Öfkeli İnce burnundan soluyarak adaylıktan vazgeçtiğini ilan etti. Bu davranışını bir erdem timsali gibi göstermeyi ihmal de etmedi. Kılıçdaroğlu seçim kaybeder ise bütün günah kendisine kesilecekmiş, bu gerekçeyi muhalefetin elinden almak ve bir seçim yenilgisinin faturasını üzerinden atmak istemiş. Halbuki ne kadar iddialıydı; ikinci tura kalacak ve Erdoğan’dan memleketi kurtarma onuruna sahip olacaktı. Şimdi düşen ve yerlerde gezen oylarının yaratacağı tabloyu kaldıramadığını söylemeyecek elbet. Hangi yiğit mağlubiyete bir bahane bulmamış. Kılıçdaroğlu kazandığında ise sayesinde kazandığını söylerse kimse şaşırmasın.
Türkiye siyaseti bu tür şeylere alışıktır. Siyasetin güç ile yapıldığına iman edildiğinden herkes kendisini olduğundan çok daha güçlü göstermeye gayret eder. Aday olmak için yeterli imzayı bulamayan Perinçek bile yarış başlarken Cumhurbaşkanı olacağını söylemişti. Gerekli imzanın çeyreğini bile bulamadığı halde 60 yıldır bir siyasal hareketin lideri olmaya devam ediyor. Türkiye’nin siyaset alanı bu türden takıntılı ve şizofreni teşhisini rahatlıkla koyabileceğimiz adamlarla dolu. Taraftarlarının bir kısmı yanlarından uzaklaşsada yenileri ile yola kaldıkları yerden devam ederler. İnce’nin Atatürkçülük dışında bir siyasi sermayesi olmadığından yola devam edebilmesi oldukça zor görünüyor. Perinçek siyasetin bir düşman yaratma hadisesi olduğunu iyi bildiğinden her daim hayali düşmanlar yaratarak yoluna devam edebilir.
İnce neden, niçin ve kime karşı aday olduğunu anlatamadığı için ortada ve alacağı oyun hüsranını yaşamaktan korktuğu içinde çekilmek zorunda kaldı. Plebisiter yarışa dönüşen bir seçimde muhalif olduğunu söyleyen bir siyasetçi muhalefete muhalefet eder mi? İşte İnce adaylığı boyunca bu akıl almaz ve saçma denecek işe soyundu. Seçmen Erdoğan devam etsin mi etmesin mi seçeneği etrafında konsolide olurken İnce sözde Erdoğan muhalifi gibi gözükerek asıl enerjisini muhalefete karşı harekete geçiriyordu. Bir ara oyları belli çevreler tarafından yüksek gösterilerek havaya da sokuldu. Bu durum seçimin kaderini eline aldığı yanılsamasına kapılan İnce’nin ayaklarını yerden de kesti. O aşamada Kılıçdaroğlu ile anlaşabilseydi saygınlığını belki geri kazanabilirdi. Ama şimdi adaylıktan çekilmiş İnce’ye kimse minnet duymayacaktır.
İnce Türkiye siyasetine ‘iyi popülizm’ yapabilme kabiliyetine sahip bir siyasetçinin ideolojik bir omurgadan yoksun olduğunda nasıl karikatüre dönüşeceğinin numunesi olarak geçecektir. İnce’nin 2018 adaylığı sırasında siyaset bilimciler bu tür makaleler kaleme almıştı. Hazır cevaplığı, belagatinin kuvveti, mizah yeteneği İnce’ye dair bu tür iyi niyetli okumaların yapılmasına neden olmuştu. Ancak popülizmin hakkını vermek ve sonuç alabilmek için bilinçli bir stratejiye ve bunu günlük taktiklerle sürekli beslemeye ihtiyaç vardır. Popülizm halk ile diğerleri arasındaki kapatılmaz mesafeyi ele alır. Çalışan halk bir yanda diğerleri öbür yandadır. Popülizmin sıkı dokulu olanında bu ilişki daha gergin bir hal alır. Ama İnce ‘adam kazandı’ diyerek sürükleyici anlamda bir popülizme niyeti olmadığını da göstermişti. İnce için popülizm bilinçli bir strateji değil elini daldırdığında rastgele seçtiği bir avadanlıktı.
Bu tür bir popülizm süreklilik talep eder. Popüler çelişkiyi biteviye gündemde tutmanızı ve her defasında yeniden üretmenizi gerektirir. İnce siyaseti taktik mülahazalarla ve kısa vadeli hedeflerle yapan bir politikacı olmayıda aşamadı. Adaylığında ilk Demirtaş’a gittiğini unutmuş gibi Kürt siyasetini Erdoğan’la aynı dilden itham etmeye kadar işi vardırdı. CHP seçmeninin ana gövdesini zaten seçim gecesi kaybetmişti. Ağzından çıkan kelamı çabuk unutması ile güvenirliğine gölge düşürmüştü. İnce’nin yol arkadaşlarını büyük bölümünü CHP’de kariyer imkanlarının tükendiğini görenler oluşturuyordu. İnce onları ajite ettikçe kendi de ajite oldu. Bu kurucu bir siyaset değildi. Öfkeye, kızgınlığa dayalı ve asabiyesini de tümüyle şahsi takıntılardan alıyordu. İnce öfkeli ben’ini diğer öfkelilerle birlikte bir biz duygusuna çıkartmak istiyordu, ama bu öfkenin nesnesi mevcut iktidar değil muhalefetti. Seçim plebisiter yarışa dönüştükçe bu biz’i birarada tutan tutkal gevşemeye başladı. Biz iktidara karşı konsolide olabilseydi belki sınırlı bir başarı sağlayabilirdi. Ancak İnce rehabilite edip yatıştıramadığı öfkesine giderek yenik düştü.
İnce etrafındaki ilginin kalıcı olamayacağını bir köpüğe dönüşebileceğini de anlayamadı. Biz erken bir aşamada bunu hissettik ve köpük siyaseti olarak adınıda koyduk. Bu köpük lümpen, apolitik ve kızgın bir kütleye dayanıyordu. Bu kütleyi kutuplaşmış siyaset içeremiyordu, mas edebilecek araçlardan yoksundu. Siyasal düzene kızgın, gelecek umudundan yoksun bu kitle öfke siyasetine prim veriyordu. Önce hedefine sığınmacıları alarak Özdağ’a meyletti sonrasında kızgın İnce ile rezonansa girdi. Oldukça genç olan bu kitleyi İnce öğretmen şefkati ile dans ederek elinde tutacağını zannetti. Atatürkçülük anlatısı oldukça soyut kalıyordu. Asıl Atatürkçü taban Erdoğan karşıtlığı üzerinden pozisyon almıştı. Görüldüğü gibi seçim yaklaştıkça pozisyonlar netleşti ve İnce Oğan’ın bile gerisine düştü ve en sonunda yaşayacağı bozgunu görerek kendini sahnenin dışına attı. Tarihe de ‘iyi popülizmin’ bir siyasal strateji ile bütünleşmediği taktirde nasıl ucuz bir popülizm haline dönüşebildiğini kaydetmek kalıyor.