İnsanın sevdiği yazarlar vardır. Adeta yazdıklarına bağımlı olmuşsunuzdur. İşe güce ara verir, elinizdekileri bir kenara bırakır, ne yazmışlarsa karşınıza alır, ilgilenirsiniz. Musevi kökenli Arjantinli yazar Alberto Manguel benim için böyle yazarlardan biridir. Manguel Türkiye’de Okumanın Tarihi’ kitabı ile tanındı. Aslında Manguel dünya çapındaki ününü bu kitaba borçluydu. Yazara haklı bir tanınırlık ve şöhret kazandıran bu kitap 35 ülkede yayınlandı. Kitabın tarihi üzerine papirüslerden başlayarak çokça çalışma yapılmıştı, ama okuma edimi üzerine çalışmalar yok düzeyindeydi. Okuma ediminin başlangıcı, ilk nerede ortaya çıktığı, okuma prosedürleri ve okur tipleri kitabın ilgilendiği konulardı. Manguel kitabı belgesel haline de getirdi. Sonra Okumanın Okuması’nı da yayınladı.
Manguel’in yalnızca yazdıkları değil kütüphanesi de geniş bir ilgi gördü. Dile kolay 40 bin kitaplık büyük bir kütüphaneye sahipti. Manguel birkaç kitabını da kendi şahsi kütüphanesine ayırdı. Her kitap tutkunu için kütüphanesi bir tapınaktan, mabetten farklı değildir. İnsan en huzurlu, keyifli saatlerini orada geçirir. İlk kütüphanesini Fransız taşrasında bir papaz evinde bira araya getiren Manguel burada kitaplarıyla geçirdiği 15 yılı hayatının en mutlu dönemi olarak anlatır. Kitap tutkunu için kütüphanede geçirdiği saatler ibadetten farksızdır. Kutluluğu, mutluluğu, huzur ve dinginliği orada bulur. Manguel de kitapların kendisi için hep içine sığındığı, tıpkı anne rahmindeki bebeğin saadetinde olduğu gibi kendine koruyan bir duvar bir kabuk olduğunu söyler. Kitap bizi saldırılardan, dünyanın gürültüsünden bağışık tutan ve sarıp sarmalayan bir koza bir kabuk gibidir. Descartes kütüphanesine en şık kostümleri ile girermiş. Ömrünü büyük bölümünü birleşik eyaletler veya deniz altı ülke olarak bilinen bugünkü Hollanda’da şatolarda geçiren filozof için demek kütüphanesi aynı zamanda bir ritüelin de gerçekleştiği mekânmış.
Fransız bürokrasisinin sıkıcı titizliği nedeniyle Manguel bir papaz evinin ahırından dönüştürdüğü kütüphanesinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Kitaplarını büyük bir şilebe yükleyerek Kanada’ya göndermişti. Kitaplar yüzlerce kolinin içerisinde, bir depoda yeniden aydınlığa çıkacakları, tüm sadakatini kendilerinden başka her hangi birinden esirgeyen dostlarına kavuşacakları günü bekliyorlardı. Manguel’in ilk gençlik yıllarında âmâlığı nedeniyle okumalarını yaptığı üstadı Borges öykülerinden birinde dünya bir kitaba dönüşmeli dileğinde bulunmamış mıydı? Polonyalı kont bütün servetini şatosu da dâhil koleksiyonerliğini yaptığı kitaplara adayıp sıfırı tükettikten sonra bir köy evinde can vermemiş miydi? Manguel yine de şanslı sayılırdı. Uluslararası ününden dolayı Lizbon belediyesi bir sarayı Manguel’in kitaplarına tahsis edecekti. Manguel’de okuma ağırlıklı oluşturduğu kütüphanesinden ayrılmayacak başına geçecekti.
