Moses ile Jesus

Hacı Hüseyin Kılınç

Musa ile İsa’dan bahsedeceğiz. Yukarıdaki isimleri onların İbranize edilmiş hallerini yansıtıyor. Musa ile İsa dediğimiz anda ise isimlerini Arabize etmiş oluyoruz. Musa ile İsa tek tanrılı iki dinin kurucusu kabul edilir. Her ikisi de peygamber olarak nitelendirilir. Ancak İseviler İsa’yı aynı zamanda Tanrı’da kabul ederler. Kutsal teslis inancı denilen üçlemeye göre İsa tanrısallığın ayrılmaz bir parçasıdır. İsevilik böylece tanrıyı tekleştirirken aynı zamanda parçalara ayırmış olur. Bildiğimiz tek tanrının koltuğunun yanında İsa’ya da bir yer tahsis edilir. Üçleme kutsal ruh ile tamamlanır. Baba olarak seslenilen Tanrı kâinatı yoktan var etmiştir. Oğlu sayılan İsa günaha batmış olan insanoğlunu günahlarından kurtarmak için çarmıha çekilmiş ve göğe tekrar geldiği yere dönmüştür. Kutsal ruh ise onun doğurduğu boşluğu doldurmak ve ilahi sevgiye insanları davet etmek için dolaştığına inanılan güçtür. Görüldüğü gibi teslis monoteist bir aklın kabullenemeyeceği bir inanıştır. Ancak İsevilerde bunun zaten akılla idrak edilemeyeceğini, ancak imanla anlaşılabileceğini söyler.

Peygamber Tanrısal bilgiye aracılık eder. Vahiy dediğimiz şey bu aracılıktır. Peygamber Tanrının vahyine yani kesin bilgisine ulaşamayacak olanlara bu bilgiyi ulaştıran kişidir. Bir peygamberin tanrısal bilgiye ulaşabilmesi için yüksek bir erdeme, ahlaka sahip olması gerekliydi. Yaşantısını çoğunluğun genel geçer alışkanlıklarından ayırmalıydı. Sözünün çoğunluk tarafından tanrısal söz yani vahiy olarak kabul edilebilmesi için bu şarttı. Tanrı en sonsuzu, sınırsızı, kusursuzu, mükemmeli temsil ediyorsa eğer peygamberinde erdem olarak kusursuzu demek mükemmeli temsil etmesi gerekiyordu. Ancak bu özelliklere haiz olan birileri peygamberlik iddiasında bulunabilirdi. Tanrıya atfedilen insani özellikler insanoğlunu disipline etmek için gerekliydi. Örneğin tanrının kızacağı, küseceği, cezalandıracağı ve merhameti ile bağışlayacağı türü özellikleri son derece beşeriydi. Ama peygamber bunlara başvurmaksızın da yapamazdı. Çünkü bunlar olmaksızın kimseyi inandıramazdı.

Tanrıya aklı ile değil alışkanlıkları, hayal gücü ve imgelemi ile inandığından peygamber vahyi herkes tarafından anlaşılırdı. Vahye inanmak için anlama yetisi olan akla değil duyguları harekete geçirmeye ihtiyaç vardı. Peygamberlerin hiç biri dünyaya felsefe yapmak, spekülasyonda bulunmak için gelmemişti. Geliş amaçları basit ve yalındı. Ve her peygamber bir kavme, topluluğa seslenmek için ortaya çıkmıştı. Amaç kavmin, topluluğun hayatında giden yanlışlıklara, çarpıklıklara dikkat çekmekti. Peygamber görü sahibi olarak yani geleceği okuduğu ve gelecekten haberler verdiği bilgisi ile kavmi uyarırdı. Topluluğun peygamberin sesine kulak vermesindeki gerekçede burada gizliydi. Tabiatın yasalarının bilgisine sahip olmayan insanoğlu etrafındaki her belirsizliği sınırsız güce sahip birinin yarattığına inanırdı. Pagan dönemde bu güçler özelleştirilmiş ve her gücün bir tanrısı ortaya çıktı. İnsanoğlu başlangıçta bu etkiden kurtulamadı. Yahudilerin tanrısı olan Yahve veya Yahuda tek bir halka inmişti. Her şeyin yaratıcısı olan Tanrı lütfundan sadece onları yararlandırmaya karar vermişti.

Tanrının sadece Yahudilere ait olduğuna halkını inandırmakta Musa çok zorluklar çekmişti. Halkı sürekli eskiyi özlüyor ve en küçük bir krizde eski tanrılarına tapınıyordu. Musa Sina dağına tanrıdan yasaları almak için çıktığında sabırsız halkı Musa’yı dağda yalnız bırakmış buzağıya tapmaya başlamıştı. Musa halkının kararsızlığının, acımasızlığının ve sıklıkla fikir değiştirdiğinin bilincindeydi. Tekrar Mısır’a dönüşü engellemek için kavminin siyasi sınırlarını kesin biçimde çizmesi gerekliydi. On emir oldukça soyut kaldığı için bununla yetinmesi mümkün değildi. Kavminin siyasi gövdesine merkez olacak bir tapınak inancı bu şekilde ortaya çıktı. Tapınak dediğimiz katlanabilir taşınabilir bir çadırdan başka bir şey değildi. Ama yine de tapınak sayılan bu çadır topluluğun etrafında toplanacağı bir merkez sayıldı. Ona kutsiyet atfedebilmek için ritüeller geliştirildi. Kurban ve adak seremonileri bu şekilde ortaya çıktı. Güvenliklerini sağlamak ve iştahlarını gidermek gerekiyordu. Musa her dara düştüğünde Tanrıya seslendi ve ondan yardım dilendi. Çünkü halkı Musa’yı her an bırakabilirdi. Topluluğun hem peygamberi hem siyasi şefi yani yasa koyucusu olan Musa çok defa usanma noktasına geldi. Ama her yöneticide olması gereken sabrı, direnci ve liderliği ile tüm bu krizleri yönetmeyi ve aşmayı başardı.

