Bu dükkânda her şey hızlıydı, her şey. Her gün, her an yangından mal kaçırır gibi bir telaş ve heyecan ortamı içindeydik. Sallanma, ağırdan alma, uyuşukluk dükkândan içeri giremez, dış kapıdan savuşur gider, gün boyu emir bildiren cümleler zihnimde dans ederdi.
“Koş bir çay söyle!”
”Eksikleri çabuk depodan getir!”
“Şu parayı hemen bozdur da gel!”
“Sen daha gitmedin mi?”
Sadece getir, götür işleri mi hızlıydı? Hayır! Herkes, her şey çok hızlıydı. Şaşıracaksınız ama ortamı bu hale getiren de hiperaktif patronumuzdu. Her şeyin eksiksiz, tam ve çabuk yapılmasını isterdi. Kendisi de öyle miydi diyeceksiniz? Merak ettiyseniz anlatayım.
Patron yetmiş yaşında vardı. Ben İsmail amca derdim, eniştem ise abi derdi. Eniştem, çocukluğundan beri burada çalıştığı için patronun manevi evladı gibiydi. Birbirlerine sarsılmaz bağlarla bağlıydılar. Eniştem de İsmail amcanın tam istediği gibi biriydi diyeceğim ama zaten kendisi onu bu şekilde yetiştirmişti.
Enişteme başka işyerlerinden çok cazip teklifler gelirdi ama o, bu teklifleri kabul etmez, burada daha düşük maaşla çalışmayı sürdürürdü. Sebebini soranlara da “Biz devrim nikâhıyla nikâhlıyız, birbirimizden ayrılamayız.” derdi. Çocukluğundan beri çalıştığı bu yere büyük bir vefa borcu olduğunu söyler, ayrılırsa dükkânın kapanacağını düşünürdü.
Eniştemin de eli ayağı çabuktu ve işleri hızlıydı. Gittiği yerde oyalanmaz, işini çarçabuk bitirir, koşar adım dükkâna dönerdi. Kapı önünde patrondan gizli sigara içmesi bile iki dakikayı geçmezdi. Sigaradan aceleyle birkaç nefes çekip atar, söndürmek için ayağıyla dumanı tüten yarım sigarayı ezer, söndürürdü. Fırsat buldukça sigara yaktığı için de günde iki paket sigara dayanmazdı.
Patron, eniştemi dükkânda görmedi mi, hemen “Ahmet nerede?” diye sorardı. Telaşla kapı önüne bakardım. Göremeyince arkadaki deponun kapısını açar seslenirdim. Işığı yanan tuvaletten, “Burda da mı rahat yok bana?” diye şikâyet eden eniştemin sesini duyardım. O olmadı mı dükkânda işler aksardı. Dükkânda ne var ne yok ondan sorulurdu. Neyin nerede, ne kadar olduğunu, fiyatını bilen bir tek oydu. Siparişleri veren, hazırlayan; işçiyle de işverenle de, ustayla da çırakla da muhatap olan oydu. Patronun dilini de en iyi anlayan yine oydu.
Patronun her şeyi hızlı olduğu gibi konuşması da çok hızlıydı. O kadar hızlı konuşurdu ki anlamakta zorlanır, çoğu zaman enişteme bakar, onun tekrar etmesini beklerdim. Patronun benden istedikleri de çoğunlukla çay, su ve kahve olurdu. Ziyaretçileri hiç eksik olmazdı. Esnaf komşulardan tutun da emniyet müdürüne kadar geleni gideni eksik olmazdı. Ağır misafirlere kahve, sıradan ziyaretçilere çay ikram ederdi. Böyle durumlarda köşedeki çay ocağına bir koşu gider; çayları, kahveleri söyler, oyalanmadan dönerdim. Tezgâhın arkasında, patronun solundaki arkalıksız, yüksek taburede oturur, verilecek talimatları beklerdim.
Yalnız yaşıyordu İsmail amca. Eşini kaybettikten sonra iyice yalnız kalmıştı. Daha güneş doğmadan gelip dükkânının sacdan yapılmış oluklu küçük bir darabasını (kepenk) kaldırır, camlı kapıyı açar, içeriden kilitlerdi. Koca dükkânın bir köşesindeki camlı bölmede namazını kılıp Kur’an okurdu. Daha sonra da eniştem gelip dükkânın bütün darabalarını büyük bir gürültüyle kaldırır ve camlı büyük kapılarını ardına kadar açar, temizliğini yapar, sonra da İsmail amcaya kahvaltı hazırlardı.
