Avrupa 30 yıl süren mezhep savaşları neticesinde imzalanan 1648 Westfalya Barışı ile devletlerin egemenlik hakkını güvence altına almıştı. Bu gelişme akabinde bir uluslararası sistem doğuyor ve devletlerin egemenlik hakkı dokunulmaz kılınıyordu. Uluslararası sistem devletleri bir entite yani temel siyasal birim olarak belirlerken içişlerinde egemenliklerini sınırlayacak herhangi bir kuralı da dayatmıyordu. Daha sonra her biri ulus devlet haline gelecek bu entiteler mutlakiyetçi devletten modern ulus devlete doğru bir evrim geçiriyorlardı. Egemen devlet anlayışı kıta Avrupa’sının çok sınırlı bir bölümüne mahsustu. Çünkü Avrupa’nın büyük bölümünde daha henüz hanedanlığa dayalı karasal imparatorluklar mevcuttu. Dünyanın geri kalanı ise sömürgeci güçlerin istilasıyla karşı karşıdaydı. Napolyon seferleri Avrupa’daki arkaik devlet yapılarına son verdi ve modern hukuku tüm kıtaya egemen kıldı.
Avrupa 'da oluşan bu sisteme Osmanlı 1856 yılındaki Kırım Savaşı sonunda dahil edildi. Uzun bir süre İngiliz Rus çekişmesine sahne olan Osmanlı bu savaştan sonra Avrupa Devletler sisteminin güvencesine kavuşmuş oluyordu. Bu güvenceye rağmen, Doğu Sorunu olarak bilinen mesele nedeniyle, Osmanlı'nın büyük güçler arasındaki oyunda toprakları sürekli paylaşım konusu olmaya yine de devam etti.
İkinci Savaş sonrasında küresel düzen ABD hegemonyası altında yeniden düzenlenirken küresel sermayenin çıkarları da ABD'nin çıkarlarına tabi kılındı. Oluşan güç dengeleri savaşın galipleri gözetilerek belirlendi. Güvenlik Konseyi'nin üyesi olan beş devlet aynı zamanda savaşın galibi olan devletlerdi. IMF ve Dünya Bankası'nın merkezleri ABD'de bulunduğu için küresel sermayenin dolaşımı önündeki engelleri temizlemek ve sorun çıkartacak devletleri terbiye etmek görevi bu kurumlara bırakıldı. NATO ise kapitalist dünya düzeninin jandarmalığını üstlenmişti. Türkiye savaş sonrasında Sovyet tehdidini gerekçe göstererek, ama hakikatte bağımsız bir ülke olarak yaşamak idealinin yükünü sırtlanmaktan uzak yöneticiler sayesinde bu kurumlara bile isteye girdi. Hatta NATO'ya girebilmek için binlerce kilometre ötedeki bizi hiç ilgilendirmeyen bir savaşa Mehmetçikler gönderildi. O dönemin basını izlenirse bu işin tam bir şarlatanlığa ve ‘ höşşüklüğe ‘ kadar vardığı utanılarak görülecektir.
Avrupa Birliği'nin atası olan Kömür ve Çelik Birliği ise 1958 yılında kuruldu. Amaç modern tarihte kıta Avrupa'sının egemenliği için sürekli savaşan Fransa ile Almanya'yı aralarındaki ticareti geliştirmek saikiyle yeni savaşlardan uzak tutmaktı. Çünkü birbiriyle ticaret yapanların savaşmayacağına inanılıyordu. Halbuki bu burjuva tahayyülün aksine savaşlar tam da dizginlenemez ticari hırslardan kaynaklanıyordu. Birlik giderek genişledi ve bir zamanlar ABD ve Sovyetlere karşı üçüncü bir ticari ve ekonomik blok olabileceği dahi konuşuldu. Ancak iki savaş deneyimi dünya sisteminin asıl sahiplerine Almanların tarihsel hırslarının sürekli engellenmesi dersini çıkarttırmıştı. Sonradan birliğe İngiltere'nin dahil edilmesinin nedeni de küresel düzenin asıl sahiplerinin çıkarlarını kollamaya matuftu.
