Weber ideal politikacı için şu üç unsuru şart koşar: hırs, sorumluluk duygusu ve denge. İdeal bir politikacı olabilmek için bu üç unsurun özel bir bileşimine ve kararlı bir dengesine ihtiyaç vardır. Hırstan kasıt bir davaya, ideale, gayeye tutkuyla bağlanmaktır. Politikacının eylemine şahsi hırsları değil onu içine alan bir hedef yön vermelidir. Bu hedef mutlaka toplumsal olmalıdır. Özel bir zümrenin, tabakanın, çevrenin çıkarı olmamalıdır. Politika gibi ağır ve yorucu bir eylemi ancak hırslı insanlar sürdürebilir. Bu hırs kendi içinde öz güveni, kararlılığı, yönetme isteğini ve bazılarında olduğu gibi özel yetilere sahip olduğu duygusunu taşıyabilir. Politika gibi meşakkatli bir işle uğraşanlarda yönetme isteği çok güçlüdür. Bu istek sizi diğerlerinden bir adım öne çıkartır. Bu duygunun kalıcı olarak yerleşmediği birisinin politik eylemi sürdürebilmesi imkansızdır. Çünkü hayat bu faaliyeti sekteye uğratacak bir dolu sürprizi politikayla uğraşan kişinin karşısına biteviye çıkartır. Her defasında yılmamak, tekrar başlamak ve devam etmek gerekir.
Bir davaya adanmışlık politikacı olmak için yeterli değildir. İnandığınız davanın uzağına düşmekten sürekli kaçınmanız gerekir. Politikada uzun soluklu, kalıcı olunamamanın en önemli nedenlerinden birisi budur. Ya dava flulaşmaya, gözden uzaklaşmaya, bir ufuk çizgisi olmaktan çıkmaya başlar ya da tutkular, hırslar kişisel bir mahiyet edinir. Bunun kararlı bir dengesine ihtiyaç vardır. Politikayı kim için, kimler için yaptığınızın bir an olsun gözden uzak tutulmaması gereklidir. Bu çizgi kaybolmaya, aşınmaya başladığı anda şahsi hırsınızla başbaşa kalmışsınız demektir. Bu yanılgıya, gaflete düşmemek için politikacının gerçekleri, olayları ve kendi özel psikolojisini sakin bir biçimde çözümlemeye ihtiyacı vardır.
Bir politikacının bunu başarabilmesi çok kolay değildir. Etrafı ona inanmış, güvenmiş ve ikballerini bağlamış insanlarla çevrili politikacının bu özgül dengeyi kurabilmesi için güçlü bir psişik dünyaya, rasyonel muhakemeye ve kendini kontrol etme yetisine sahip olması gereklidir. Kişiliğini bütünleyememiş, kendini çözümleyememiş, maddi ve tinsel zaafları ile yüzleşememiş bir politikacının bu dengeyi kurabilmesi mümkün olmayacaktır. Mesafe duygusu, temkinlilik medenileşme pratiğinin ürettiği bir özelliktir. Senli benlilik, cana yakınlık ve sıcaklık politikacının meziyetleri arasında sayılabilir. Pekçok defa bu özellikler bir politikacı tarafından bir tekniğe, jeste de dönüştürülmüş olabilir. Çünkü artık politikada birçok sektörü içine alan bir sanayiye dönüşmüş vaziyette. Bir politikacı metin yazarları, iletişim uzmanları, moda stilistleri kısaca bir uzmanlar ordusu ile çalışıyor artık. Attığı her adım, söylediği her söz özel bir kurgunun ürünü.
Onun için politikacı olaylar ve insanlarla arasına sürekli bir ‘mesafe’ çekmelidir. Bu mesafenin yerleştiği politikacılar iç dünyaları geniş olanlardır. Weber ‘mesafeli olamamanın’ bir politikacı için ölümcül günahlardan olduğunu söyler. Sıcaklık, mesafesizlik anlık kararlara, anlık tepki ve jestlere dönüşür. Bu tavırlar belki politikacının taraftarlarının, seçmenlerinin beğenisinide kazanabilir. Ama bir huya, alışkanlığa dönüştüğünde düzgün kararlar alabilmekten alıkoyar. Son tahlilde sonu ucuz bir popülizme kadar varabilir. Altın oranı, dengeyi her defasında yakalayabilmek politikacının ferasetine, yeteneğine kalmıştır. İçgüdüleri, sezgileri ve zekası ile bu altın dengeyi yakalayacak olan kendisidir.
