İsrail oğullarına vaat edilen topraklar güneyde Sina çölünden başlıyor kuzeyde Fırat’a kadar uzanıp kuzey Suriye’yi de içine alıyor, doğuda bugünkü Ürdün’ün ve güneydoğuda Arabistan yarımadasının bir bölümünü de kapsıyordu. Batı kısmında ise tümüyle Akdeniz kıyıları vardı. Bu saydığımız bölge antik tarihte aynı zamanda dünyanın merkezini de içine alıyordu. En kuzeyde orta Anadolu’dan başlayarak sınırları zaman zaman kuzey Suriye’yi de aşarak daha güneylere inen Hititler vardı. Doğuda ilk imparatorlukların ortaya çıktığı Mezopotamya yer alıyordu. Fırat’ın aşağılarında ilk medeniyetin doğduğu Mezopotamya yıkıldığında onun yerini biraz daha kuzeyden yükselen bir güç Asurlular alacaktı. Asurlular egemenliklerini kuzey Mısır’a kadar ilerletecek ve Kenan ülkesini de tümüyle kontrolleri altına alacaktı. Asurlular M.Ö 8.yüzyılda Kenan ülkesine girecekler ve Yeruşalim’de yani Kudüs’te bulunan tapınağı yerle bir edeceklerdi. Kral Süleyman tarafından yaptırıldığı için Süleyman Tapınağı olarak da bilinen tapınanın bu ilk yıkılmasıydı. Kenan diyarının güneybatısında ise Mısır vardı. O zamanki sınırları şimdiki Etiyopya ile Sudan’ı da içine alıyordu.
İsrail oğullarına vaat edilen toprakların batı Suriye olarak bilinen kısımlarında parayı ilk icat eden toplum olarak bilinen, ticarette uzmanlaştıkları iddia edilen ve gemicilikte ustalaşmış ilk halk olduklarına inanılan Fenikeliler yaşıyordu. Bugünkü Lübnan’dan aşağı güneye doğru inildiğinde Filistiler denilen bir halk vardı. Bu halkın Levanten bir halk olduğu iddia edilir. Tevrat da İsrail oğulları ile sık sık savaştıkları söylenir. 17.Hanedan öncesinde Mısır’ı yaklaşık 400 yıl egemenliği altında tutmuş Hyksosların da aynı bölgeden güneye indikleri ve Mısır’ı fethettikleri belirtilir. Hyksoslar olarak bilinen bu istilacılar MÖ 1650’den 1550’ye kadar Nil deltasında başkenti Avaris olarak bilinen yere yerleşerek kuzey Mısır’a hâkim oldular. Savaş arabalarını icat ederek savaş teknolojisinde bir devrim gerçekleştiren Hyksoslar Mısır kayıtlarına göre barbar ve ‘Asyalı’ olarak bilinen bir kavimdi. Üretim tekniklerinde fethettikleri ülkenin daha ilerisinde olan bu kavim firavunlar aynı tekniğe ulaşıncaya kadar ülkeyi kontrolleri altında tutmayı başardı. Ancak 17.Hanedanlık ile Mısır Hyksosları Mısır’dan uzaklaştırdı ve bu halk geldiği topraklara geri döndü. Hyksosların sürülmesinden MÖ 1120’ye kadar Kenan ülkesi Mısır’ın egemenliği altına girdi.
Bir ülkenin fethi galip gücün fethettiği ülkenin topraklarına el koyması, halkını yağmalaması, ağır vergiler salması, tüm ganimetleri ülkesine götürmesi ve yerleşim yerlerini taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yıkması anlamına geliyordu. Köleci üretim tarzının hâkim olduğu bu dönemde galip güç aynı zamanda fethettiği ülkenin halkından canının istediğini ülkesine köle olarak götürmek hakkına da sahipti. Tarihler fethi gerçekleştiren firavun 3.Thutmosis’in binlerce İsrail oğlunu köle olarak ülkesine götürdüğünü yazar. İsrail oğullarının varlığına ilişkin ilk arkeolojik bulgulara MÖ 1207 yılında rastlanmıştır. Mısır tarafından fethedilen Kenan ülkesi firavunların egemenliğindeki bir eyalet haline getirildi. Firavun bu eyalete bir komutan atıyor ve komutan her yıl düzenli olarak Mısır’a haraç gönderiyordu.
İsrailoğulları yaşadıkları coğrafyanın cilveleri gereği aynı döngüyü tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kaldılar. Onların yazgılarına doğudan veya kuzeyden gelen güçler ile aşağıdan yani güneyden gelen Mısırlıların karşılaşmaları damga vurdu. Yukarıda yani kuzeyde büyük imparatorluklar Hititler ve Asurlular vardı. Asurluların yok olmasından Mezopotamya’da onun yarattığı vakumu Tevrat’ın Kildaniler dediği Babilliler dolduracaktı. Babilliler döneminde tapınak ikinci defa yıkılacak ve İsrail oğullarının tarihteki ilk sürgünü başlayacaktı. Bu sürgün yaklaşık 50 yıl kadar sürecek ve Babil İmparatorluğu Persliler tarafından yıkıldığında Pers kralı sürgün hayatına son verecek ve Kenan ülkesine geri dönmelerine izin verecekti. Davud ve Süleyman krallıklarına duyulan özlemin ve onları büyük krallar olarak efsaneleştirmenin ardında böylesi bir tarih saklıydı. İlk defa bu krallar döneminde geleneksel olarak İsrail ve Yahuda krallığı olarak ikiye bölünen Kenan ülkesi birleşik bir krallık altında bir araya getirilecekti. Bu krallıkların ülkeyi merkezileştirmesi ve siyasi iktidarı tekleştirmesi tapınak inşası ile birlikte inancın da tekleşmesi anlamına gelecekti. Yeruşalimi başkent yapan bu iki kral Kenan ülkesindeki diğer tüm mabetleri, kült yerlerini ortadan kaldıracak inancın merkezi olarak Kudüs’ü kutsayacaktı.