Kahvaltılık için nereden ne alınacağını öğrenmiştim. Bir çırpıda Abidinpaşa Caddesine gider, Bebekli Kilise Sokağının başındaki bakkala girerdim. Ekmek, bal ve kaymak alıp dükkâna bırakır, sonra da çay ocağına gidip çayları söylerdim. İsmail amca köşedeki yazıhanesinde kahvaltısını yaparken biz çalışanlar da tezgâh üzerinde müşteriler gelmeden kahvaltımızı alelacele yapardık. Bazen erkenci müşteriler, çoğunlukla da su tesisat ustaları kahvaltımıza dâhil olurdu.
Dükkânda su tesisatıyla ilgili malzemeler satılırdı. Karşımızda aynı işi yapan bir dükkân daha vardı. Bu yüzden işi olmayan su tesisat ustaları, sokağın gölgeli yanlarında vakit geçirirler, ihtiyaç olduğunda onlara iş verilirdi. Ustaların yanı sıra yük taşıyan at arabacılar ve hamallar da günlük nafakalarını çıkarmak için bekleşip dururlardı küçük sokağımızın duvar diplerinde.
Müşteriler enişteme çok güvenir, onun verdiği malzemenin kalitesini sorgulamaz, verdiği fiyata hiç itiraz etmezlerdi. Onun olmadığı bir sırada müşteriye musluk satmaya kalkan muhasebecimiz, müşteriyi bir türlü ikna edemiyordu. Malı satmakta kararlı olan muhasebecimiz, musluğun fiyatını indirdiği hâlde müşteri musluğu almadı. O sırada içeri giren eniştem devreye girip müşteriye musluğu etiket fiyatından satıverdi. Müşterinin öylesine bir güvenini kazanmıştı.
Dükkân, Küçüksaat’teki Yapı Kredi Bankasının karşısında, Melekgirmez’in girişindeydi.
Ortaokulu yeni bitirmiştim. O zamanlar buraya neden Melekgirmez derlerdi, bir türlü anlayamazdım. Toptan ya da perakende satış yapan inşaat, giyim, özellikle de gıda esnafı burada yer alırdı. İç taraftaki esnafın kökenleri daha çok Darende, Niğde ve Kayseri’ye dayanırdı. Yüzleri sakallı, elleri tespihli, ağızları dualıydı. Alışverişlerinde kıyasıya pazarlıklar yapılırdı. Bu pazarlıklar sırasında,
“Allah seni inandırsın, sermayesine veriyorum.”
“Allah biliyor ya, aşağısı kurtarmaz.”
“Yukarıda Allah var, görüyor.” gibi sözlerle sürekli kendilerine yüce Yaradan’ı referans gösterirlerdi. Sonradan bu sözlerin doğruluğundan şüpheler artınca halkın yüksek feraseti, tam bir kara mizahla tepkisini ortaya koymuş ve buraya “Melekgirmez” adını yakıştırmış olabilir mi diye düşünmeden de edemiyordum o zamanlar.
Melekgirmez, bugün de aynı işlevini sürdürüyor. O zamanki esnafın çocukları, torunları daha modern koşullarda sürdürüyorlar babadan kalma mekânlardaki işlerini. Müşteri yoğunluğu kat kat artmış durumda. Bu insan kalabalığı, sokakta yürümeyi zaman zaman zorlaştırıyor olsa da belirgin bir fark göze batıyor. Müşterilerin demografik yapısı değişmiş, iletişim için ikinci, üçüncü bir dil sıkça duyulur olmuş.
Adana’mızın bir dünya kenti olmasa da Ortadoğu’nun merkezi olduğuna sevinelim mi, yoksa bu durum sessiz bir işgalin ayak sesleridir, diyerek üzülelim mi? Bilemedim a dostlar!..
Yorum senin, yorum senin Adanalım!..
Not: Yukarıda anlatmaya çalıştığım ve üzerimde emeği olan değerli eniştem Ahmet Çiçekdemir’i bugün (29.05.2022) son yolculuğuna uğurladık. Ruhu şad, mekânı cennet olsun!..