Manguel okuma edimi üzerine düşünen, kitapları kitaplarının ana malzemesi haline getirmiş bir yazar değil sadece. Birkaç dil bilen, öyküler ve romanlar yazan, antolojiler hazırlayan, fantastik edebiyatla da yakından ilgilenen ve bu geniş merakını bizden Tanpınar’a kadar genişleten biri aynı zamanda. Ayrıca çok iyi bir Dante ve Homeros uzmanı olduğunu söyleyebiliriz. Hayatta geç kalmışlıklarıma hayıflanırdım. Ne de olsa her şeye geç kalmış bir ülkenin evladıydım. Ülken’in dediği gibi geç kalmışlık ve pratikçilik çok şeyden yoksun bırakmıştı bizi. Ama Manguel’i okuyunca kendimi teselli edecek şeylere rastladım. Manguel ancak 50 yaşına geldiğinde kendini bir parça bilge biri gibi görmeye başladığı söylüyor. Dante ile tanışmasını ise daha geç bir tarihe konumlandırıyor. İlk Dante okumalarını yapmak için 60’ını beklemiş Manguel. Ama Dante hayatına girdikten sonra elinden bırakmamış onu. Manguel Dante için ‘Merak’ı yazdı. İlahi Komedya’da Araf’ın beşinci veya altıncı katında birbirinden ayrılıncaya kadar kendisine eşlik eden ustası Vergilius’e Dante her şeyi sorar. Çünkü her şeyi merak etmektedir. Benim iki defa okuduğum ‘Merak’ Dante’nin merakını sorunsallaştırır. Manguel 60’ında Dante ile karşılaştıktan sonra İlahi Komedya onun için bir kutsal kitap muamelesi görmeye başlar. Her gün güne İlahi Komedya’dan bir sone okuyarak başladığını ve bunun kendisi için vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüştüğünü söylüyor Manguel. Harold Bloom Shakespeare’in kanonun ta kendisi olduğunu söylemişti. Bir tek Shakespeare’i kurtarmak Batı Kanonu’nu kurtarmak için yeterliydi. Çünkü edebiyatın ölçü ve sınırlarını o belirliyordu. Bloom’a göre Dante Shakespeare’in rakibi olabilecek tek şairdi. Manguel içinde İlahi Komedya kitabı Mukaddes ile eşdeğer bir kitaptır. Bunu söyleyen kişinin bir Musevi olduğunu da hatırlatmak isterim.
Manguel okumak bu nedenle hem bilgilendiricidir hem de keyiflidir. Kitaplara, okumaya dair çok şey öğrenirsiniz ondan. Manguel bizi sıkmaz, bilgisi ile bunaltmaz sadece merakımızı kamçılar ve bizi daha çok öğrenmek konusunda ayartır. Zaten iyi edebiyatında kendi iç yasalarına göre ilerlemesi gerektiğini, bunun dışına çıktığı anda sıkıcılaşacağını söyler. En iyi yazar edebiyatın buyruğu altına giren yazardır. Hiçbir dışsal ölçüyü ona dayatmaz. İyi bir müminin sadece vicdanı yani yüreği ile hareket ettiğinde kategorik buyruğa uygun davranacağını söyleyen Kant gibi Manguel’de iyi edebiyatın, ancak bu buyruğa uyduğunda çıkacağını anımsatır. İyi edebiyat bizi sağaltır, iyileştirir ve yaşama sevinci aşılar. Neşemizi yükselten her şey Spinoza’nın dediği gibi zihnimi de daha işlek hale getirir. Zihin ve beden bir bütündür, birbirlerinden yalıtık değildir. Birbirlerini etkilerler ve etkilenirler.
İşte bu yüzden Manguel’in hiçbir kitabını kaçırmamaya çalışırım. Onda çok fazla teori yoktur, kuramla da arası pek iyi değildir. Zaten kendisi de Bourdieu ya da Derrida okumaktan sıkıldığını söylüyor. Manguel bizi edebiyatın iyileştirici alanına çağırıyor. Ama her edebiyatçının iyi biri olmayacağı, her edebiyat cumhuriyeti mensubunun da iyilikten nasibini almayabileceği konusunda uyarıda bulunuyor. Manguel’e lise yıllarında edebiyatı sevdiren öğretmeni okuldaki yetenekli çocukları askeri diktatörlüğe ihbar eden bir muhbir çıkar. Gecenin Sonuna Yolculuk’un yazarı Celine ise düpedüz bir faşisttir. Faşist bildiriler, broşürler kaleme alacak kadar bu yola saplanmıştır. Ama edebiyatın buyruğunu yerine getirdikten sonra bir faşistte şaheserler yaratabilir. Kuramla arası iyi olmayan biri de Manguel’de olduğu kitapları ile bizi sağaltabilir. O nedenle siz de gündelik hayatın şu sıkıcı halinden kurtulmak istiyorsanız Manguel’e kulak verin derim. İyi edebiyat ile bir yığın ihtiyacınız olan bilgiyi size cömertçe sunacaktır. Bunu yaparken kitaplarla dolu bir hayatın en yaşanılası hayatlardan biri olduğunu da hissettirecektir. Okuma sevgisini aşılanması için kitaplarla bu düzeyde bağlanmış insanlara ihtiyaç var.