Yeryüzündeki ilk proleter devrime önderlik yapmış olan Lenin'den Rus Çarı kadar Polonya Kralı da; Alman Kayzerinden İngiltere Kraliçesine; beyaz orduların başındaki Kolçak ve Denikin'e varıncaya kadar emperyalist düzeni ayakta tutmaya çalışan düzenin bütün temsilcileri nefret ediyordu; onların kendinden nefret ettiği kadar Lenin'de onlardan nefret ediyordu. Lenin'in ki elbette bir sınıf kini ve nefretiydi. Ölümünün üzerinden 100 yıl geçmiş olmasına karşılık Lenin'e duyulan nefret hız kesmeden devam ediyor. Ne Marx gibi devrimci fikirleri bağlamından soyutlanarak evcilleştirilebildi ne de Che gibi bir aziz veya ikon düzeyine yükseltilebildi. Nefret o kadar fazlaydı ki Sovyet düzeni yıkılırken heykelleri vinçlerle kaldırılıyor ve üzerinde tepiniliyordu. Her şeyi arzu edilir bir tüketim nesnesine çevirebilme kabiliyetine sahip olan kapitalizm, büyük devrimciye olan nefretinin etkisiyle onu buna bile layık görmedi. Sloven filozof Slavoj Zizek Lenin'le ilgili bir kitap hazırladığında bunun etrafında tepkiyle, hor görüyle karşılandığını söylemişti. Batı'nın bütün önemli yayın organlarında makaleleri, yazıları yayınlanan itibar sahibi bir filozofun artık 'asarı atika müzesine' yollanmış bir şahsiyet ile uğraşmasına ne lüzüm vardı. Bu bitmeyen hıncın, kesintisiz nefretin nedeni nedir?
Marx en fazla 'sessizlik suikastine' uğradığından şikayet etmişti. Başyapıtı Kapital'i yazabilmek için 15 yıl British Museum'a kapanmış, Londra sürgününün ilk beş yılında üç çocuğunu kaybetmiş, kitabı Almanya'da ana dilinde yayınlandığında görmezden gelinmişti. Ne Alman akademisi ne de işçi sınıfı basını yeni bir bilimin temellerini atan bu çalışmanın hakkını verebilmişti. Bu dönemde dostlarına gönderdiği mektuplarda kitabın daha çok tartışılması için onlara adeta yalvararak yardımlarını ister. Marx hiç şüphesiz yaptığı işin bilimde bir devrim anlamına geliyordu. Burjuvazinin ve onun tüm temsilcilerinin görmezden gelme çabasının sınıflar savaşının bir parçası olduğunun da farkındaydı. Devrimci siyasetle aktif olarak uğraştığı dönemlerde düzen onun da yakasını bırakmamıştı. Önce Paris'e sonra Brüksel'e kaçarak, Prusya polisinin, hafiyelerinin takibini atlatmayı başarmıştı. Çok uzun yıllar Almanya'ya girişi yasaklandı. Bu dönemde anti-sosyalist yasalar hem Marx'ın hem de dostu Engels'in Almanya'ya girişini engelliyordu. Eşinin kardeşlerinden biri Prusya İçişleri Bakanlığı yapmış olmasına karşılık fişlenmiş, mimli birisiydi.
Kapital sessizlik suikastını aşmayı başardığında devrimci bir bilimin temellerinin atıldığı bir kitap olarak anlaşılmadı. Anlatılan senin hikayendir demesine ve kitabını işçilere adamasına karşılık Rusya'da kitaba en çok ilgiyi burjuvalar göstermişti. Onlar kitapta Rusya'nın geleceğini görüyorlardı. Çarlık otokrasisinin ömrünün uzun olmayacağını, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte Rusya'nın da dönüşüm geçirerek ya bir anayasal monarşiye ya da burjuva parlamentarizmine geçeceğini hayal ediyorlardı. Akademide toplanmış bir avuç legal Marksist içinse kitap, Narodniklere karşı yürüttükleri polemiklerde kullanmak için argüman devşirecekleri bir kaynaktı. En çarpıcı tahlili genç Gramsci yapacak ve Ekim devriminin 'Kapital'e karşı bir devrim olduğunu' söyleyecekti. Çünkü Kapital'e sığınanlar Rus devriminin önündeki aşamanın ısrarla burjuva devrimi olduğunu iddia ediyorlardı. İçlerinden sadece biri, düzenin tüm temsilcilerinin nefretini kazanmış olan Lenin Rusya'nın proleter bir devrim için olgunlaştığını söyleyecekti. Bitmeyen hıncın, kesintisiz nefretin kaynağı, işte bu devrim yapma isteği ve ilk proleter devrimine önderlik yapmaktı.
Lenin'i Lenin yapan asıl şey teoriye baktığında pratiğin sorunlarını, pratiğe baktığında ise teoriyi görebilmesiydi. Bu vizyonun temelleri Marx tarafından çok önceden atılmıştı. 11.Tez filozoflara bir çağrı yapıyor ve artık 'dünyayı yorumlamak kadar değiştirmek için de kafa patlatılmasını' tavsiye ediyordu ve hatta değiştirmenin daha öncelikli bir iş olduğunu vurguluyordu. Marx'ın materyalizmi felsefi olarak zaten maddeye öncelik tanıdığı için pratik, olgusal meseleleri öne çıkartıyordu. Ama bu materyalizm Fransız Aydınlanmacılarında olduğu gibi kaba bir materyalizm değildi. Alman idealizminin, ama özellikle Hegel'in diyalektiği ile takviye edilmiş bir materyalizmdi. Gramsci teori ile pratiğin bu birlikteliğine 'praksis' diyecek, Lenin ise 'devrimci bir teori olmadan devrimci bir pratiğin olamayacağını' söyleyecekti. Yine de Marx, devrimi kapitalizmin krizlerinin olgunlaştıracağını ve ayaklanma için koşulların kendiliğinden doğacağına inanıyordu. Lenin asıl yaratıcılığını Marx'ın bıraktığı boşluğu tamamlayarak doldurdu. Bu boşluk Marksizmin devricileştirilmesi veya devrimci bir siyasetle buluşturulmasıydı. Lenin'i özgün yapan şey devrimci siyaseti yeniden kurmasıydı.
