Bir süredir farklı çevrelerce Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı münasebeti ile kapsamlı bir affın gündemde olduğu dillendirilmektedir. Toplumun geniş kesimlerinde de bu yönde bir beklenti oluşmuştur. Nitekim başkaca ülkelerin de kendileri için özel anlam ifade eden zamanlarda bu yönteme başvurduğu bilinen bir gerçektir.
Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde af olgusu sık sık gündeme gelmiş, çoğu zaman iktidarların siyasi mülahazalarla bu yönteme başvurdukları görülmüştür. Cumhuriyet tarihi boyunca çıkarılan af yasaları incelendiğinde devletin kendisine karşı işlenen suçları ekseriyetle af kapsamı dışında tuttuğu, esasında af yetkisinin mağdurda olduğu adli suçlar için ise bu yöntemi sıklıkla benimsediği görülmektedir.
Uzun süredir dillendirdiğimiz üzere af yetkisi ancak suçun mağduruna ait bir yetkidir. Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda affı tartışma konusu dahi yapmazken, kişilere karşı işlenen suçlar yönünde bugüne kadar olabildiğince cömert davranmış, üstelik bunu adaletin tesisi kaygısı ile değil; cezaevlerinin dolması sebebiyle ve çoğu kez de oy kaygısı ile yapmıştır.
15 Nisan 2020 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanan 7242 sayılı yasa ile istisna olarak sayılan suçlar haricinde cezaların infazında koşullu salıverilme süresi 1/2 olarak değiştirilmiş, bu suçlar yönünden denetimli serbestlik süresi 1 yıldan 3 yıla çıkarılmış, açık cezaevine ayrılma şartlarında hükümlüler lehine düzenleme yapılmış ve son olarak Covid-19 nedeniyle de 31 Temmuz 2023 tarihine kadar açık ceza infaz kurumlarında tutulan hükümlüler herhangi bir denetime tabi tutulmaksızın izinli sayılmışlardır.
Son olarak 15 Temmuz 2023 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanan 7456 sayılı yasanın 15. maddesiyle infaz düzenlemesinin kapsamı genişletilmiştir. Buna göre Covid-19 kapsamında izinde bulunan hükümlülerin denetimli serbestlik tedbirine 5 yıl ve daha az kalanların denetimli serbestlik uygulamasından yararlanması sağlanmış, Türk Ceza Kanununun (TCK) 302-339. maddelerinde sayılan Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar, Milli Savunmaya Karşı Suçlar ve Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk suçları, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar hariç olmak üzere 31 Temmuz 2023 tarihi itibariyle hükümlü olarak kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin 3 yıllık denetimli serbestlikten erken yararlanmaları sağlanmıştır. Bu yasada istisna suçlar oldukça sınırlandırılmış, kasten öldürme suçları, neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış yaralama, özel hayata karşı suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ve uyuşturucu suçları da istisna suçlar arasından çıkarılmış ve bu suçlar yönünden de denetimli serbestliğin 4 yıl uygulanması imkânı sağlanmıştır.
Son düzenleme ile TCK’nın ilgili maddeleri ile tanımlanan ve “siyasi suç” olarak ifade edilen suçlar yine kapsam dışı bırakılmıştır. Her ne kadar son düzenleme teknik olarak “denetimli serbestlik” olarak ifade edilse de denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilenler yönünden suçların infazından vazgeçildiği; dolayısıyla bu düzenlemenin de bir af niteliğinde olduğu ortadadır.
7242 sayılı yasada hariç tutulan ancak 7456 sayılı yasada hariç tutulmayan suçlar yönünden de denetimli serbestliğin 4 yıl olarak uygulanmasına karar verilerek istisna suçların kapsamı genişletilmesine rağmen bir çoğu soyut isnatlara dayanan silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu, terör örgütü üyeliğinden ve bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar, silahlı terör örgütüne yardım etme, silahlı terör örgütü propagandası yapma suçlarından yargılananlar yönünden ise herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu suçlar yönünden koşullu salıverilme süresi halen 3/4 olarak uygulanmaktadır ve denetimli serbestlik tedbiri ise sadece 1 yıl ile sınırlıdır. Üstelik son yıllarda özellikle siyasi mahpuslar yönünden siyasi saiklerle verilen “iyi halli değildir” raporları ile bu mahpusların denetimli serbestlikten hatta şartlı tahliyeden yararlanma imkanları da engellenmektedir.
