Bu topraklara mahsus burjuva devrimi en köklü adımlarını hukuk alanında atmıştı. Cumhuriyetin en radikal evresi olarak bilinen 23 ile 27 arasında atılan adımların büyük bölümü hukuk alanına yönelikti. Başta Medeni Kanun olmak üzere atılan adımlar burjuva toplumsal ilişkilerin önünü açmayı hedefliyordu. Kemalist devrim olarak bilinen şey son tahlilde bir burjuva devrimi idi. Gerçekleştiği topraklar 1.Dünya Savaşı'nın sonuna gelinceye kadar kapitalizm-öncesi bir toplumsal formasyona sahipti.
1.Cihan harbi Avrupa'nın belli başlı üç büyük imparatorluğunu tarihe havale etti. Bunlar Habsburg hanedanının yönettiği Avusturya- Macaristan, Romanofların hakimiyetindeki çarlık Rusya'sı ile Osmanoğulları sülalesinin 600 yıldır egemenliğinde olan Osmanlı İmparatorluğuydu. Her üç imparatorlukta tarımsal temelli feodal imparatorluklardı. Varlıkları burjuva toplumsal ilişkilerin gelişmesi önünde birer ayak bağına dönüşmüştü. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu savaşın çok öncesinde neredeyse bağımsız iki ayrı devlet haline gelmişti. Savaş bu durumu netleştirdi. Avusturya toplumsal sarsıntılara rağmen burjuva kapitalist bir devlet olarak varlığını sürdürmeye devam ederken Macaristan 1919 yılında konseyler deneyimini yaşayacaktı. Bela Kun liderliğindeki Macaristan Komünist Partisi 1919'da bir ayaklanma ile iktidarı ele geçirecek ömrü ancak altı ay sürecekti. İki savaş arasında bu ülke askeri bir diktatörlükle yönetilecekti. Ama savaş Habsburg hanedanına bir kez son vermişti.
Çarlık Rusya'sı da diğerleri gibi savaşın kaybedenleri arasında yer alıyordu. Dünyanın en büyük ülkesini üç asırdır Romanoflar olarak bilinen sülale yönetiyordu. 1917 Şubat devrimi hanedanın egemenliğine son verdi. Şubat da gerçekleşen bir burjuva devrimi idi ve Kerenski'nin Başbakanlığında Anayasal Demokratlar ile sağ Menşevikleri iktidara getirmişti. Rus burjuvazisi Çarın koltuk değneği altında yaşamaya alıştığından iktidarı çekip çevirebilecek bir güce ve olgunluğa sahip değildi. Lenin bunu daha 1903 yılında öngörmüş ve çalışmalarını kesintisiz devrim stratejisi doğrultusunda yürütmüştü. Şubat da yaşanılan bir burjuva devrimiydi ve toplumsal huzursuzluk bir proleter devrimine gebeydi. Bolşevikler gregoryen takvimine göre 17 Ekim'de ustaca bir ayaklanma ile iktidarı ellerine aldılar. Devrim ancak iç savaştan geçtikten sonra ayağını yere sağlam basabilecekti. Çarlık Rusya'sı burjuva devrimini doğru dürüst yaşamadan proletarya ile bağlaşığı olan yoksul köylülüğün desteği ile bir işçi iktidarına dönüşecek ve hiçbir milliyetin adının bile anılmadığı bir ülke Sovyet Cumhuriyeti doğacaktı.
Osmanlıda kaybettiği toprakları tekrar geri almak umudu ile yani emperyalist niyetlerle 1.Cihan harbine girmişti. Dolayısıyla İttihatçıların yönettiği Osmanlı devleti savaşın mağduru olmadığı gibi koltuk değneği olduğu Almanların desteği ile kazanan tarafta olma düşleri kuruyordu. Osmanlı ordusunun kurmaylığını Alman subayları üstlendiği gibi tüm savaş stratejisi de Almanların işini kolaylaştırmak üzerine kurgulanmıştı. Her türlüsünden resmi tarih, Osmanlı devleti açısından bilinmesi gerekli bu en basit gerçekleri bile çarpıtma konusunda tam bir mutabakat halindedir. Halbuki emperyalist bir karaktere sahip olmayan Osmanlı devletinin savaşa girmesi emperyalist arzularının bir sonucuydu. Kapitalizm öncesi bir toplumsal formasyona sahip olan Osmanlıya ancak bu düzeyde emperyalist sıfatını yakıştırabiliriz. İttifak halinde olduğu ve ordusunun kurmaylığını terk ettiği Almanlar ise emperyalistler arasındaki yarışa sonradan dahil olmuş geç emperyalist bir devletti. Osmanlı ise sırtını böylesi bir emperyalist güce yaslayarak teritoryal olarak toprak genişletmek isteyen bir ülkedir.