19. yüzyılda devrimcilik bahsinde bu işi bir tutkuya, mesleğe dönüştürmüş adamlar vardı. Marx'ın hor baktığı Bakunin bunlardan biriydi örneğin. 1848 devrimlerinin yıldızlarından biriydi. Dövüşmediği barikat kalmamıştı. Çarlık zindanlarında da kalmıştı, Avrupa hapishanelerini de tanımıştı. Enternasyonalist bir devrimciydi. Gittiği her yerde ayaklanma çıkarmak, devrim yapmak istiyordu. Louis Auguste Blanqui de öyleydi. Tam beş kez denemişti. Otuz küsüş yılını zindanlarda geçirdi. Komüncüler ellerindeki tüm esirleri bırakılması için Versaycılara teklif ettiğinde kabul etmemişlerdi. Çünkü o bir ayaklanma sanatı ustasıydı. Serbest bırakıldığında komün doğal önderine kavuşacak ve kargaşadan kurtulacaktı. Ellerindeki devrimcinin kıymetini karşı devrimci Versaycılar komüncüler kadar biliyordu. Lenin bu kanalların tümünün sentezi, birleştiği bir kişilikti. Trostkiy yarım kalan çalışmasında, Lenin olmasaydı Ekim devriminin olmayacağını söyleyecekti.
Lenin ne yasa dışılığın ne ajitasyon ve propagandanın ne de demokratik merkeziyetçiliğin muc,idiydi. Ondan önce de bunların hepsi vardı. Şu dışarıdan bilinç taşıma işi Lenin'in özgün bir buluşu olmayıp kavramın kendisi Kautsky'e aitti. Konspirasyon veya gizlilik bütün 19.yüzyıl devrimcilerinin ustalık kazandıkları bir işti. Demokratik merkeziyetçilik sosyal demokrat partiler için olmazsa olmazdı. Lenin'in yaratıcılığı Çarlık otokrasisinin varlığı ile emperyalizm koşullarında tüm bu olgulardan devrimci bir siyaset çıkarmasındaydı. Kapital ile bilimsel kuruluşu tamamlanmış bir düşünceye Lenin devrimci siyaset aşısını yaptı. Marksizm ilk defa özgün bir devrim ve siyaset kuramına kavuştu. Lenin'in yaptığı Makyavelli ayarında bir işti. Floransalı siyaseti ahlaktan, erdemden ayıran ilk kişiydi. Siyaseti teolojiden uzaklaştırma ayrıcalığı da ona aittir. Siyaset kendi kuralları, yasaları, eğilimleri olan özgün bir faaliyetti. Ona gelinceye kadar hep başka şeylerin güdümü altında kalmıştı. Prensliklerin doğumu ile birlikte siyaset denilen şeyde sekülerleşiyor ve artık bağımsızlığını ilan ediyordu. Lenin Marksizmde gerçekleştiriği bir siyaset devrimiydi. Siyaset iktidar ve yönetme sanatıydı. Temel hedefi güce ulaşmaktı. Lenin sonuna kadar iktidarı arzuladı ve onun için mücadele etti. Teoriyi, pratiği kısaca her şeyi iktidara ulaşmak için kurguladı. İktidar olmadan dünyanın gram değiştirilemeyeceğini çok iyi biliyordu çünkü. Özel olarak sevilmemesinin, antipatik bulunmasının nedeni de iktidarı herkesten daha çok istemesiydi. Ne Marx gibi çok yönlü, eşi bulunmaz bir filozof olmayı hayal etti ne de Trostky gibi kendi konuştuklarına hayranlık duyan bir entelektüel olmayı istiyordu. Baskı altında inleyen mujiklere özgülük getirmek için iktidarı hayal ediyordu.
Lenin nefretinin kaynağında burjuvazinin korkusu saklıdır. Çünkü onların elinden iktidarı alıp işçilere veren ilk kişi oydu. Devrim yapmanın bahtiyarlığına sahip ilk Marksist de oydu. Burjuvazinin dünya egemenliğine son vermek istiyordu. Çardan kraliçeye kadar tüm düzen bekçilerinin nefretini bundan dolayı üzerine çekiyordu. Bir örgüt, siyaset, ayaklanma ve devrim ustasıydı. Baskının her türüne karşı bitmeyen bir nefrete sahipti. Akademinin konforlu kürsülerinde oturanların rahatsızlığı da bundandı. Marx veya Lacan sohbeti insanı geliştirir, ama Lenin konuştuğunuz da ipin ucu mutlaka iktidar olmaya varır. Tüm kötülükleri iktidar olmak için uğraşmadan nasıl çözeceksiniz? Lenin tartışmak akla hemen devrimci siyaseti, devrimci siyaset ise iktidar meselelerini akla getirir. İktidar olmak ise strateji üzerine düşünmek demektir. Anderson'un haklı olarak Marksistlerin en uzak durdukları meseleler olarak altını çizdiği şeyler: iktidarın stratejileri. Ruhu şad olsun.