Lenin kendini edebiyat ve felsefe alanında amatör sayardı. 1905 devrimi yenilgiyle sonuçlandığında her yenilen devrimi bekleyen akıbet Rus devriminin de başına gelmişti. Yaşanılan hayal kırıklığı her alanda gericiliği hortlatmıştı. Lenin bir yandan ricat taktiği ile düzenli bir geri çekilmeye önderlik ediyor diğer yandan ise gericiliğin özellikle felsefe alanındaki yansımalarını büyük bir dikkatle takip ediyordu. Felsefi alandaki savrulma yalnız bu alanla sınırlı kalmıyordu. Etkilerini siyasal ve örgütsel meselelerde de hissettiriyordu. Bu eğilimin temsilcileri olan Bogdanov ve Lunaçarski Gorki’nin iyi dostlarıydı. Gorki’nin Rus emekçi sınıfları üzerindeki etkisinin farkında olan Lenin bir yandan da yazdığı mektuplarla yazarı bu etkiden korumaya çalışıyordu. Lenin mektuplarında felsefede amatör birisi olduğunu itiraf eder Gorki’ye. Ama bilgi teorisinde yani epistemoloji de materyalizmden savrulmanın mutlaka siyasi sonuçları olacağını da ısrarla vurgular. Devrimin yenilgiye uğraması felsefi planda idealist savrulmalara neden olmaktadır ve bunun önü alınmalıdır. Tüm bu tartışmalar için Gorki tarafları yaşadığı Kapri adasına davet eder. Lenin bu daveti sonuç vermeyeceğini söyleyerek kabul etmez. Felsefeye ilgisi armatörlüğün ötesine geçmeyen Lenin her şeyi bir süreliğine erteler ve ilk felsefe çalışmasını kaleme alır.
Bu çalışma Materyalizm ve
Ampiriyokritisizm’dir. Militan bir materyalizm savunusu ile doludur eser. 18.yüzyıl materyalizminin ve bilimdeki çağdaş gelişmelerin izleri eserde dikkatle takip edilmiştir. Hep sınır çizen Lenin aynı şeyi epistemolojik olarak da yapar ve idealizm ile materyalizm arasında net bir sınır çizer. Lenin’e göre bilginin kaynağı duyumdur. Bizim dışımızda bir nesnelliği sahip olan şeyi ilk önce duyumlarımızda fark ederiz ve her türlü bilginin başlangıcında bu deneyim vardır. Kant’ın dediği a prioriler söz konusu değildir. Onun kendinde-şey dediği maddeden başka birşey değildir. Lenin hem Neo-Kantçılığa hem de partisini etkisi altına alan Machçılıkla hesabını bu şekilde görmüş olur.
Aynı yıllar da büyük yazar Tolstoy’da hayata gözlerini yumar. Lenin Tolstoy’un Rus yaşamında kapladığı büyüklüğün farkında olanların en başında gelmektedir. Bolşevik yayınlarında ard arda Tolstoy ile ilgili yazılar kaleme alır. Bu yazılarda hem yazarın büyüklüğünü anlatır hem de dünya görüşündeki çelişkilerin altını çizer. Bu yazılara gelmeden önce Lenin’in Tolstoy ilgisinin daha iyi anlaşılması için bir başka yazısından bahsetmek istiyorum. Lenin bu yazıyı dünya savaşının ilk günlerinde yazdı. Her yanı şovenizm ve ulusal gurur edebiyatı kaplamıştı. Tavizsiz bir enternasyonalist olan Lenin savaş boyunca bozgunculuk denilen bir taktiği izledi. Bu taktik savaşın sorumlusu olarak başka ulusları değil öncelikle kendi hükümetine görüyor ve savaşı bir iç savaşa çevirip savaştan çekilmeyi önüne hedef olarak koyuyordu. Lenin bu taktiğe hep bağlı kaldı ve Ekim Devrimi bu taktiği doğruladı.
