakar özellikleri parlatılan Teatcher, Reagen, Özal gibi liderlerle bu karşı devrim gerçekleştiriliyordu.
Muhafazakar otoriter/popülizmin kurucu şahsiyeti madam Teatcher '' toplum yoktur sadece bireyler vardır '' diyordu.
Devam edeceğim...