Macaristan seçimleri Türkiye'de büyük bir ilgi ile takip edildi. Siyasal sistemler ve liderlikler üzerinden kurulan paralellikler Macaristan seçimlerini her hangi bir seçim olmaktan çıkarmış neredeyse turnusol kağıdı olmaya zorlamıştı. Uzun süredir iktidarda bulunan Victor Orban'ın yenilgisi içerideki umutları arttıracak, geleceğe daha iyimser bakılmasına yol açacaktı. Çünkü Türkiye'de muhalefet adına konuşan çevreler Macaristan seçimlerine böylesi bir anlam yüklemişti. Aslında bu koşutluk sadece Macaristan'a ve seçimlerine özgü de değil. Lİberal demokrasileri asıl tehdit eden unsurun otoriter popülist liderlikler olduğunu iddia eden siyaset bilim literatürü Putin, Orban, Erdoğan, Duerte, Modi, Bolsanaro ve yakın zamana kadar da Trump'ı aynı çerçeve içerisinde değerlendiriyordu.
Buna göre liberal demokrasiler kötü niyetli otoriter popülist liderlerin tehdidi altındaydı. Bu liderler liberal demokrasilerin sunduğu imkanları kullanarak sistemi rayından çıkarıyorlardı. Bunu da toplumsal kutuplaşmayı arttırarak, siyasal gerilimleri yükselterek ve toplumları tam da karpuz gibi ortadan ikiye bölen bir siyasal söylemle yapıyorlardı. Kullandıkları dil saldırgan, maçist, savaşçı ve ayrıştırıcıydı. Toplumların ' kök değerlerine ' tutunarak mutlaka çoğunluğa hedef olarak gösterebilecekleri bir düşman 'öteki' yaratıyorlardı. İktidarı bir askeri darbeyle değil seçimler yoluyla ele geçiriyorlardı. Fakat seçimleri kazandıktan sonra liberal değerlerin kökünü kazımaya başlıyorlar, düşünce ifade özgürlüğü alanını daraltıyorlar, hukuk devletinin çivisini söküyorlar, erkler ayrımını ortadan kaldırıyorlar ve devlette ciddi bir dönüşüm gerçekleştiriyorlardı.
Devlet liberal değerlerden uzaklaşıp güvenlikçi devlet olma yolunda hız kazandıkça toplumun önüne hedef olarak bir takım 'terörist' unsurlar konuyordu. Teröristler devletin güçlenmesini, ülkenin kalkınmasını istemiyorlardı. Bu terörist söylemi bir süre sonra bütün legal muhalefeti içerisine alacak şekilde keyfice genişletiliyordu. Devletin ve toplumun 'kök değerlerini' din ve milliyetçilik oluşturuyordu. Dini ve milli kimliğinden şüphe edilenlerin köklerinin dışarıda olduğu vazediliyor ve muhalefet top yekun şeytanlaştırılma operasyonuna maruz bırakılıyordu. Siyasi kutuplaşma batının liberal değerlerine sadık muhalefet ile ülkenin otantik değerlerinin taşıyıcısı iktidar arasındaydı. Öncelikle güçlü devlet olmak hedefleniyordu, toplumun güçlülüğü ise ancak bunun türevi olabilirdi. Güçlü devlet olunmadan 'bizi' yok etmeye çalışan bu insanlık cangılında ayakta durulamazdı.
Otoriterleşme popülist yöntemleri gerektiriyordu. Siyasal popülizm ancak toplumu biz ve onlar şeklinde bölmekle mümkündü. Siyasal popülizmin hakkını ise sadece 'karizmatik' liderler verebilirdi. Çünkü siyasal karizma için Weber'e göre halk ile lider arasında efsunlu bir ilişkinin kurulması şarttı. Bu ise ya bir savaş kazanmakla ya düşmanları yenilgiye uğratmakla ya da ülkeyi geriletmek isteyen güçler karşısında milletin şefi, reisi , duçesi olmakla sağlanabilirdi.
