Tünelden önceki son çıkıştayız. Yalçın Küçük’ün söylediği gibi ‘Yüce Gök’ bize son bir fırsatı daha verdi. Ya bu fırsatı değerlendirip zifiri karanlıktan kurtulacağız ya da Hegel’in dediği gibi ‘kötü sonsuza’ yaptığımız yolculuk devam edecek. Seçimden sonra büyük sınamalarla karşı karşıya kalacağız. Dizginlerini sabırsızlıkla koparmayı bekleyen ekonomi seçimleri bekliyor. Dövizin yukarı doğru fırlaması güçlü olasılık. Sadece nerede sakinleşeceği tartışılıyor. Dövizin şok etkisi yaratarak ipini koparması hayat pahalılığından başka bir sonuç yaratmayacak. Zaten iki yıldır yüksek enflasyon altında yaşıyoruz. Her şeyin fiyatı asgari üç-dört kat artmış. Sabit gelire mahkum olanların bu artışa ayak uydurabilmesi mümkün değil.
Eğer Erdoğan kazanır ise bugünkü durum sürdürebilir olmaktan çıkacak. Çok acil önlemler alınmak zorunda kalınacak. Dokuz ay sonra yerel seçimlerin yapılacağını hesaba kattığımızda karşılaşılacak şokları yumuşatabilmek için dış kaynak girişine ihtiyaç olacak. Bu kaynağın Batı’dan gelmesi için IMF’nin kapısı çalınacak. Eğer bu iş gizli kapaklı olacaksa Batı finans kapitalinin güven duyacağı birinin iş başına getirilmesi gerekecek. Mehmet Şimşek isminin bu kadar yoğun dolaştırılmasının hikmeti burada saklı. Erdoğan Şimşek’in ikna edilmesi halinde işlerin tereyağından kıl çeker gibi yoluna girebileceğini hesaplıyor.
Şimşek kontrollü bir ekonomiye geçişin risklerini gördüğü için kullanılıp atılmaktan endişe ediyor. İçli dışlı olduğu çevreler Erdoğan’dan kuşkusuz kesin taahhütler talep ediyordur. Erdoğan’ın içine girdiği farklı angajmanlar hesaba katıldığında bu taahhütlerde bulunması zor görünüyor. Bu nedenle Şimşek’den kesin bir cevap alınamıyor. Ekonominin diğer aktörleride çok itibarsızlaştığı için Erdoğan bu yükü üzerinden alacak birine ihtiyaç duyuyor. Ama ne olursa olsun seçimler nedeniyle baskılanan ekonominin frenlerinin boşalacağı ve bugünkünü aratacak bir yıkımın bizi beklediği aşikar. Bu yıkım halkın sırtına yüklenecek. Halk ise kendini savunacak araçlardan yoksun. Seçimin muhalefet tarafından kaybedilmesi umutsuzluğu arttıracak, yılgınlığı yayacak.
Bunlar iktisadi açıdan yaşayacaklarımızın kısa bir dökümü. İktisadi yıkımın yayılma ve toplum karşı bir direnç geliştiremediği taktirde her şeyi çürütme olasılığı çok yüksek. Suç oranlarının artması, çeteleşmenin tırmanması, değerlerin aşınması, birçok mesleğin itibarsızlaşması, orta sınıfın giderek yoksullaşması kader olacak. Kriz dinamiklerine teslim olunduğunda değişime inanç kalmayacak ve karamsarlık toplumun üzerine çökmüş olacak. Ayakta kalabilmek için iktidarın lütfuna sığınılacak. Seçimlerin kaybedilmesi direnci azaltacak ve bir avuç insan direnirken şiddet aygıtlarının hedefi haline gelecek. Batı’dan umduğunu bulamayan iktidar yüzünü diğer güç merkezlerine yöneltecek. Bu ise büyük tavizleri beraberinde getirecek. Bugüne kadar zaten böyle davranıldı.
Medenileşmeden uzaklaşma artan hızla devam edecek. Demokratik değerler yerine sadece ayakta kalmanın geçer akçe olduğu yerde medenileşme pratikleri solmaya başlar. Güce tutunarak, pay kapmaya çalışarak ayakta kalma tek seçenek haline gelir. İktidar Türkiye’yi böyle bir yere taşıdı. Toplum birlikte yaşama ilişkin değerlerini kaybetti. Ahlaken yargılanması, dinen yadırganması, kamu hayatından çıkartılması gereken değerler zincirinden boşanmışçasına her yeri istila ediyor. Bu çok açık ki bir medeniyet kaybı anlamına geliyor. Çünkü insan olarak hayatı sürdürmenin en büyük farkı toplumsal ilişkilere medenileşleşmenin hakim olmasıdır. Temel haklar, otonomi, çoğulculuk, hoşgörü, karşılıklı saygı, erdem, nezaket, mesafe bu pratiklerin ürünüdür. Siyasete kumpasın hakim olduğu, montaj kasetler ile itibar suikastlarının gerçekleştiği ve artık meşru sayıldığı bir siyasal vasattan medenileşme elini çekmiştir. Yitirilen sadece demokrasi değil kültürdür. Bunun yok edildiği yerde siyasetin kamusal yönü artık can çekişmektedir.
Ayıplanması gereken vakalar siyaset alanını ele geçirmişse, montaj kasetlere dayalı bir siyaset geçer akçe halini almışsa ve en yetkili zevatta buna destek vermişse bu yapılana Makyavelizm bile denilemez. Aracın amaçsallaşması demek olan bu kavram aynı zamanda siyasete özerk bir varoluş imkanı da sağlamıştı. Yoksa siyasetin ‘iyiyle’ ilişkisini sadece etik ayakta tutuyordu. Etiğin sunduğu imkan ise çok cılızdı. Ama medenileşme pratikleri toplumsal yaşama girdikçe etikle birlikte bir ikinci kaynak siyaseti kuşatmaya başladı. Medenileşme sivilleşme ve uygarlaşma demekti. Asrileşmek, çağıyla uyumlu olmak, çağın birikimini özümsemekti. Salt bir iktisadi tercihin ötesinde medenileşmeye dair bir sınavda bizleri bekliyor. Çaktığımızda büyük kaybedeceğiz.