Musa bu nedenle hem bir siyasi şef hem de peygamberdi. Peygamberler içerisinde tanrı ile doğrudan muhatap olan ve konuşabilen sadece oydu. Çok istemesine rağmen tanrı ona suretini çevirmiş sırtını göstermekle yetinmişti. Musa’nın getirdiği yasalar siyasi bütünü bir arada tutmaya yarıyordu. Bir siyasi bütün oluşturmadan kime peygamberlik yapacaktı ki? İsrailoğulları Musa’yı dinlemeyip tekrar firavun ülkesine dönselerdi Musa kime peygamberlik taslayacaktı? Tanrısal olduğu iddia edilen yasalar son derece dünyeviydi. Bir topluluk inşa etmeyi, sınırlarını çizmeyi ve bir toprak parçasını mülk edinmeyi hedefliyordu. Bir halk ancak egemenlik kurulmuş bir toprak parçası üzerinde yaratılabilirdi. Musa halkı içinden hem yüksek erdemi ile hem de siyasi liderlik konusundaki yetenekleri ile ayrılmış Weberci anlamda karizmatik özelliklere haiz birisiydi. Engin hayal gücü ile topluluğa şef olarak sahip olmak isteği vahyin maddi dürtülerini tedarik ediyordu. Ama bir başkasının değil onun bunları yapmış olması peygamberlik kumaşına sahip olmasından ileri geliyordu.

İsa Musa’ya ait dertlerden uzaktı. İsa’nın yönetmesi, yasalar yazması gerekli bir halkı yoktu. Zaten bir halkın ve geleneğin içine doğmuştu. İsrailoğlu Hoşmanayim hanedanı döneminde yaşadığı bağımsızlığını yitirmiş ve Roma’nın egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Roma Yahudiye vali tayin ediyor ve Antakya’daki komutanı aracılığıyla askeri olarak kontrol ediyordu. İsa bu egemenliğe isyan eden bir peygamber olarak ortaya çıkmadı. İsrailoğulları içinde güçlü bir isyancı damar vardı, ancak İsa’nın isyanı maddi değildi. İsa içinde yaşadığı düzeni tinsel olarak reddeden biriydi. Yahudiliğin tapınaktaki rahipler ve yazıcıların ellerinde tinsel heyecanını kaybettiğini gözlemlemişti. Eyüp, Daniel, Vaizler ve Süleymanın Meselleri gibi Yahudiliğe güçlü tinsel aşılar yapmış bir geleneğin de farkındaydı. Ferisiler tapınakta dünyevi bir düzen kurmuşlardı. Yahudiye halkı yoksulluk içinde kıvranırken elinde avcunda olan her şeyi tapınağa akıtıyordu.

İsa’yı tüm diğer peygamberlerden farklılaştıran şey vahiydeki seslenişiydi. Diğer peygamberler aracıydı, tanrısal bilgiyi iletmekle görevliydiler. Ama İsa doğrudan Tanrı adına konuşuyordu. İsa’nın sözünün tanrısal sözden hiçbir farkı yoktu. Üstelik o dünyevi şeyleri elinin tersiyle itiyor ve boş veriyordu. İsa yönetme, hükmetme ihtirasları olan birisi değildi. Ama erdemi ile herkesten farklılaşıyordu. Dostları hâkim sınıf üyeleri de değildi. Sıradan insanlar ve İsrailoğullarının en dibinde yaşayanlar etrafında toplanmıştı. Hâkim sınıflar ile bütünleşmiş Yahudilik karşısında herkesin yüreğine seslenmesini bilen biriydi. İsa insanoğlundan biri gibi değil doğrudan Tanrısal kelamın içinden konuşuyordu. Sözünün etkili olmasının nedeni de buydu. Kendini bir topluluk, kavim ve halk ile de sınırlamıyor davetini herkese çıkartıyordu. Vahyin gücü vahiy sahibinin babayı sevgi ile özdeş kılmasından geliyordu. Baba İsa imgesine sahip biriydi. Kin gütmüyor, cezalandırmıyor ve insanoğlu için sadece üzülüyordu. İsa tanrısına onları affetmesini, bağışlamasını ve bu uğurda gerekirse can vermeye hazır olduğunu bildiriyordu. İsa’nın tanrısı yönetme derdi olmayan, siyasi ihtiraslarından vazgeçmiş bilge bir tanrıydı.