Büyük güçlerin baskıları altında sürekli bunalan, sıkışan ve el değiştiren Kenan ülkesi yaşadıklarını bir süre sonra bir tür doğal yazgı gibi kabullenecekti. Yaşadıklarını hikâyeler, öyküler, meseller ve şiirler haline getirecekti. Tevrat’ta bunların hepsi vardı. İsrail oğulları başından geçenleri edebi kalıplara dökerek tarihselleştiriyordu. Dünyanın başka bir yerinde, çok da uzak olmayan bir yerlerde sonradan Homeros’un kaleme alacağı destanlar nasıl Yunanların yaşadıklarına tanıklık ediyorduysa Tevrat’ın ilk beş kitabı da İsrail oğullarının tanrıları ilişkileri üzerinden yapıp etmelerini kayda geçiriyordu. Homeros destanlarının dünyasında baş tanrı Zeus olmakla birlikte doğadaki her bir gücün ifadesi demek olan çok tanrılar vardı. İsrail oğullarının tarihteki ayrıcalığı ilk defa tanrıyı tekleştirmek ve başından geçenleri ondan bilerek öyküleştirmek oldu. Tevrat’ı çağdaş bir edebi metin olarak okuyabilir ve hiç sıkılmayabilirsiniz. İçinde tarih, hukuk olduğu gibi güçlü bir edebiyatta gizlidir. Çok yönlü, çok katmanlı bir okumaya açıktır. Edebiyatçılar için bulunmaz bir hazinedir. Aynı zamanda tarihe tanıklık etmenizi sağlayacak bir kroniktir de.
Tevrat İsrail oğullarının en mutlu zamanlarını Davut ve Süleyman’ın dönemlerinde yaşamıştır der. Ama her ikisi de kusursuz değillerdi. İkisinin de zaafları ve günahları vardı. Oğlu Davud’a isyan etmiş, Süleyman ise bir hile ile komşusunun karısını kendine cariye olarak almıştı. Tanrı adildi ve her ikisinin de işledikleri günahları affetmedi. Bu anlamda Tevrat ilk adalet kitabıydı da. Hem insanoğlundan adalet umuyor hem de Tanrının adil davranmasını bekliyordu. İlahi otorite, ancak adil olduğu takdirde inananlardan itaat bekleyebilirdi. Musa’nın bizzat Tanrı’nın kendisine bildirdiğini söylediği on emir ilk ahlak düsturlarıydı. Komşunu seveceksin, haksızlık yapmayacaksın, kimseyi sebepsiz yere öldürmeyeceksin, insan eli ile yapılmış putlara tapınmayacaksın, emeğin hakkını güneş batmadan vereceksin ve alacağına faiz çalıştırmayacaksın. Bu emirler ahlakın ilk yazılı kurallar haline getirilmesi ve topluluk yaşamının artık bu ilkelere uygun düzenlenmesi anlamını taşıyordu.
Homeros destanları üzerinden yaklaşık dört yüz yıl geçtikten sonra kaleme almıştı. Troya savaşı ve Odeyseus’un maceraları anlatıla anlatıla bir söylence halini almıştı. Gezgin bir ozan olan Homeros destanların ilk düzenlemesini yaptı. Tevrat’ın ilk beş kitabını oluşturan ve Musa’ya atfedilen kitapların düzenlenmesi işi de bir o kadar zaman aldı. Tapınağı iki defa yıkılmış, yüzlerce yıl büyük güçlerin arasında sıkışarak ezilmiş, en sonunda Babil’e sürgüne gönderilerek dağıtılmış bir halk kitap sayesinde her defasında bir araya gelmeyi başardı ve ayakta kaldı. Tapınağı yıkılmasına, ülkesini başka güçler kontrol etmesine, ülkesinden uzaklaştırılıp sürgüne çıkmasına rağmen kitap sayesinde topluluk asabiyesini diri tutmayı başarabildi. Bu kitap İnciller gibi farklı kişiler tarafından yazılarak onların adları ile anılmamıştı. Ancak tamamlanması yaklaşık bin yılı alacak ve farklı parçalar en sonunda bir el tarafından birleştirilecek ve son halini alacaktı. Her defasında farklı kaygılar, beklentiler ve yaşantılar kitaba damgasını vuracaktı. Bu nedenle Alman teolog Welhausen kitabın dört farklı yazımın en sonunda redakte edilerek tek bir bütünlük haline getirilmek suretiyle son şeklini aldığını söyleyecekti.