Türkiye önce AET'ye sonrasında ise Özal döneminde AB'ye katılım başvurusunda bulundu. AKP döneminde ise aday üyeliğe kabul edildi. Bu kabul sırasında Ankara'nın göbeğinde güpe gündüz havai fişekleri patlatılmıştı. Tabii ki AB serüveni AKP için bir ideal değildi. İçeride karşısına dikilen ve vesayetçi odaklar olarak kodladığı unsurları bir ' pasif devrim ' vasıtasıyla tasfiyenin sadece enstrümanıydı. Bu ideale sadece Türkiye'den artık umudunu kesmiş liberaller inanabilirdi. AKP onlarla da yollarını 2010 referandumundan sonra zaten ayırmıştı.
İşte bu sırada insanlığı refaha ve huzura ve hatta tarihin sonuna taşıdığı iddia edilen Neoliberalizmin ebedi süreceği zannedilen balayı da 2008 yılındaki Dünya Krizi ile teklemeye başladı. Küreselleşmenin yaldızları dökülmeye, devletler içe kapanmaya yöneldi. Küreselleşmenin altını oyduğu, sosyal yönlerini tümüyle tasfiye ettiği ulus devletlerin egemenlik haklarına dair kıskançlıkları artıyordu. Küresel düzenin hiyerarşisi her büyük krizde olduğu gibi yeniden sorgulanmaya ve tartışılmaya açıldı.
Kant'ın uluslararası düzen için öngördüğü ' ebedi barışın ', bir kısım revizyonist Marksistin altına imza attığı ' ultra emperyalizmin ' kapitalizmin doğası ile asla bağdaşmayacağı yeniden fark edildi. Kapitalizm tarihsel hareketinin doğası gereği eşitlik değil biteviye eşitsizlikler, yeni hiyerarşiler üretir. Braudel'in söylediği gibi hegemonik güç her 100 yılda bir el değiştirir. 15 ve 16.asırlar İspanyol yüzyılı iken 17.yüzyıl Flaman ve İkinci Savaşa kadar devam eden dönem Britanya'nın hegemonyası altında yaşanmıştır. İngiliz hegemonyası birinci savaştan itibaren teklemeye başlamış ve ABD tarih sahnesine ilk defa küresel nizam dağıtıcı bir güç olarak Wilson prensipleriyle çıkmıştır. İkinci paylaşım savaşı Avrupa'yı top yekun enkaza dönüştürürken ülke olarak elverişli coğrafi konumu nedeniyle savaşın yarattığı yıkımın uzağında kalan ABD savaş sonrasında bütün haşmetiyle dünya sahnesine çıktı.
Şimdi ABD hegemonyası her yerinden yara bere almaktadır. Sadece dışarıda değil içeride de huzursuzluklar had safhadadır. Trump yandaşlarının kongreyi işgal girişimi dönüm noktası olmuştur. Bu girişim ABD'nin karşılaştığı iç tehdidin boyutlarının anlaşılması için bir işaret fişeğidir. Kara derililerin, Müslümanların ve Hispaniklerin sistematik huzursuzluğu ve güvenlik bürokrasisinin bu unsurları iç düşman olarak değerlendirmesi bu ülkenin toplumsal patlamalara ne kadar açık olduğunu yeterince ispatlamaktadır. Çin'in büyüyen ekonomisi, bir kuşak bir yol projesi ile dünyayı bir ağ gibi adeta sarması bütün hesapları alt üst etmektedir. Çin bugün itibarıyla hem dünyanın fabrikasıdır hem de aldığı devlet tahvilleri ile küresel kapitalizmi ayakta tutan yegane güçtür. Üretim gücüne güvenen Çin küreselleşmenin bayraktarlığını yaparken küreselleşmenin ideolojik doğumunun gerçekleştiği ABD'nin iki düzen partisi Cumhuriyetçilerde, Demokratlarda değişik ölçülerde izolasyonizmi savunmaktadır.
Erdoğan'ın çakma ' persona non gratasını ' böylesi bir dünya tarihsel ardalanı hesaba katmadan anlayabilmek mümkün değildir.