Politikacının gücü her an, her karar alışında bu altın oranı yakalamasına bağlıdır. Davaya bağlı bir hırs, gelişmiş bir sorumluluk duygusu ve tüm bunları tamamlayan bir denge hali. Bu nedenlerle politikacı tıpkı bir vahşi hayvanın uzun çabalar sonucunda evcilleştirilmesi örneğinde olduğu gibi ruhunu evcileştirmeyi, ona elastikiyet kazandırabilmeyi öğrenmelidir. Politikacının düşmanı aslında kendi içinde gizlenmiştir. O nedenle politikacıyı kimse değil, ancak kendisi yok edebilir denilmiştir. Halk bilgeliği politikanın bu yönünü siyaset bilimi meslek edinmişlerden çok daha iyi kavramıştır. Kendine mesafe koyamamanın, ona dışarıdan birisi gibi bakamamanın bir politikacıda yaratacağı en büyük hasar kibir ve kendini beğenmişliktir.
Kendini beğenmişlik, kendini önemseme başlı başına kötü bir huy değildir. İnsan böyle bir duyguya sahip olmasaydı birçok şeyde başarılamazdı. Başarılmış pekçok işin ardında o işe kendini vakfetmiş, kendini önemsemiş, yapacağım duygusuna inanmış insanların meziyetleri vardır. Bir bilim insanında bu özellik başarıya giden yolun anahtarını verir. Fakat Weber’e göre politikacıda bir huy haline geldiği anda ölümcül bir günaha bulaşmış olur. Onun durumu çok farklı, çok özgüldür. Şöyle der “ ama politikacının mesleğinin yüce esprisine karşı günah işlemesi, iktidar için yaptığı mücadelenin nesnel olmaktan çıkıp salt kişisel sarhoşluğa dönüştüğü ve davanın hizmetine girmekle ilgisinin kalmadığı noktada başlar “.
Politikacının günahı Weber’e göre iki yerde başlar: ilki nesnellikten yoksunluk diğeri sorumsuzluktur. Nesnellikle bağlarını koparmış politikacıyı ölümcül bir son beklemektedir. Kibri onu nesnelliğin üzerine çıkartmıştır. Nesnellikle bağları kopmuştur. Bir politikacıyı bu duruma güce fazla angaje olması ve etrafında bulunanların goygoyculardan ibaret olması sürükler. Kendini çok beğenen, her şeyi kendine mal eden, ayakları yerden kesilen politikacı önce nesnellikten uzaklaşır sonrasında ise keyfi kararlar almaya başlar. İktidar hiyeroğlifini doğru okumaktan giderek uzaklaşır. Kendini aldatıcı, geçici bir dünyanın parlaklığına bırakır.
Politika iktidarı elde etmek, elde edilen iktidar aracılıyla davaya, gayeye, ideale hizmet etmek ise siyasal yozlaşma ve çürüme bunlardan uzaklaşma ile başlar. İktidarla övünme, onu kutsama beraberinde şımarıklığı, düşkünleşmeyi getirir. Değerden, ilkeden, idealden mahrum bir güç sahiplerini mutlak anlamda yozlaştırır. Politikacıyı bir demagoga, algı manipülatörü haline getirir. Güce tapınanların iç dünyası yoksullaşır, fukaralaşır adeta bir çöle döner. İktidar sarhoşluğu beraberinde gerçek bir güçsüzleşmeyi, etrafına güvensizliği getirir. Kendilerinden başka kimseye güven duymaz olurlar. Etraflarındaki yetenekli insanları uzaklaştırıp goygoyculardan bir duvar örerler. Düşüşleri her şeyden daha trajik olur.