Lafta Değil Eylemde İyilik

Hacı Hüseyin Kılınç

Tarihi günler ve saatlerden geçiyoruz. Adeta zamanın her zamanki ritminden farklı attığına tanıklık ediyoruz. Pekçok duyguyu eşzamanlı yaşıyoruz. Umut yerini umutsuzluğa sonra tekrar iyimserliğe terk ediyor. Her şey yoluna girdi zannederken yolun bir çıkmaz sokağa çıktığını fark ediyoruz. Adeta bir burgacın içindeymişiz gibi başımız dönüyor, sersemliyoruz. Sanki bir amok koşusuna çıkmışız. Şuursuzca bir yerlere doğru koşturuyoruz. Hedeften çok uzaklaşıldığı duygusuna kapılıyoruz. Yönümüzü şaşırıyor, pusulayı kaybediyoruz. Ama tarihi bir dönemece doğru adım adım yaklaşıyoruz. Başarırsak, kazanırsak insan gibi yaşama şansına sahip olacağız. Yok kaybedersek bunlar belki iyi günlerimizmiş diye avunacağız. 

Deprem memlekette yeni bir konjonktür doğurdu. Bu konjonktür yeni yakınlaşmaların ipuçlarını verdi. Bu yakınlaşma yıkıntılar, enkazlar arasında gerçekleşti. Feryatlar, çığlıklar, sirenler eşlik etti yakınlaşmaya. Bir tarafta depremin yarattığı acıların bir an evvel unutulmasını isteyenler diğer yanda bu feryadın kulaklarından hiç çıkmayacağını hissedenler; bir yanda kuru bir helalleşme ile sayfayı kapatmak isteyenler diğer yanda sorumluların hesap vermesini isteyenler; bir yanda imar ve inşa ile gönülleri yeniden kazanacaklarının hesaplayanlar diğer yanda o acıların unutulmasına izin vermek istemeyenler... Bir tarafta hiçbir şey olmamış gibi konforlu hayatlarını kaldığı yerden sürdürmek isteyen cümle muktedir takımı diğer yanda artık ‘acıyı bal eyleyen’ geniş yığınlar. 

Türkiye’nin statükosu, kurulu düzeni köklü bir değişimin önüne geçebilmek için bütün imkanlarını seferber etmiş görünüyor. Tek dertleri herşey olduğu gibi kalsın, düzenlerine halel gelmesin. Büyük panik, korku ve endişe içinde oldukları anlaşılıyor. Altlarındaki toprağın çekildiğini, yürüdükleri zemininin kaydığını hissediyorlar. Halkın canından bezdiğini, burnundan soluduğunu, korku duvarını aşmanın eşiğine geldiğini görüyorlar. Bu onların bildikleri tüm ezberlerin bozulması demek. Yukarıdan baktıkları halkın kendilerini sorgulamaya başlaması alışık olmadıkları bir durum. Bu nedenle helallik dilenip halkın sesinin kesilmesini buyuruyorlar. 

Oysa bir değişim olsaydı bile kontrolü kaybetmemeliydiler. Değişim onların onaylayacağı bir çerçeveye sıkışmalıydı. Erdoğan değişecek idiyse bile yerine gelecek olan konusunda son sözü kendileri söylemeliydi. Uysal, munis, çok fazla itiraz etmeyecek birini kabullenmeye hazırdılar. En azından yedekte tutmak istiyorlardı. Kürtler, solcular bu denklemin dışında bırakılmalıydı. Yeni dönemde onların söz sahibi olması engellenmeliydi. Depremin altında insanlar can verirken öncelik sınırların korunmasına verilmeliydi. Ne yani askeri sınırdan çekip, deprem bölgesine göndererek  ‘sınır namustur’ düsturunu ayaklar altına mı alsalardı? O sınırlar cihatçılar, selefiler için kevgire dönmüşse bunda ne sorun vardı ki? 

Karşımızda böyle bir düzen var. Merhametle, şefkatle, bağışlamayla kısacası tüm insani hasletlerle bağını koparmış. Neredeyse bir kötülük örgütlenmesine dönüşmüş. Memleketi içinde debelendiği kaostan sadece bir iyilik örgütlenmesi çıkartabilir. Deprem iyilik meleklerinin kimler olduğunu gözlerimize soktu. İyiliği zırh edinmişlerin önemli bir bölümü sınıfta kaldı. İyiyim demekle iyi olunmuyor çünkü. Bir kişinin kendisi hakkındaki zannına bakarak onunla ilgili karar verilemeyeceğini bize maddeci diyalektik hatırlatıyor. Düzenin şimdiki önceliği  iyilik halinin yayılmasını, her yere sirayet etmesini önlemek. Depremin yıkıntıları arasından doğan iyiliğin örgütlenmiş kötülüğü defetmesini engellemek. 

Örgütlenmiş kötülüğün eli kolu uzun. Elindeki araçların sayısı çok fazla. Güç, makam, servet dağıtarak yol alıyor. Bencillikleri, hırsları, kıskançlığı körükleyerek yoluna devam ediyor. İlkel duygulara, bencilce isteklere, tatmin olmamış arzulara seslenerek hedefine ulaşıyor. İyiliğin gücü ise bulaşıcı. Gücünü sadeliğinden alıyor. Zayıflığının erdem, erdemin ise en büyük güç olduğuna inanıyor. İyilik kimseyi ötekileştirmiyor, dışlamıyor, yok saymıyor. Kimsenin milliyetini, mezhebini, meşrebini merak etmiyor . İnsan mısın diye bakıyor ve geçip gidiyor.