Yazı başlığının ilk kısmı Lukacs’a bir göz kırpıyor. Filozof 1933 ve 1949’da ‘ Marx’a Yolculuğum ‘ başlıklı iki yazı yazmıştı. Bu yazılarda Marx’la ilk karşılaşmasından olgunluk dönemine varıncaya kadar yaşadığı etkilenimleri anlatır. Bu yazılara sonra geleceğiz. Atayman Hoca ise yazıların yer aldığı derlemeyi çevirmiş, yayına hazırlamış, baskısı kalmayan, sahaflarda bile bulunamayacak kitaba bir de tanıtıcı önsöz yazmış. Yazıya tercih edilen başlığın nedenleri bunlar. Şimdi sadede gelelim.
Lukacs'la ilk karşılaşmam üniversitenin ilk yıllarında olmuştu. Sosyalist arkadaşlarımızın büyük kısmı teoriyle ilgilenmezlerdi. Vakitlerinin büyük bölümünü havalar iyi olduğunda üniversitenin Süleymani'ye bakan bahçesinde geçirirler soğuduğunda ise kantinlere üşüşürlerdi. Teoriyle ilgilenmemek kitap okumamak anlamına gelmiyordu elbet. Herkesin şiire, edebiyata ve başka şeylere meraklı olduğunu hatırlıyorum. Çok az bir kısmı Nietzsche ve Freud'a merak salmışlardı. Fakültenin ilk yılı sona erdiğinde hukuk okumak da benim gözümde bitmişti. Üniversitenin sert hiyerarşik yapısı içinde akademik bir kariyer yapmayı düşünmüyordum. Hukuk içinde ilgili duyduğum dersler vardı, ancak benim ilgilerim tek bir alanla sınırlı kalacak durumda değildi. Bilginin büyüsüne kapılmıştım şimdi uzun yıllar sonra o büyünün üzerimdeki etkisi hala devam ediyor.
Dar bir devrimci çevreyle temasım olmuştu. Daha doğrusu o çevreden kardeşi olan bir arkadaşım sayesinde onları tanımıştım. Hareketin ileri gelenleri o sırada cezaevlerindeydi. Onlar ise dışarıda yoğun bir okuma pratiği içerisindeydiler ve o dönemde Troskiy'den etkilendiklerini anımsıyorum. Bu tanışıklık okumalarımı Marksizme doğru çevirmeme neden olmuştu. Ama bu ilginin o sıralarda çok derinlere nüfuz ettiğini söyleyemem. Yukarıda söylediğim gibi talebeler sanat ve edebiyatla çok ilgiliydiler. Adam Sanat Dergisi o dönemde ilgiyle takip edilirdi. Bu dergide Mehmet Fuat genel edebiyat yazıları yazar Mehmet H.Doğan ise ağırlıklı olarak şiir incelemeleri yayınlardı. Edebiyatla eserler düzeyinde ilgilenmek yetmiyordu bizzat kendisi üzerine düşünmek gerekiyordu. İşte bu sırada Lukacs okumaları yaptığımı anımsıyorum. Avrupa Gerçekçiliği ile Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamları'nı bu dönemde okudum. Üç ciltlik Estetiğini okumaya gözüm kesmemişti.
Bir yandan da o dönemin en üretken düşünürlerinden olan şimdi maalesef unutuluşa bırakılan Ahmet Oktay'ın her yazdığını takip ediyor ve okuyordum. Ahmet Oktay Lukacs gibi modernist edebiyatı dekadan olarak değerlendirmiyordu. Lukacs için edebiyat on dokuzuncu yüzyıl büyük gerçekçiliği ile sona eriyordu. Kafka, Joyce, Musil ve cümle modernistler çöküşün edebiyatını yapmışlardı. Lukacs'ın modernist edebiyatla ilgili yargıları bunlardı, ama bu sonuçlara ulaşırken büyük bir felsefi, entelektüel birikimin içinden sesleniyordu. Sovyet sosyalist gerçekçilerinin sığlığına asla düşmüyordu.
