Türkiye hızla bir şiddet sarmalının içine doğru sürükleniyor. Şiddet, linç ve provokasyon pratikleri bu toprakların yapısal özelliklerindendir. Muhaliflerini siyasi suikastle yok etmek, olmadı gözdağı vermek yabancısı olmadığımız siyaset uygulamalarıdır. Meşruiyetini yitiren, rızaya dayalı bir siyasi destekten yoksun kalan iktidarlar ellerinin altındaki şiddet ve zor aygıtlarını harekete geçirmişlerdir.
Basın da bu siyasi linç ve şiddetten payına düşeni her zaman almıştır. Balkan Savaşı bozgunu ile üzerindeki demokratik örtüyü hızla silkip atan İttihatçılarda diktatörleşme yönelimine basında kendisine muhalif olan isimleri Galata Köprüsü üzerinde fedailerine suikastle öldürterek girmişti.
Siyasi alandaki keskin kutuplaşma hızla basını da etkisi altına alır ve bu alanda da kalem kavgaları sertleşir. Takriri Sükunlardan, Sıkıyönetim ve Olağanüstü hallerden en çok bu ülkenin basın emekçileri muzdarip olur. Gazeteleri kapatılır, sayfaları karartılır veya cezaevleri ve sürgünler kaderleri olur adeta.
Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Neredeyse unutulan devlet pratikleri yeniden zuhur ediyor. İnsanlar güpegündüz kaçırılıyor, kendilerinden uzun süre haber alınamıyor ve bir süre sonra tenha bir yerde sokağa atılmış halde bulunuyorlar. Bunların maalesef hesabı sorulamıyor, failleri tespit edilemiyor ve bu olayların üzerine gitmesi gereken yargı ise işleri ağırdan alıyor.
Siyasetin tansiyonu bir türlü düşmüyor. Oy desteği azalan, bugün adil ve güvenilir bir seçim olsa kaybedeceği aşikar olan iktidar ülkeyi sanki yarın seçim olacakmış gibi harareti yüksek bir siyasi iklimde tutuyor ısrarla.
Siyasi kutuplar arasındaki tansiyon bir türlü düşmez iken iktidarın elinde kullanabileceği tek siyasi enstrüman olarak sadece devlet aygıtını kullanmak suretiyle muhaliflerini dağıtmak, aralarına güvensizlik sokmak, yargı aracılığıyla siyasete dizayn vermek kaldı.
Geçmişten farklı olarak son zamanlarda muhalefetin bu konuda daha dirayetli, öngörülü ve siyasi alanın daraltılmasına izin vermeyen kararlı tutumu iktidar ve bileşenlerinin daha da pervasızlaştırıyor. İşte o vakit muhalif gazetecilere, siyasetçilere ve aydınlara yönelik linç pratikleri başlıyor.
Kendilerini Türk milliyetçiliğinin sözcüsü gören çevrelerin bulunduğu alandaki ayrışmalar, kopuşlar ve karşılıklı eleştiriler söz düellolarının, kalem kavgalarının, ekran tartışmalarının ötesine taşarak sokaklarda linç pratiklerine dönüşüyor. Kendi içindeki ideolojik tartışmaları, siyasi ayrışmaları hiçbir vakit demokratik usûllerde gerçekleştirememiş bu siyasi akım şiddete olan yatkınlığı, kaba kuvvete olan eğilimi ile Türkiye’nin bugün en önemli sorunlarındandır. Türkiye toplumu 70’li yıllarda aslında bütün dünyaya örnek gösterilecek antifaşist mücadelesi hariç bu yerli faşizmiyle hiçbir zaman tam boy hesaplaşamadı.
Kırsal dünyanın ve kentte tutunamamanın bütün psikopatolojisini sergileyen bu siyasi akım güce düşkünlüğünü ve özgüvenini tüm tarihi boyunca devlet içindeki hukuk dışı oluşumlara dayamaktan aldı. Onun çaldığı düdük ile sokaklara inmiş, muhalifleri sindirmeye çalışmış, görevin bitti denilip sırtı sıvazlandıktan sonra da yeni görevler için celp beklemiştir.
Şimdilik sadece makul ve kentli tabir edeceğimiz muhalif milliyetçilere yönelen bu şirret ve faşist milliyetçiliği Türkiye’nin ilerici unsurları çok iyi tanır ve bilirler. Devlet içindeki unsurların zımni göz yumması olmadan asla harekete geçemezler. Şimdi işaret aldıkları yer ise açık seçik bellidir. Hedef gösterilen gazeteciler ve siyasetçiler ulu orta lince tabi tutulmaktadır.
Levent Gültekin anlaşılan o ki son örnek olmayacaktır. Gültekin milli görüş geleneğinden gelen, Akp’nin ilk dönemlerinde bu siyasi hareketin basın mecralarında çalıştıktan sonra büyük bir zihni dönüşüm geçirerek demokratlığa terfi etmiş velut ve cesur bir yazar.
Biz de yazdıklarının önemli bir bölümünü paylaşmıyoruz. Ancak hem kendi geldiği siyasi gelenek olan siyasal İslamcılık konusunda hem de Türkiye siyasetinin kangrenleşmiş konuları hakkındaki düşüncelerini samimi ve cesur buluyoruz. O İslamcı siyasetten ayrıldıktan sonra başka bir siyasete sırtını dayama ucuzluğu ve kolaycılığına kendini kaptırmamış samimi ve vicdanlı bir isim. Entellektüel bir mesafe içerisinde tüm siyasetlerin riyasını, yalanını, maskesini indirmeyi gaye edinmiş. Ama en çok da siyasal İslamın inanç istismarını, bu konudaki samimiyetsizliğini içerden gelmiş birisi olarak faş ediyor.
Çabası bu toplumun medeni, demokrat ve dürüst çevrelerince dikkatle takip ediliyor. Gültekin’de bıkmadan usanmadan konuşarak, yazarak ve anlatarak birbirimizi dinlemeye, kulak vermeye, aramızdaki sorunları tartışarak çözmeye davet ediyor bizleri.
Bu duruş tarih boyunca bu toprakları kendine mülk bilmiş ve sadece kaba kuvvetle işini halletmiş çevreleri her zaman ürkütmüştür. İşte bu yüzden susturmaya ve gözdağınada buralardan başlamışlardır. Eğer bunun bilincine bu kez erken varabilirsek yerli faşizmimizle tam boy hesaplaşma fırsatını yakalamış olacağız.