Lenin’in yazısı sahte yurtseverlere, ulusal şovenlere indirilmiş bir darbedir ve ‘ Büyük-Rusların Ulusal Gururu Üstüne ‘ başlığını taşır. Çernişevski’nin bir sözünü aktarır ‘ zavallı ulus, köleler ulusu; baştan aşağı, hepsi köle ‘. Lenin bu sözün kendinde bıraktığı derin izleri aktararak yazıya devam eder. Lenin Tolstoy’u işte bu köle ulusun, zavallı ulusun destancısı olarak görüyordu. Köleliğin ardındaki tüm insani içeriğin büyük yazarda kelimelere döküldüğünü söylüyordu. Gorki’ye dediği gibi Rus edebiyatında varlığı hesaba katılmayan, göz ardı edilen, yok sayılan o zavallı köle yani mujik büyük yazar sayesinde edebiyatla buluşmuştu.
Lenin’e göre Tolstoy bütün sahteliklerin en acımasız düşmanıydı. Kilise, yargı, çarlık, burjuva evliliği ve bilimi tüm toplumu büyük bir yalanın içinde tutsak kılıyordu. Yazar içinden geldiği, en yükseğine kadar çıktığı bu sınıfların yalan ve sahteliklerine içerden tanıklık etmişti. İçinden geldiği sınıfı reddetmiş ve kendini tüm sadeliği içindeki mujiğin hayatını anlatmaya adamıştı. Lenin Tolstoy’u Rus tarihinin iki kritik evresi arasına yerleştirir ve asıl olarak bu dönemin yazarı olduğunu ileri sürer. Bunlar toprak köleliğinin kaldırıldığı 1861 ile ilk devrimin gerçekleştiği 1905 yılları arasıdır. Tolstoy romanlarının tüm malzemesini bu dönem arasından almıştır. Bu dönemin tartışmasız en büyük edebiyatçısıdır.
Kutsal Sinot yani kilise yazarı aforoz etmişti. Çarlık varlığından ürküntü duyuyordu. Soylular itibarlarını yerle yeksan eden bu adama derin bir husumet besliyordu. Burjuvalar kapitalizmin gelişiminden rahatsız olan bu adamı kendilerinden sayamıyordu. Soylulara terör uygulayan Narodnikler ise binlerce dönüm toprağı, sayısız köyü olan bu adamı bir kont olarak diğerlerinden farksız görüyordu. Bir yoksulluk denizinde yaşayan köylüler ise kendi gerçeklerini ölümsüzleştiren bu adamı içinde boğuldukları cehalet nedeniyle okuyup anlayamıyordu. Onu en iyi anlayanlar Rus Devrimci Marksistleriydi. Lenini’in bakışı diyalektikti; hem sahipleniyor ve emsalsizliğini yüceltiyor hem de dünya görüşündeki sınırlara dikkati çekiyordu. Yani yaptığı tipik bir Hegelci işlem olan Aufhebung’du; içererek, kapsayarak aşma. Bir yerde yazarın büyük gücü ‘ köylülerin muazzam gücü ile güçsüzlüğünü, erkini ve sınırlarını anlatmasından geliyor ‘ demişti. Aynı zamanda bir köylü devrimi olan devrimlerinin büyük yazarın ideallerini hayata geçirdiğinden bahsediyordu.
Marx’ın Hegel’in diyalektiğini Herzen’in dediği gibi ‘ devrimin cebirine ‘ dönüştürmesinde olduğu gibi Lenin’de kendi devrimlerinin Tolstoy’un edebiyatının konusu haline getirdiğini söylediği mujiği özgürleştirdiğini anlatıyordu. Ama mujik Tolstoy’da yalnızlığı, enginliği, cehaleti ve mistisizmi içinde iradesiz biridir. Tanrı’ya, kiliseye, beyine ve yazgısına teslim olmuştur. Tolstoy onu tüm bu çaresizlikleri ve teslimiyeti içinde kutsar. Ona ancak Tanrı’nın kurtarıcılığını vazeder. Lenin bu çelişkilerin üzerine giderken büyük yazarın gerçekçiliği karşısında saygısını eksik etmez. Çünkü devrimin cebiri olan diyalektik onu kılavuz edinene başka bir seçenek bırakmaz.