Victor Orban kaba hatlarını çizdiğimiz 'otoriter popülist' çerçevenin dünya üzerindeki en iyi icracılarından birisi. Üst üste kazandığı seçimlerde bunun zaten göstergesi. Ancak 4 Nisan'da yapılan seçimlerde yakın zamana kadar herkes onun artık kaybedeceğini bekliyordu. Trump'ın kaybetmesi ile başlayan süreç Orban ile devam edecek ve Biden'ın gelmesiyle perdesi açılan liberal demokrasiler kervanına katılımlar artacaktı. Ancak Macaristan seçimleri beklenildiği gibi sonuçlanmadı. Orban'ın karşısındaki ittifak tarihi bir fark yiyerek seçimleri kaybetti. Aradaki fark tam yirmi puan ve seçimler hem muhalefet açısından hem de dışarıda onlara umut bağlayanlar açısından tam bir hayal kırıklığına dönüştü.
Seçimlerle ilgili tartışmalara bakıldığında muhalefetin kaybetmesinin nedeni olarak taktik tercihler ileri sürülüyor. Adayın silikliği, partilerin benzemezliği, seçim sisteminin dar bölge olması, faşist Jobbik partisinin tam da seçimler öncesinde ikiye bölünmesi ve ayrılanların Orban karşıtı ittifak da yer alan bu partinin altını oyması gibi gerekçeler gösteriliyor. Son bir ayda gerilerden gelen Orban'ın öne geçmesi ise 'Ukrayna Savaşına' bağlanıyor. Macaristan bir doğu Avrupa ülkesi ve Ukrayna ile de sınırları bulunuyor. Bundan dolayı Ukrayna Savaşı her ülkeyi ilgilendirdiğinden daha çok alakadar ediyor bu ülkeyi. Muhalefet Biden'ın Rusya'ya yönelik yaptırımları açıklamasıyla birlikte Orban'ın koşulsuz biçimde bu sürece dahil olmasını istedi. Hatta Putin'in yenilmesi için eldeki tüm imkanların seferber edilmesi gerektiğini önerdi. Bu savaşta Ukrayna'yı destekleyen bazı ülkelerin bile daha ilerisinde bir tavırdı. Orban ise daha ılımlı, daha dengeli bir yaklaşım içerisine girdi. Öncesinde Putin ile ilişkileri zaten üst düzeydeydi. Ancak muhalefetin savaş tamtamları çaldığı yerde Orban tam bir barış havariliğine soyundu. Ülkesinin çıkarlarını her şeyin önünde tuttuğunu söyleyerek büyük vatansever pozlarına büründü. Yaptırımlara dahil olmadı, topraklarını savaş için kullandırtmadı. Muhalefetin ucuz, gerçeklerden kopuk politikaları karşısında seçim arifesinde günlerinin sayılı olduğu söylenilen Orban aklıbaşında, mutedil bir devlet adamı havasına büründü. Halbuki Suriye'li sığınmacıların Batı Avrupa'ya geçişinin önünü Macar ovalarında kesen oydu. Sınırlarını dikenli tellerle kapatan, aç sefil insanlara gaddarca davranıp Merkellerin gözüne giren de yine oydu. Kuşkusuz Macar halkının yoksul kesimlerine dağıttığı ulufelerle sağlam bir toplumsal tabanda kazanmıştı. Kendi oligarklarını yaratıp tüm medyayı kontrol altında tutarken Macar asıllı Yahudi banker Soros'un üniversitelerini, vakıflarını, derneklerini kapatıp kendinden önceki doğu Avrupa diktatörlerine özenmekten geri de kalmıyordu. Yoksul halk sınıflarının birikmiş öfke ve hınçları için Soros iyi bir hedefti.
Kuşkusuz Macaristan seçimleri için söylenecek çok şey var. Türkiye içinde çıkartılması gereken çok ders olduğu gibi. Ama bu seçimler şunu göstermiştir ki krizin yarattığı bir semptom olan otoriter popülizmin reçetesi kriz koşullarında asla neoliberalizm, Batı yandaşlığı ve savaş çığırtkanlığı değildir.