Ahmet Oktay ise zaten Türkiye'de edebiyattaki ilk modernist atılımın içinde yer almıştı. Her zaman toplumcu gerçekçiliğe yakın olmuştu, ama modernist edebiyata sırtını hiç dönmemişti. Bir dönem Ahmet Arif şiirinden de etkilenmişti. Ahmet Oktay gelmiş geçmiş en çalışkan eleştirmenlerden birisiydi. Geriye çok hacimli, geniş ve kuşatıcı bir külliyat bıraktı. Dil bilmemenin imkansızlıkları içinde bulduğu her kaynağa ulaşarak ilgiyi, incelenmeyi bekleyen bir düşünsel miras devretti. Oktay ' Türkçe'de Lukacs ' başlıklı hacimli bir yazı yayınlamıştı Defter Dergisi'nde öyle hatırlıyorum. Ama Oktay'ın ilgileri de çok genişti ve Lukacs ile Benjamin'i aynı anda alımlayacak bir ufka sahipti. Gençlik yıllarımın en ilgiyle takip ettiğim düşünürüydü. Şairliği, denemeciliği, araştırmacılığı, gazete köşe yazarlığı gibi koltuğunda pek çok iş taşımış ise de asıl olarak bir düşünür olduğuna inanıyorum.
İlk Lukacs okumalarım böylesi bir bağlam içinde gerçekleşmişti. İki kitapla ve diğer okumalarla maluldü. Hukukla ilgimi seyreltince bir ayağımda filoloji ve yabancı diller meslek yüksek okuluna basmaya başlamıştı. Almanca ve İngilizce okutmanlık okuyan iyi arkadaşlarım vardı. Bir kısmı müzikle ve tiyatroyla uğraşırdı. Gelelim Atayman hocayla tanışıklığıma.... Almanca bölümünde okuyan iyi bir arkadaşım Atayman hocayla tanışmama vesile olmuştu. Hoca entelektüel biriydi ve bir meslek okuluna dönüşen okulda çok mutlu görünmüyordu. Kafası çalışan talebelere ilgi duyuyor ve bir şeyler öğretmeye çabalıyordu. Sinamatek kurucularındandı. Muazzam bir sinema birikimine sahipti. Almancasının kusursuz olduğu söylenilirdi. 70'lerin felsefe ve edebiyat dergilerinde yazıları ve çevirileri yayınlanmıştı. Birgün aniden sınıftaki talebelerine gerçekçi edebiyatı anlatmamı istemişti. Hepsi benim yaşlarımda olan ve üstelik bölümleriyle alakası olmayan biri hocanın dersini anlatacaktı. Böylesine talebeye değer veren, alçak gönüllülüğü huy edinmiş zarif birinin ilgisine mazhar olmak hayatta yaşadığım onurlardan biridir. Hoca yanımda, öğrenciler karşımda Lukacs'ı kerteriz alarak gerçekçi edebiyatı ve modernist edebiyatla arasındaki ayrımları konuşmuştuk. Hoca memnun kaldığını ve olduğunu söylemişti dersin sonunda. Amacı muhtemeldir ki akranları ve bölümlerinden olmayan birini öne çıkartarak öğrencilerinin ilgisini arttırmaktı.
Atayman hoca Kocamustafapaşa’da otururdu. Meyhaneye, at yarışlarına ve futbola düşkünlüğü vardı. Metin Kurt en iyi arkadaşlarındandı. Birlikte kitap da yazdılar. Hoca kitaplarını çok geç yayınlamaya başladı. Sinema, popüler kültür ve futbol üzerine çalışmaları yayınlandı. Alan Yayınlarına on kitaplık bir sinema serisi hazırlamıştı. Gelelim Hoca ile Lukacs arasındaki somut bağa. Hoca Türkçe'deki önemli Lukacs çevirmenlerinden biriydi diğerinin Ahmet Cemal olduğunu biliyoruz. Hoca 80 öncesinde bir Lukacs derlemesi yapmış ve Birey ve Toplum başlığıyla Günebakan yayınlarından yayınlamıştı. İkinci Lukacs okumalarım yenilerde başladı. Alan Yayıncılıktan çıkan Lucaks biyoğrasfisinin arka sayfasında yayınevinin yayınlanacaklar sayfasında bir sürprizle karşılaştım. Bugüne kadar hiç dikkatimi çekmemişti. Lukacs ilk yapıtı Ruh ve Biçimler'in Atayman hoca tarafından çevrildiği ve yakında yayınlanacağı müjdesi veriliyordu. Ancak kitabın yayınlamadığını ve Atayman hocayı kaybettiğimizi biliyorum. Şimdi bir yandan hocayı hatırlıyor, anısına minnetimi sunuyor diğer yandan da Lukacs'ın bu ölümsüz eserine ne olduğunu düşünüyorum.