Lezzet Festivali ve Paylaşılamayanlar

Yaşar Erkmen

Çağımızda reklam, tanıtım, ilgi çekme çok önem kazandı. Gün geçmiyor ki bir il, başka bir ilin bir özelliğine, bir değerine sahip çıkmasın. Herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçek, tartışma konusu olabiliyor. Son zamanlardaki tartışma, birbirine komşu üç ilimiz arasında yaşanıyor.

Adana kebabına bir gün Urfa, bir başka gün Gaziantep sahip çıkıyor. Adana boş durur mu? O da kalkıyor çiğköfteyi, lahmacunu sahipleniyor. Bu sevilen ve paylaşılamayan üç yiyecek, üç âşığın ateşli aşkı karşısında kime yâr olacağını bilemiyor.

Dönem; tanıtım, reklam dönemi. Her yöre, her kent kendini ön plana çıkarma, kendi tanıtımını yapma derdinde. Oysa burada basit bir anket yapsak kebabın Adana’ya, lahmacunun Gaziantep’e, çiğköftenin de Şanlıurfa’ya ait olduğu çok net olarak ortaya çıkar.

Üç ilimizin arasındaki bu çekişmeyi izleyip de fırsatı ganimete çevirmek isteyen illerimiz de yok değil. Aklınıza Mersin, Niğde, Kayseri, Kahramanmaraş, Hatay gibi komşu iller gelmesin hemen.

Bu üç ilimize meydan okuyan ilimiz, yüzlerce kilometre uzaktan, Karadeniz Bölgesi’nin iç kısımlarından, ta Tokat’tan haykırıyor:

“Ey Adanalılar, Antepliler, Urfalılar, Tokat kebabını yemeden kebabımız var, demeyin!..”

Kebabı paylaşamayanların aklını başına toplatacak tokat gibi bir meydan okuma!

Hem de bunu söyleyen kişinin adını duyunca şaşıranlar da olacaktır. Bu sözü, “Adım Agop Memleketim Tokat” adlı anı kitabının 19’uncu sayfasında, Agop Arslanyan söylüyor.

Agop Arslanyan, doğup büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği Tokat’tan, okumak için İstanbul’a gitmiş. Yıllar sonra unutamadığı Tokat’ı ziyaret ediyor. Çocukluğunun izlerini ve hayatta kalan komşularını arıyor. İzlenimlerini bu kitapta hüzünlü bir dille aktarıyor. Tokat’ın özelliklerini, güzelliklerini, insani ilişkilerini ve lezzetlerini sıcak ve içten bir dille anlatırken birden coşuyor, kebabı paylaşamayan bu üç ilimize hodri meydan, diyor.

 

                                        

 

2016 yılında kaybettiğimiz Agop Arslanyan’ın ruhu duyar mı bilmem ama onun restini görüp el yükseltmek isterim. Adına uluslararası lezzet festivalleri düzenlediğimiz Adana kebabımızın adını dünya âlem duymuş ve tescillemiştir. Arslanyan’ın bu tafrasını gülümsemekle karşılayıp Tokat’a olan derin sevgisine verelim. Hayatta olsaydı bu yıl 17-20 Ekim 2024’te 8’incisi yapılacak olan Uluslararası Adana Lezzet Festivali’ne davet ederdik. 

İyi, güzel şeylere sahiplenme yarışı, her alanda rastlayacağımız bir durumdur. Kültürün başka ve önemli bir alanı olan edebiyatta da benzer durumlarla karşılaşmaktayız. Karacaoğlan’ı araştırdığımızda, Çukurova dışında, Mut’un da bu sahiplenmeye ortak olduğunu görürüz. Hatta Balkanlar’da onun izine rastlandığı ve oralı olduğunu iddia edenler de vardır.

Kültürde ve sanatta da rekabet vardır. Bu yarış, daha iyiye, daha güzele doğru olmalıdır. Başka bir bölgeye ya da ülkeye ait bir eseri, bir sanatçıyı taklit ederek ya da onu sahiplenerek rekabet olmaz.

Yaşar Kemal’e Çukurova’nın Homeros’u deriz. Ege’de yaşadığı bilinen Homeros’a sahip çıkmak için yapmayız bu benzetmeyi. Homeros, İlyada ve Odesa adlı iki büyük destanın yazarıdır ve bu eserlerinde Yunan kültürünü anlatmıştır. Yunanlı olduğu için kıskanmamalı, Anadolu kültürüne katkı sağladığı için saygı duymalıyız.

Yaşar Kemal de Homeros gibi, destan geleneğine uygun olarak Çukurova’yı anlatan nice eserlerinin yanında İnce Memed gibi dört ciltlik dev bir eser yazdığı için böyle bir benzetmeyi hak etmiştir.

Bilimde, sanatta rekabet iyidir. Başarıyı ve kaliteyi getirir. Başkalarının yaptığını sahiplenmenin ve hazıra konmanın ise neyi getireceği bellidir.

Onu da varın, siz söyleyin.