Milli mücadelenin önderliğini yoğun bir iç savaş sonucunda ele geçirmiş olan Mustafa Kemal ve arkadaşları Osmanlı devletinin tarihi ömrünü tamamladığının artık farkındaydılar. 1.Cihan harbi, kapitalizm öncesi toplumsal formasyonların modern burjuva devletleri karşısında ne siyasi ne askeri ne de diplomatik olarak ayakta kalma şanslarının olmadığını göstermişti. Daha milli mücadelenin hemen başlarında, Amasya tamimi yayınlandığı anda, Mustafa Kemal liderliğindeki hareket 'milletin geleceğinin milletin azim ve kararlığına bağlı olduğunu' ilan etmişti. Daha cumhuriyetin ilanına üç yıl vardı, ama Anadolu topraklarında egemenliğin padişaha ait olmayacağı en yüksek perdeden duyuruluyordu. Eğer egemenlik veraset yoluyla babadan oğula veya hanedanın kendi içinde birinden diğerine devredilmiyor ise; milletin yani saray dışındaki herkesin egemenliğin ortağı olduğu söyleniyorsa bu artık adı konulmamış bir cumhuriyetti.
Cumhuriyet 29 Ekim'de ilan edildiğinde egemenliğin kime ait olduğu yönündeki tartışmalar çoktan sona ermişti. Egemenlik halk temsilcilerinden oluşan bir Meclise yani Büyük Millet Meclisine aitti. Cumhuriyetin ilanı ile devletin biçimi netleştirilmiş oluyordu. Kapitalizm öncesi bir toplumsal formasyona sahip olan Osmanlı Devleti İstanbul'un işgali ile zaten emperyalist güçlerin bir uydusu haline gelmişti. Milli mücadele egemenliğin kaynağını saraydan savaş alanlarına taşımıştı. Diğer burjuva devrimlerinde olduğu gibi savaşı Meclis yönetiyor ve egemenliği de o kullanıyordu. İngiliz, Fransız burjuva devrimlerine de Meclis önderlik etmişti. Fransızlar buna konvansiyon diyordu.
Türk devrimi zaman zaman eşiğine gelmiş olsa da bir proleter devrimine dönüşemedi. Bu eşiklerin ne olduğunu tartışmanın yeri burası değil. Komünistlerin tasfiye edildiği, köylülüğün içinde yer almadığı devrim Anadolu burjuvazisinin mührünü taşıyordu. Kemalist liderlik burjuvazinin tarihsel çıkarlarını savunuyordu. Toprak ağaları ve beyleri, Türk ticaret burjuvazisi, Kürt aşiret reisleri, taşrada eşraf, asker ve sivil bürokrasiden oluşan bir iktidar bloku milli mücadeleye önderlik etmişti. Yeni doğan cumhuriyet dünyaya gözlerini burjuvazinin ufkundan açacaktı. Önceliğini de burjuva ilişkilerin önündeki çapakların temizlenmesine verecekti. Yalnız devrimin karizmatik önderi Mustafa Kemal kişisel otoritesi ile radikal kanadı temsil edecek ve onun vizyonu sınırları tayin edecekti. Başta Medeni Hukuk olmak üzere Ticaret ve Borçlar Hukuku alanında seri adımlar atıldı. Medeni Hukuk Türkiye'de çağdaşlaşma olarak bilinen sürecin mantıksal doruk noktasıydı. Ticaret Hukuku kapitalist ilişkilerin güvencesi olan sözleşme özgürlüğü ile şirketler hukukunu düzenliyordu. Borçlar Hukuku mülkiyet hakkını güvenceye aldığı gibi mübadele alanına kapitalist ilişkileri hakim kılıyordu.
Cumhuriyet imrendiği ve kıskandığı Batı'nın hukuksal aklını değil kanunlarını adapte etti. Hukuksal devrimin gerisinde Batı'nın hukuksal aklı yer almıyordu. Geç kalmışlığın ağır baskısı altındaki Cumhuriyet adeta zamanla yarışıyordu. Beklemeye, uzun uzun düşünüp tartışmaya sabrı yoktu. Burjuva ilişkilerin önündeki arkaik gelenekleri, örf ve adetleri ve şeri hukuk kalıntılarını temizlemek konusunda acelesi vardı. Osmanlının Batı kapitalizmine eklemlendiği 19.yüzyıl başlarında itibaren başlayan ve Mecelle ile doruğuna ulaşan ikili hukuk Cumhuriyetle beraber tekleşecek ve Türkiye'yi er geç kapitalist bir ülkeye çevirecekti.