Erdoğan’ın ağzının bozuk olduğu, milletvekili ve bakanları tartakladığı, kabinesinde bunun örneklerinin yaşandığı fısıltı gazetesinde konuşulurdu. Belki uydurmaydı belki hakikatti bilemiyoruz. Akp’nin iç kanallarından bilgi alabilmemiz mümkün olmadığından kulağımıza gelenleri paylaşıyoruz. Girişte fısıltı gazetesine yakıştırdıklarımız dahi Erdoğan’ın karekteri hakkında yeterince ipucu veriyor. Baskın, mütehakkim, geri adım atmayan, pişmanlık bildirmeyen ve daima haklı olduğuna inanan bir kişilikle karşı karşıyayız. Bu kişilik toplumun yirmi yılına damga vurdu. Toplumdaki eğilimleri kendi bünyesine alırken kendinde olanlarıda kamusal görünürlüğü en yüksek şahsiyet olarak topluma aktardı.
Erdoğanist özellikler diğer tüm özellikleri geri plana itti. Sadece geri plana atmakla da kalmadı ana eğilim, hakim tarz haline geldi. Haklı olup olmadığından bağımsız olarak kendine ait saydığı şeyi kıskançlıkla savunan ve hatta bunu şirretliğe varacak düzeye kadar çıkarabilen bıçkın diyebileceğimiz bir tarz. Ancak bıçkınlığını haklılığın verdiği gururdan değil düpedüz bencilliğinden alıyor. Birilerinin vakti zamanında kendine ait olması gereken şeye haksızca el koyduğunu düşündüğünden şimdi çekip almanın hak olduğuna inanıyor. Kenar mahallede yetiştiği için ayakta kalmayı bir varoluş tarzı haline getirmiş. Kenardan gelmenin iyiliğini, doğruluğunu, erdemini temsil etmek yerine tümüyle mahrumiyetini kendisine zırh edinmiş ve eline fırsat geçtiğinde de bunu yapmak konusunda pervasızlaşmaya yatkın.
Çevrenin merkez karşısında üzerinde hissettiği ürkekliği ilk İbrahim Tatlıses ile attığını söylemişti Nurdan Gürbilek. Orhan Gencebay merkeze içten içe isyan ederdi, ancak davranışlarına sinmiş olan şey yine de ölçülülüktü. Hakkı olan şeyi almak için daha henüz gemileri yakmamıştı. Arada bir sınır olduğunu da hissettirirdi Gencebay. O sınır ise sadece parasal sermaye değildi. Kültürel sermayeden yoksunluktu aynı zamanda. Merkez kültürel sermayeye sahip olmayanların sınırdan geçişine izin vermiyordu. Gürbilek’e göre Tatlıses artık sınırın kalkmak bir yana çiğnenmesi, ayak altına alınması demekti. Çevrenin merkez karşısında artık her şeyi kendisinde bir hak olarak görmesiydi.
Bu dönüşümü asıl olarak Özal gerçekleştirdi. Zenginliğin başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın sadece kendisinin bir değer olduğunu Türkiye toplumuna Özal kanıksattırmıştı. Tüm pervasızlığı ile zenginleri sevdiğini söylemiş ve memurunun işini bildiğini söyleyerek parantezi kapatmıştı. Özal’ın açtığı kanal elitlere mahsus kültürel alanı da dönüştürmüş ve Tatlıses önce zenginlerden sonrasında ise sermayeye göbekten bağlı okumuşlardan hüsnü kabul görmüştü. Gencebay isyanını ve öfkesini son tahlilde Tanrı’ya havale ederken Tatlıses her şeye hakkı olduğu talebi ile ‘ ben de isterem ‘ diyordu.
Çevrenin en kasabalı hali diyebileceğimiz milli görüşü ise yıllarca merkezde de kendini ispat etmiş hoca yönetmişti. Kurmayları da çoğunluk kendisi gibiydi. Teknik Üniversite mezunu, özel olarak yetiştirilmiş ve şeyhin hususi eğitiminden geçmişlerdi. Taşranın mahcubiyeti ile geçmişin ihtişamının hayali gururu bünyelerini ele geçirmişti. Kitleleriyle ilişkilerinde kendileri de tam bir elitti. Ama Erdoğan gibiler kitlenin tam da aradığı adamlardı. Öfkeli, saldırgan, pervasız ve hep haklı. Etraflarına o nedenle küçümsemeyle bakarlar. Tebliğle, vaazla yola gelmeyenler köteği hak etmişlerdir. Kent dindarlığındansa kasabanın tatminsizliğine, öfke ve hıncına sahiptirler. Hem siyasetçi hem vaizdirler. Tüm arzuları güce ulaşmaya yöneliktir. Estetik, kültür, edebiyat nutuk atmaya yaradığı kadarıyla dünyalarında vardır. Hep haklıdırlar çünkü kendilerini inandıkları dinin mümini değil militanı gibi görürler. İnançlarının militanı oldukları için dince konulmuş kurallardan, yasaklardan muaftırlar. Bu konuda istedikleri fetvayı alabilecekleri biraz daha okumuş hocaları da vardır.
Erdoğan en sonunda ağzından çıkan küfürle kendini işte böyle ele verdi. Küfrün yazılı metinde olup olmadığı, irticalen söylenip söylenmediği, kutuplaştırma maksatlı ağızdan çıkıp çıkmadığı tartışılıyor şimdi. Hep söylediğimiz gibi Erdoğan sadece bir sonuç. Erdoğan ve toplum karşılıklı olarak birbirini koşulladı ve üretti. Sormamız gereken soru şu; hep bununla yaşamaya layık mıyız?