Birçok suç infaz affı kapsamına alınmasına rağmen siyasi suçların kapsam dışında tutulması eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi toplumsal vicdanı zedelemekte ve adalet duygusunu köreltmektedir.
Siyasi suçlar, ekseriyetle üzerinde tam bir mutabakatın olmadığı, net bir tanımının yapılamadığı, sübjektif, zamana, zemine ve algılara göre değişen suçlardır. “Siyasi suç” ve “siyasi suçlu” kavramları ya da bu suçlarla itham edilenler iktidarlara, zamana ve konjonktüre göre değişiklik göstermektedir. Geçmişte 28 Şubat gibi yakıcı ve yıkıcı bir süreçte birçok inançlı insan, cemaat ve grup mensubu resmî ideolojinin dayattığı yaşam biçimin kabul etmediği veyahut o dönemin muktedirlerince makbul vatandaş olarak görülmedikleri için fikir ve düşüncelerinden dolayı yargılanmış ve hapsedilmiştir.
MAZLUMDER tarafından o dönemin brifingli yargı kararları ile yargılanıp mahkûm edilen insanların yeniden yargılanabilmeleri için uzun süreli bir kampanya yürütülmüştür. Bir kısmı ile ilgili olumlu sonuçlar alınmış olsa da halen cezaevinde olan ve bedel ödeyenler mevcuttur.
Sonrasında gerek devletin yürütme organına bağlı kurum ve kuruluşların karar ve eylemleri, gerek HSK ihraç kararları, gerekse 15 Temmuz darbe girişimi sonrası verilen yargı kararlarında bizzat devlet tarafından kabul edilen 2000’li yılların ortalarından itibaren gündeme gelen paralel yargı süreçlerinde de on binlerce yargılama yapılmış cezalar verilmiştir. Doğru ya da yanlış devletin örgütçü dediği kişilerin başkalarını örgütçü olarak yargıladığı ve ceza verdiği bu dosyalarda yeniden yargılama talepleri bazı istisnalar dışında reddedilmiştir.
Aynı şekilde 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrası birçok insan günün şartlarında legal sayılan birtakım faaliyetleri nedeniyle örgüt üyesi sıfatı ile yargılanmış ve darbenin oluşturduğu öfke ortamında alelacele cezalandırılmıştır. OHAL döneminde birçok kamu görevlisi haklarında verilmiş herhangi bir hüküm olmadığı halde KHK’larla hukuk düzenine sokulan “irtibat” ve “iltisak” gibi soyut isnatlarla kamu görevlerinden ihraç edilmişlerdir. Bu kişiler arasında halen görevlerine dönüş bekleyenler vardır.
Devletin ve devleti yönetenlerin asli görevi toplumsal huzur ve barışı sağlamaktır. Devlet vatandaşlarına karşı kin gütmeyeceği gibi öç alma saiki ile de hareket edemez.
GELİNEN NOKTADA DEVLETE HALKI İLE BARIŞMA ÇAĞRISI YAPIYORUZ.
MAZLUMDER olarak:
- Başta 20-30 yıldır cezaevlerinde tutulan 28 Şubat siyasi mahpusları olmak üzere sırf siyasi fikir ve düşüncelerinden dolayı yargılanıp mahkûm edilen tüm siyasi mahpusların affı yönünde genel bir yasal düzenleme yapılmasının hukuki ve vicdani bir sorumluluk, aynı zamanda bir mecburiyet olduğunu hatırlatıyoruz.
- Paralel yargı süreçlerinde, sonradan örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle ihraç edilen hakimler tarafından cezalandırılan siyasi ya da adli fark etmeksizin bütün mahpusların yeniden yargılanma hakkı vardır. Bu hak ya bir an önce tanınmalı ya da affın kapsamına dahil edilerek devletin kusuru sivil insanlara yükletilmemelidir.
- 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan yargılamalarla mahkûm edilen kişiler yönünden yeniden yargılama yolunun açılması gerektiğini, özellikle haklarında mahkûmiyet kararı olmadığı halde idarenin veya üst amirin takdir ve değerlendirmeleri sonucu irtibat ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle görevlerinden ihraç edilen kişilere yönelik düzenleme yapılarak, bu kişilerin görevlerine dönüşlerinin sağlanmasının hukuki bir sorumluluk olduğunu vurguluyoruz.