Türkiye’nin kuruluş döneminde kutlanan bayramlar tarihsel ve kültürel anlamlar içermekteydi.
Bu bayramların hem tarihi kökleri vardı hem de geleceğin inşasında önemli anlamlar taşırdı.
Kabotaj Bayramı’ndan Ağaç Bayramı’na kadar… (Bayramların listesini ayrıca yayınlayacağım)
BAĞIMSIZLIĞA BEDEL ÖDEYENLER
Adana’da her yıl 21 Temmuz’da Montrö bayramı kutlanırdı.
O dönemlerde Adana’da yaşayanların tamamı bu topraklar için nasıl bedel ödendiğini bilen kimselerdi. Kimin babası, evladı, dedesi veya başka bir akrabası şehit iken, kimin kendisi ve yakınları bilfiil savaşa katılmış gazilerdi.
“Bu topraklar için bu topraklara düşmüş olanların” yakınları idi.
Bağımsızlığın, özgür üretim yapmanın, yolda korkusuz ve serbestçe yürümenin, güvenlik içinde olmanın ne demek olduğunu bilenlerdi.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanımları olan Lozan’ı, Cumhuriyeti, Kabotaj Hakkını, Montrö Sözleşmesinin ne demek olduğunu bilen insanlardı.
HALK BİLİNÇLİYDİ
Bu açıdan İsviçre’nin Montrö şehrinde yapılan görüşmeler, saat be saat, bütün Türkiye’de olduğu gibi Adana’dan da izleniyordu.
“Şu an imzalanmak an meselesi…”
“Delegeler, Montrö Palas oteline geldiler…”
“Salonda masalar at nalı şeklinde dizilidir… Tam ortasında Avustralya Murahhası Burus’e ayrılmıştır…”
Bir milli maçın kahvelerde izlenmesi gibi bütün hareketler gözleniyordu. Halk konunun bilincindeydi, şehrin ileri gelenleri, kahve kahve dolaşıp, Monrö Sözleşmesi’nin Türkiye için ne demek olduğunu anlatıyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla, bilenler ilmeyenlere anlatıyordu. Halkevi başta olmak üzere Valilik, Belediye ve resmi kurumların müdürleri, en ücra kahveler kadar gidip halka konu hakkında bilgi veriyorlardı.
Ve nihayet, 21 Temmuz 1936 tarihinde gece saat 23.30’da sözleşme imzalanmıştır.
ZAFER KİŞİLERE DEĞİL MİLLETE MAL EDİLDİ
Sözleşme gece 23.30’da imzalanmıştır ama İçişleri Bakanlığı, sabahı beklememiş, Adana Valiliğine bir telgraf çekmiştir:
“Boğazlar Mukavelenamesinin imzalandığı haberini şimdi, 23.30’da telefonla aldım. Tebşir eyler ve Türk Milletini bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik etmenizi rica ederim…
Dâhiliye Vekili ve
CHP Genel Sekreteri
Şükrü Kaya…”
Dikkat edin böyle bir başarı Mustafa Kemal Atatürk veya imzayı atanlara değil, direk millete mal ediliyor…
ADANA’DA BAYRAM
Hemen o gece Adana’da bir bayram programı yapılıyor;
*21 Temmuz 1936 Salı günü, resmi ve hususi binalar, meydanlar, nakil vasıtaları, bayraklarla donatılıyor ve gece ışıkla aydınlatılıyor.
*Atatürk Parkı’nın karşısındaki boş alanda Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Hükümetine “şükran borcunu sunmak” amacıyla bir miting tertip ediliyor.
*Halkevi salonlarında konu hakkında konferanslar tertip ediliyor.
*Konferansların ardından, Halkevi bahçesinden hareket eden fener alayı, Saat Kulesi, belediye ve asfalt caddeden geçerek anıtı selamlıyor, vali konağı caddesinden set boyu giderek, halkın coşkun alkışları eşliğinde Adana’yı dolaşıyor…”
KONUŞMAMIZ GEREKENLER
Montrö Sözleşmesinin, - düşmanlarımız tarafından değil – ülkemizi yönetenler tarafından tartışmaya açılması, tarihe “diplomatik körlük olarak” geçecektir. Neyse ki, gelişen olaylar, körlük içinde olanların gözlerini açtı.
Ben bu körlüğü değil de en az bunun kadar önemli bir konuyu tartışmak istiyorum: İmzalandığında eli patlayana kadar alkışlayıp bayram yapan halkımız, Montrö tartışmaya açılınca neden sessiz kaldı?
Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin boğazlardaki egemenlik hakkının, dünyaca kabul edildiğinin bir belgesidir. Dolaysız egemenlik hakkımızın tecellisidir.
Sözleşme imzalandığında halkımız egemenlik hakkının bilincindeydi. Bu hakkı elde etmek için çekilen acılar tazeydi.
Peki, biz egemenlik hakkının bunca değerli olduğunu nasıl unuttuk? Ya da nasıl unutturulduk?
Bu konuda yanılmış olmak istiyorum.
Türkiye’nin dört bir tarafı, namluları ülkemize yönelik füzeler tarafından sarılmıştır. Bu gün Rusya’nın Ukrayna ile değil de ABD ile savaştığını görmemek egemenlik hakkını kavramamak demektir. ABD, Ukrayna üzerinden Rusya’yı yenerse, sonraki hedefinin Türkiye olduğunu görmemek başlı başına bir körlüktür. Eğer bu körlük değilse daha kötü…
Bağımsızlık, egemenlik hakkının ne olduğunu kavramak ile korunur. Bu konuda halkın bilincini yok eden eğitim sistemi, Türkiye’yi buğdaya muhtaç etmiştir.
Çünkü halkımız toprağın peşinde olmak yerine binaların peşine düşmüştür. Oysa egemenlik hakkı elinizde olmayan bir toprağın üzerine diktiğiniz bina da size ait değildir.
Egemenlik hakkı konusunda duyarsızlığımız arttıkça bunu yeniden kazanmak için ödeyeceğimiz bedel o denli ağır olacaktır.
Şimdi “izm”lerin rafa kaldırılma zamanıdır.
Şimdi en büyük “İzm” Türkiye’dir, Türkiye’nin güvenliğidir, Türkiye’nin egemenlik hakkıdır.
Montrö bana bunları çağrıştırdı.